"Ağam nerede?" diye sordu, önde oturan ve koruma sağlayan delikanlı.
"Umut tarlasında" dediler. Sabahtan beri orada, dönmedi.
Bizi umut tarlasına götürdüler. Ağa, gözleri çekik , elmacık kemikleri çıkık değil; Kaşgarı, Sincanı, Tanrı Dağlarını, Doğu Türkistanı aydınlatan bir oniks güneşti. O'da bizim gibi Taklamakanı geçmiş, Tanrı Dağlarının arasında gizli bir vadi bulmuş ve oraya yerleşmişti.
Selamunaleykum diyerek yanımıza geldi. Elini uzattı ve Ben Yunus dedi. Yanımızdaki arkadaşlardan birisi gayrı ihtiyari; Yunus bin Metta dedi. Gülerek ona doğru döndü ve hayır Yunus bin Bilal dedi.
İngilizce, Türkçe, Arapça, Farsça ve en çokta gönülce, karışık fakat şaşırmadan ve zorlanmadan bir konuşma yapılıyordu.
" Ben de elimi uzattım ve benim ismim de Yunus" dedim.
"Adaşmışız, büyük ihtimalle de haldaşızdır." dedi.
Umut tarlası dedikleri yer, çok büyük bir alanı kapsıyordu. Tümseksiz, çukursuz bir düzlüktü. Taşlardan arındırılmıştı ve iki yüz parsele ayrılmıştı. Sanki bir şehitlikmiş gibi düzenlenmişti. Parsellerin bazılarında tek tük çiçekler vardı ve farklı parsellerdeki çiçekler farklı renklerdeydiler. Çok etkileyiciydi.
"Size neden ağa diyorlar?" diye sordu bizim espritüel arkadaşımız.
“Burada ağabeye, ağa diyorlar” dedi.
" Peki siz ne arıyorsunuz burada?" diye sordu.
Bizimki bir Yunus hikayesi dedim. Allah lütfetti de balık karnında değil de, dostların yanında terbiye ediyor, onun için buralara gönderdi.
"Tahmin etmiştim haldaş olduğumuzu" diye karşılık verdi. Muhtemelen siz de merak ediyorsunuz, biz neden buradayız?
Rengimden anlamışsınızdır hangi coğrafyadan olduğumu. Kendimi bildim bileli hakikat ve özgürlük mücadelesi verdim. Fakat artık bu mücadelenin, biz dediklerimize karşı verilmek zorunda kalındığını; zira düşman dediklerimizin bizi, kendimize ihale edip, sadece hâsılaları topladığını ve bu durumun toplum boyutunda, hayat genişliğinde bir yaygınlığa ulaştığını gördüm. Düşmanların köle etmelerine gerek kalmadığını, kendimizin özgürlüğün anlamını tümden şaşırdığımızı müşahade ettim. Hakikat, yerini oyunlara terk edip, talepsiz kalmıştı. Kavramlar, başka kavramlara; anlamlar, başka anlamlara; haller, başka hallere; dertler, başka dertlere dönmüştü. Böyle bir durumda kulaklar sağır, gözler kör, kalpler kılıflı, bizler korkak hâle gelmiştik. Üstelik neredeyse farkındalığımızın hepsini yitirmiştik. Bu durumu en kabul etmeyenler bile kör uçuşundan başka bir şey yapmıyorlardı. Artık mücadeleyi kazanabilmenin neredeyse mümkün olmadığını kabul ettiğim zaman, işte o zaman ne kadar yorgun ve çaresiz olduğumu hissettim. Bu duygu, ayrılmak vaktinin geldiğinin de habercisiydi.
Asıl ismim Yunus değil fakat bunun Yunus kaderi olduğunu hissettiğim an kendime Yunus demeye başladım.
Ağırla imtihan edilmek korkusu, edeplenmek umudu, dua dua dua... Umut buradadır umudu olan her ülkeyi dolaştım. Ancak farklı biçimlerde, görünüşlerde, nedenler ve tariflerle, Müslümanların yaşadığı her yerde durum aynıydı.
Gönlüne tevbeyi, aramayı düşürmüş olan Allah'ın bulduracağından da ümit kesmeden ve şüphe etmeden gezmeye devam ettim. Bir yıl kadar sizin ülkenizde de kaldım.
Şimşek, İspanya'nın küçük bir balıkçı kasabasında çaktı. Müslüman bir balıkçı ile altı ay her gün birlikte balığa çıktık. Umudu orada, yeniden buldum.
Bana umut topları yapmayı öğretti.
Umut toplarının ana esprisi, senin, insanları Rabbaniler olmaya davet etmendir. Rab, dilediklerini bu davete kulak verdirip, verenleri de, Kendi mektebine alıyor.
Burada okuyanlar; hem kendilerinin ne yapması gerektiğini; hem de diğer Rabbanilerle neyi, nasıl yapacaklarını öğreniyorlar. Sadece bilmiyorlar, aynı zamanda yapabiliyorlar ve oluyorlar.
İşte bunların üstüne kimse hiçbir ihale bırakamıyor. Bunlar meydana çıkınca herkes kendi rengiyle orada olmak zorunda kalıyor."
Bizim balıkçı bu espriyi gerçekleştirecek stratejinin, umut topları olduğunu öğretti. Rabbaniyyun tohumlarını, çamurla karıştırıp, bunları top haline getiriyorsun, sonra da heybene dolduruyorsun. Her gezdiğin yerde bu umut toplarını araziye atıyorsun.
Adı üstünde, umut topu. Atması sana, çimlendirmesi Allah'a ait olan bir strateji. Arazide çimlenen tohumların her birisi umut yeşertip, umut olarak yetişiyorlar. Bir Yunus olarak anladım ki yüksek strateji Rablık yapmaya çalışmak yerine, Rabbe hamd makamında kullar olarak, Rabbaniler olmaya davet etmekmiş. İşte hakikat burada tahakkuk ediyor, özgürlük burada kazanılıyor, rahmet ve nimet buradan geliyormuş.
Oradan ayrılıp, buraya gelişimiz uzun hikaye. Bu arada gezdiğimiz her yerde, umut topu stratejisini anlattım. Buraya gelince de bu umut tarlasını yaptım. Bize gelen haberlere göre, yeşermeye başlamış her umut tohumu için bir çiçek dikiyorum. Sanki bu umut çiçeği ile adına dikilmiş olanın hikayesi birlikte yazılıyormuş gibi, çiçeklere gözüm gibi bakıyorum.
"Üstad, umut tarlası sanki bir şehitlikmiş gibi" dedim.
“Evet” dedi, dua niyetine, Allah'ın aramızdan şahitler ve şehitler edinmesinin yakarışı ve umudu ile.
Umut tarlasında azıcık çiçek görüyoruz, biraz fantezi, biraz ütopik, biraz romantik bir fikir değil mi?
İleride bir parsel işaret etti. Üç tek kan kırmızı gül vardı. Gülümsedi ve "işte Yunus Efendi, bu ümit çiçekleri senin umudunu yeşertmezse, bu tarlanın bir gün lebaleb, rengârenk çiçeklerle dolu olacağından şüphe edersen, imtihanın balık karnında devam eder, hiç şüphesiz."
"Sıkıntılı bir bölgedesiniz, endişe etmiyor musunuz?" dedim. Buraya sevk edenin koruyacağından da hiç şüphemiz yok dedi.
Altı ay buralardayız inşallah. Umut tarlalarında çalışıp, umut topları yapmayı öğreneceğiz.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?