- Gündem - Manşet

YASAKLARIN HASILASI

Kimilerimiz için bunalmanın, yüzleşmenin vesilesi ve tahammülfersa olan yasakların zorunlu ikameti, bazıları için de derin tefekkürün fırsatı olmaktadır. 

Bazıları için sürekli itikaf, bazıları için de mağara aydınlanması mesabesinde etki yapmaktadır. Sanki mağara da "oku'mak" safhasını tekmil edip, bu sürecin sonunda çıkıp, uyarmaya başlayacaklar gibi. 

Bunlardan birisi geçenlerde sızdırmaya başladı ve tuhaf sorular sordu. 

Farz-ı muhal, iki bin yirmi bir yılında vahiy gelecek olsaydı, Kitap nasıl olurdu? diye sorsam, muhtemelen bu galatı kaldıracak incelikler salgından dolayı torpülendiği için, asgariden ağız dolusu küfür yerdim. Genel olarak da linçe maruz bırakılırdım. Rabbin sonsuz rahmetine sığınarak kendime sorup, kendi cevabımı veriyor ve başkalarına bu soruyu sormuyorum fakat başka bir soru soracağım. 

Kendi cevabının ne olduğunu aşırı ısrarla sorunca, fısıldayarak; en doğrusunu Allah bilir. Şeytanın, Allah hakkında bilmediğimiz şeyi söylememiz için bizi kandırmasından Allah'a sığınarak; "fıtrat değişmeyeceği için mana aynı kalırdı. Şartlar farklı olacağı için, lafız ve tertip farklı olabilirdi diye düşündüm" dedi. 

Böyle bir soruya cevap bulmak neden gerekli olsun ki? diye sorunca da; Kitabın fıtrat ve fonksiyonunu anlamak açısından önemli. Sanki bir değer ve anlayış üretiyormuş edası ile Kitap üzerinden hamakat veya ihanet üretip, Kitabın kadükleşmesine, etkisiz ve hükümsüz kalmasına çalışanların, fitne ve ivalarına karşı mukavim olabilmek için lüzumlu gördüm diye cevapladı. 

"Asıl soracağım soru şu" dedi. Allah, hükmü ve hikmeti gereği son Nebi olarak Hz. Muhammed'i, son Kitap olarak Kuranı gönderdi. Demek ki bunlar kıyamete kadar fonksiyonlarını icra edebilecekler. Farz-ı muhal, iki bin yirmi bir yılında bir elçi gönderse ve bu elçi Kitabı ve hikmeti öğretmek, insanları arındırmak çalışmaları yapsa; nasıl bir stratejisi olurdu? Nasıl bir yol ve yöntem izlerdi? Nasıl bir doktrin geliştirirdi? Nereden başlardı? Durumu nasıl okurdu? En öncelikli sorun ve sıkıntılar olarak neleri belirlerdi? Nasıl bir tebliğ usulüne sahip olurdu? Nasıl bir duruşa ve tavra sahip olurdu? 

Yoksa bunların hiçbirisini önemsemez, sadece Kitabın ayetlerini insanlara okumakla mı iktifa ederdi? İnsanların zaten bu ayetlere ulaşıp, okuyabildiklerini dikkate almaz mıydı? 

Allah'ın dinine hangi fonksiyonları yüklerdi? Hangi bağlamları esas alıp, Kitabı ve hikmeti öğretirdi? 

Hangi nitelik ve sınırlarda olanlara dini bilgi derdi? Bunu kriterleri sağlamayacak olan bilgilere dini bilgi diyerek, bununla meşgul olanlara, velev ki hizmet ediyoruz deseler bile, nasıl yaklaşır ve muamele ederdi? 

Bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek de olsa, insanları hakikatten uzaklaştıranların gerekçeleri; " İslam ve Kuran hizmetleri" dahi olsa, onlara tavrı ne olurdu?

Verili sistem içerisinde bir bölüm olup, katkı ya da rekabet çabaları mı gösterirdi? 

Hangi hedeflerle ve verilerle, nasıl bir inşa planı ve süreci olurdu? 

Bu hedefleri nasıl belirler, verileri nasıl üretirdi? 

Derin gaflete nasıl dayanır ve nasıl davranırdı? 

Bu soruları, sivrisinek saz babından sorup uzatmayayım. Ariflere tariften hicap ederek susayım dedi. 

Kendi cevaplarını ısrarla sormama rağmen asla konuşmadı. Hikmete mugayir olduğunu ifade etti. Arayanın bulacağını, talebi olanın arayacağını söyledi. 

0 Yorumlar