yıl 2060

Doğuya doğru yaptıkları seyahatten yeni dönmüşlerdi. Çok değil daha otuz beş sene öncesine kadar birbirleriyle kan revan savaş yapan, hasım olan, düşman olan; fiziki, kültürel, siyasi sınırların yüksek duvarlar gibi geçit vermediği coğrafyalarda otuz bin kilometre yol yapıp, hiçbir duvarla, engelle, sıkıntıyla karşılaşmadan, refahla gezip, ferahlayarak dönmüşlerdi. 

Çok rahatlamışlar ve adeta bilgeleştiklerini hissetmişlerdi. Zira her yörenin insanları, kendilerine göre güzellikler, çareler, çözümler, hikmetler üretmişler ve hala üretiyorlardı. Bunları kendileriyle gani gönül paylaşmışlar ve maal memnun onlara da kulak vermişlerdi. 

Tüm bunlar daha otuz beş yıl önce, kendileri gençken, firasetli babalarının, bir Millet olmak ufkuyla, teklifiyle, mücadelesiyle başlamış; kendileri de katıldıkları sürecin kazananları ve bir evlat olarak şimdi bu güzel mirasın sefasını sürüyorlardı. 

O zamanlar ismi İran olan topraklarda yaşayanlar; biz güvenliğimizi sağlayabilmek için, Akdeniz'den başlayıp, ismi Afganistan, Pakistan, Yemen olan coğrafyalara kadar, güçler hazırlayıp, savaşmak mecburiyetinde hissediyorduk, dediler. Elbette ortalık kan gölü. Bu durum ta ki, Milletin kurmay odası kurulup; güvenliğin, kalkınmanın, medeniyetin bir bütün olarak ele alınması teklifine ve inşasına kadar böyle devam etti. 

Hindikuş dağlarının eteklerinde konakladığımız o asude ve şahane güzellikteki beldede yapılan sohbette; o yörenin, Milletin stratejik aklını besleyen bir lojistik merkezi gibi çalışan kurumlarında yetişen, deha düzeyinde zeki, okyanus ufuklu, orman yürekli gençlerin geçmişe dair anlattıklarına adeta inanamadık. Buraların, daha çok değil, otuz beş yıl öncesinde, sanki üç yüz yıl evvelinde yaşıyormuş şartlarında olması, uyuşturucu, savaş, sömürü hikâyeleri bize mümkün değilmiş gibi geldi. 

Harem bölgelerinin bir yeniden dolum ve paylaşım merkezi gibi işlev gören havası ve organizasyonu bizi inanılmaz bir yenilenmeye, umutlanmaya, ufuklanmaya sevk etti. Bu yörelerde yaşayan Millet unsurlarının emsalsiz cömertlikleri; Milletin diğer unsurlarının mümeyyiz vasıflarının birleşimi ile oluşan ortak yönetim ve çalışma ortamı, insanlık için, sanki, nükleer kapasitenin fevkinde etki meydana getiren bir yenilenme, dolum ve sekine merkezi oluşturmuştu. 

Kemal destekleme fonlarından karşılanan gezinin dönüşünde, dış terminalde, uçan arabadan indiler. Bir aylık gezilerinde onlara ferah ferah yeten hafif sırt çantalarını aldılar ve evlerine giden orman yolunda yürümeye başladılar. Sabahın esintisi, kuş sesleri, yaprak hışırtıları, doğalarını okşadı, Yaratanlarını hatırlattı, kalpleri biraz daha dirildi. İster istemez, daha otuz beş sene önce buralar nasıldı? diye düşündüler ve gülümsediler. Gülümsemeleri, tüm gezi boyunca, sürekli geçmişle mukayese yapıp, burada da tekrar etmeleri nedeniyle idi. O zamanlar, geniş bulvarlar, yüksek apartmanlar, korna sesleri, kirli hava, lağımlarla kirletilmiş bir nehir vardı; hani şimdi torunlarla kenarında balık tuttukları gümüş nehir... 

Kendi ilkokulunu, ortaokulunu, lisesini hatırladı. Sınıfta yaptıkları dersleri ve nefretlerini. Seçtiği üniversiteyi ve mesleği. Acı bir gülümseme yerini mutlu bir gülümsemeye bıraktı. Zira kendi çocuklarının nasıl bir eğitim atmosferinde yetiştiklerini düşündü. 

Onlar için eğitimin dört temel kavramı; anlam, doğallık, özgürlük ve hayattı. 

Bu vasatlarda, öncelikle doğalarını tanıyorlar; sonra kendilerini tanıyorlar; hayatı tanıyorlar ve sonunda kendi sorumluluk ve ilgi alanlarına karar veriyorlardı. Bunun için hayatın tamamı onlar için mektep hükmündeydi. Aile, mahalle, bütün kurumlar; özgürce ve mesuliyetle onların eğitimine destek veren alanlardı. 

Bunlardan sonra büyük oğlu Girişimcilik Üniversitesinin, Ekonomik Girişimcilik bölümünde eğitim gördü ve iyi bir tüccar oldu. Mezuniyette, icazetle birlikte sermayesini de verdikleri için artık kendi işyerinde çalışıyor. Kızı ise iyi bir eş, mükemmel bir anne olmanın yanı sıra; aynı okulun Bilimsel Girişimcilik Bölümünde okuyup, Bilgi Teorileri alanında veri üretmektedir. İkisi de on beş yaşındayken bu okula girdiler ve çok iyi yetişip, henüz yirmili yaşlarda inşa sürecine fiili ve etkin katkı vermeye başladılar. 

Bunlar otuz beş sene önce, iki bin altmış vizyonu diye ortaya atılan bir ütopyanın eksenine; insanın doğasını, adaleti, sorumluluğu, cesareti, aklı ve inancı koymakla başladı. İki bin altmış geldi ve ben yaşarken gördüm, niyetin-rahmete, gayretin- hayata dönüştüğünü; gururla, sevinçle, sürurla...

0 Yorumlar