Bu yazı, oyun oynamayı sevmeyen ve bilmeyen, oynamayan, oyalanmayan, Yaratanı, yaratılanı, hayatı ve kendisini ciddiye alan, hakiki ve hakikatin peşinde olmanın mücadelesi veren bir hayat tercihini hatırlamak için yazılmıştır. Hayatın bu boyutunda, oyun ve oyalanma kıvamında yaşayanlar için, çizgi silindiği andan itibaren oyun biter ve hesap faslına geçilir. Boyutu hakikat kıvamında yaşayanlar, çizgi silindikten sonra; mahiyeti hakikat olan hayattaki vadedilmiş karşılıklarına kavuşmakla birlikte, liyakat kazandıkları hayatı, "anlamı üzerinden" yaşamaya devam edeceklerdir.
İnsanlara ruh hakkında çok az bilgi verilmiştir, büyük sırdır. Bu sırdan bilebildiklerimiz arasında; karar verip, davranış gerçekleştiren, algı ve tasavvura sahip olan, inanan, isteyen, istemesinde fıtrat sınırlarında da kalabilen veya haddi tecavüz de edebilen, istemek hususunda, Allah'la bağ içerisinde olan, verdiği kararın hakikate uygunluk onayını veren ya da reddeden bütün süreçler, ruhla alakalıdır.
Karar ve davranışın, fıtrata ve hikmete uygunluk onayını veren vicdandır. Eğer vicdan onay vermezse, insan karar alıp, davranış sergileyemez. Eğer vicdanın onay vermediği, nefsin fıtri haddinin dışındaki talepleri çerçevesinde bir kararın, davranışa dönüşmesi isteniyorsa, bu durumda vicdanın onay hükümlerinin değiştirilmesi icap etmektedir. Eğer fıtrat ve hikmete aykırı davranışlar gerçekleşmişse, vicdan bozulmuş, orijinal yapısı değiştirilmiş demektir.
Vicdanın orijinal onay hükümleri, insan fıtratının hükümleridir. Kur'an'ın hükümleri de fıtratın hükümleridir. Bu nedenle Kuran aynı zamanda Furkan'dır. Yani doğruyu-eğriden, yanlıştan ayıran hükümlerdir.
İnsanı kuşatan çevresinde de bir vicdan mekanizması vardır.
Bu mekanizma; insanların hallerinin, kararlarının, davranışlarının, duruşlarının, ilişkilerinin, taraftarlık ve iltisaklarının, fıtrat/hakikat hükümleri eksen ve çerçevesinde; doğru-isabetli-hakiki-samimi-hikmetli-meşru ve hukuka uygun olup, olmadığını denetler.
Bu mekanizma; insanların içerisinde bulundukları haller, maruz kaldıkları imtihanlar, kazançlar, kayıplar, yüzleşmelerine-düşünmelerine-hatırlamalarına-muhasebelerine vesile olabilecek tüm işler, ilişkiler, fırsatlar, riskler, yaptırımlar ve benzeri durumlardan meydana gelmektedir.
İnsan karar ve davranış mekanizmasının bir parçası olan vicdanla, insanların karar ve davranışlarına etki eden çevre faktörlerinin bir parçası olan dışsal vicdan mekanizması, birbirleriyle eşgüdümlü ve etkileşimli çalışırlar. Her ikisinin de orijinal olur/onay hükümleri, insanların fıtratları yani yaratılış özelliklerinin bilgileridir.
İnsanların özlerindeki ve çevrelerindeki vicdan mekanizmaları, vazifelerini; en doğal, objektif, yalın biçimde, olması gerektiği gibi yaparlar. Onlar, bunun dışında şirinliklerle, hesaplarla, usullerle uğraşmazlar. Zira vicdanın, insanı düşünmeye, yüzleşmeye, muhasebeye sevk için ortaya koyduğu şeylerin anlaşılıp işe yaramasını mümkün kılacak karşılıklar yani sistemler ve mekanizmalar, zaten insanlarda yaratılıştan var kılınmıştır. İnsanlar eğer bunların yapısını bozmamış, dumura uğratmamış, üstlerini örtmemişlerse; kendi görevlerini yerine getirmelerini engellemeyip izin verirlerse, bu sistemler doğal işleyişleriyle fonksiyonlarını icra ederler. Demem o ki; vicdanların, iş görmeleri için şirinlik yapmak ihtiyaçları yoktur, doğal halleri yeterlidir. Zira aldatmak görevleri yoktur, amaçları denetlemek ve uyarmaktır. Şeytan şirinlik yapar çünkü varlık nedeni aldatmaktır. Vicdandan şirinlik beklemek, vicdanı kadükleştirmek beklentisidir.
Vicdanların görevlerini yapmalarına karşı itiraz geliştirilmesi; nefislerin, orijinal fıtrat sınırlarında kalmayıp, haddi aşmak talepleri çerçevesinde ortaya koydukları şeylerdir. Basitten komplekse doğru, farklı biçimlerde itirazlar geliştirebilirler. Bunlar arasında belki de en yaygın olanları; kendisine acındırmak, acizlik ya da tahammül edememek gösterileri, vicdanın sertliği-merhametsizliği-haksızlığı-hikmetsizliği türü suçlayarak engelleyici usullerdir. Bunların işe yaramadığı durumlarda; yok saymak, işitmemek, değersizleştirmek yöntemleri uygulamaya konulabilir. Bunların fayda vermemesi halinde daha hırçın yollara da tevessül edilebilir.
Vicdanın hatırlatma ve uyarılarından kaçmak için kullanılan usuller ne kadar çok çeşit olurlarsa olsunlar, bilinmelidir ki hepsi; sorumluluklarını kuşanıp, fıtri sınırlarına kavuşamamış ve bunun için direnen nefislerin, şeytanın ve ekollerinin destekleri ile ortaya koydukları hadsizliklerdir.
Furkan vasfı ile Kitap; içerisinde bulunulan halin okunması, anlaşılması, idrak edilmesi için gerekli bütün kök bilgileri, tasavvurları, strateji ve usulleri, farklı yönleri ve örnekleri ile ortaya koymuştur. Bu ortada iken, perspektif ve tasavvurlarını buradan geliştirmek için, sahip kılındığı kaynak ve imkânları kullanmayan, başkalarınca öğretildiği üzere, rıza halinde, konumlandırıldığı yerden kımıldamayan kişilerin, mesela; sahip oldukları cari perspektiften bakarak, çok büyük sıkıntılar yaşayan ve bunun acıları içerisinde kıvranan insanları görmemeye direnmeleri, yanlışlık ve adaletsizlikleri idrak etmek için çaba göstermemeleri, bütün doğru ve yanlışları görebilecek lütuf ve imkânlara bigane kalabilmeleri, bunlar karşısında; meselesiz, etkisiz, sahici olmayan hallere ve onları oluşturan mekanizmalara tutunmaları, yüzleşmekten kaçmaları, büyük bir soruna işaret etmektedir.
Bundan daha büyük sorun ise; bu halin hakikat olmadığını ve hakikate yönelmek mecburiyetinde olduklarını hatırlatan, dahili ve harici vicdan unsurlarına karşı takınılan olumsuz tutum ve tavırlardır. İç ya da dış vicdan, hakikati hatırlatan ve hakikate davet eden birer imkân, vesile, unsur, mekanizmadır. Bu mekanizmalarla ilişki, doğasının dışında yürütülmeye çalışılıyorsa ya da anlamsızlaştırılıyorsa, bilinmelidir ki bilerek ya da bilmeyerek; insanı, nefsi ve şeytan karşısında mukavim kılabilecek doğal mekanizmalar ortadan kaldırılmaya çalışılıyordur. Bunları devre dışı bırakmak için ortaya konulan; gerçek olmayan, mazeret ifadeleri, şeytanın, nefsin zaafları üzerinden söylettiği şeylerdir.
Vicdana karşı geliştirilen en önemli saldırılardan birisi de önemsizleştirme ve değersizleştirme iddiasıdır. Yani kişi, vicdan hükmünde olanlara karşı, kendisine değer verilmediği ithamında bulunur. Oysaki Kitabın bildirdiğine göre "bütün şeref Allah'ın yanındadır." Fıtratına ve buna sadakatten doğan sorumluluk duygusuna dayanan davranışlara, ahlak ve şahsiyete bağlı biçimde kazanılır. Yani şerefe dair herhangi bir hususu harici unsurlardan talep etmek, zaafa ve vicdanın uyarılarına kapalı hale gelmeye neden olabilecek temel etkenlerden birisidir.
İnsanlar, fıtrata aykırı bir vasatta; anlamsızlık ve tatminsizlik içerisinde kıvranırken, özlerine yabancılaşıp, yalnızlık ve güvensizlik gayyalarına düşerken, maruz kaldıkları, öz benliklerini ezen ve şahsiyetlerini bozan etkiler nedeniyle acı çekerken, bu hal karşısında, bunlarla hiçbir ilgisi bulunmayan düzey ve sahalarda dolaşıp sözler ve işlerle meşgul olanların saygı ve güven duyulmaya hak kazanmadıkları ortadadır. Durum böyleyken, saygı ve güven dilenciliği ile saygın olmak mümkün olmaz. Buna dikkat çeken vicdan vesilelerinin; talebi, niyeti, cesareti, öz bilinci olmayana, şirinlik yapıp, sahici olmayan, etkisiz usullerle uyarması da bir işe yaramayacaktır.
Hasılı kelam.... Ya takva ve tövbe ile hali bilip, hakikatin gerektirdiği yerde durmak ve kıvamda olmak... Ya da tam deniz kapanırken Musa'nın Rabbini tanımak!
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?