TOKSİK DÜNYA'NIN MUHTEMEL MAĞDURLARI

Yani hepimiz…

Yılanlar ve akrepler, insanları sokup, zehirleyebilecekler arasında belki de en masum olanlarıdır.

Planlı bir suikast gibi, ağır ağır, hissettirmeden sokan; öldürmeyen fakat zehrin etkisini, bazen nesiller boyu hissettiren ve bununla sayısız unsuru zehirleyip etkileyen; bunu da sayısız masum ve meşru görünümlü gerekçelerle, tabelalar altında yapabilen, mebzul miktarda toksik yaratıktan, olgudan, vasattan dem vurabiliriz.

Bu sorunu oluşturmak potansiyeline sahip olmak ihtimali taşıyan birkaç unsur sayayım isterseniz; "insanlar, kültürler, düşünceler, inançlar, ilişkiler, bilgiler, tercihler, eşler, yönetimler, koşullar, süreçler, eğitim kurumları, sanat dalları ve sanatçılar, bilim insanları, gıdalar, ortamlar, arkadaşlar, akrabalar…" dahasını saymaya gerek yok, zaten malumunuz.

Bunlar hep birlikte toksik bir hayatı oluşturmak için gerekli ve yeterli iş birliklerini geliştirebilmek potansiyeline de sahiptirler; hatta bazen muhalif ve muarız taraflarda durarak bile…

Çoğunlukla ve genellikle; bilmeden, farkında olmadan, istemeden. Bazen de bilerek, isteyerek, taammüden..

Durgun suya bir taş atmış gibi. Etkisi nereye kadar ulaşır, kaç halka oluşturur, bilemeden. Domino taşı gibi, kelebek kanadı gibi.

Aynı, iyilik yapanlar, inşa edenlerle benzer biçimde…

Zira sistem bütün çalışır, bütün unsurları birbirleriyle ilintili olarak...

Ve sadece insanlar bu sisteme iradi olarak müdahale edebilirler. Bu da insanların gücünü ve mesuliyetini ifade eder; inşa ve imha etmek hususlarında…

Mesela, eşinden memnun olmayan veya ayrılmış ve incinmiş bir annenin; farkında olmadan, öfkesini evlatları üzerinden yansıtması bir örnek olabilir. Allah'ın onlara verdiği güçlü kredinin etkisi, bu toksik etkinin gücünü de öylesine artırmaktadır ki; kendileri öfkelerini sağalttık zannederken; günahsız evlatların zihinleri, ruhları, hayatları, gelecekleri nasıl zehirlenir fark edemezler. İşte bu zehir sadece çocukları değil; babayı, akrabaları, çocukların gelecekteki ailesini, torunlarını ve dokundukları şeyleri; süresini, genişliğini, derinliğini bilemeyeceği kadar zehirlemeye devam eder. Farkında olmadan bu toksik etkiyi başlatan, bazen çocukları için kendini feda edebilecek olan "annedir". Bilmeden, farkında olmadan, istemeden; incindiğini düşündüğü, haklı olduğunu zannettiği, intikam alması gerektiğine inandığı için. Zira o da benzer bir toksik etkiye maruz kalmıştır. Yani kim bilir ne zamandır, kaç kuşaktır süregelen bir toksik zincirin halkası olarak, bilinçsiz fonksiyonunu icra etmiş, zehri enjekte etmiş ve bu zulüm zincirinin devamına vesile olmuştur.

İlk örneği bilerek "anneler" üzerinden verdim ki, meselenin vahameti; varoluştan merhamet kaynağı olan "annelerin" bile nasıl bir toksik vesile olabileceği anlaşılabilsin.

Ulvi bir vazifeyi yaparken; menşei, membaı gayri sahih bazı bilgileri; belki de sürecinin, neden ve sonuçlarına tümüyle vakıf olmadan, öğrencilerine aktaran öğretmen; bunu bir de aklı, zihni, ruhu, karar ve davranışı, ilişkileri, hayat bağlamını, hakikati ve benzeri bir bütün olarak ele almayan bir sistem ve mekanizma içerisinde yapıyorsa; bu fiilin, bilmeyerek toksik etki yapmasına vesile olabilir mi? Şüphesiz bu ihtimal söz konusudur. İşte bu durumda, anne örneğindeki zincirleme reaksiyon başlamış demektir. Toksik etki, belirsiz zaman, zemin, miktar kadar zehrini bulaştıracaktır.

Bunu; yönetim süreçleri, bütün kültürel etkiler, bilim-sanat-edebiyat ve benzeri unsurların toksik etkiler oluşturmak, zehirleyici süreçler başlatmak potansiyeline sahip oldukları gerçeği üzerinden de dikkate almak icap eder.

Aynen; evlilik, dostluk, arkadaşlık, akrabalık, topluluk ve benzeri ilişkilerde olabileceği gibi.

Örnekleri çoğaltmaya gerek olduğunu düşünmüyorum, muhtemelen maksat hasıl olmuş ve mesele anlaşılmıştır.

Önemli olan bu toksik zinciri oluşturan nedenler ve engelleyecek davranışlar üzerinde tefekkür edebilmektedir. Zira herkes ve her şey toksik varlık olabilmek potansiyeline sahip görülmektedir.

Eğer insanlar; bizatihileşebilmiş, toplum nezdinde, varoluş kıymetine haiz muamele görüp, varoluşsal kaynak ve imkânlarını özgürce kullanabilselerdi; varlık nedenini bilen ve hayatı bu çerçevede inşa edip, yaşamaya çalışan özneler olabilselerdi; fıtratın orijinal anlamlarını, amaçlarına esas kılan ve fıtrat hükümleri dairesinde hareket etmelerine imkân sağlayan; vasat, ortam, sistem, perspektif, ilişki ve koşullarda yaşayabilmek imkânı bulabilselerdi; belki de insanların toksik etki oluşturabilmek ihtimali oluşmazdı.

Mülk Suresi 2 “O, hanginizin ahsen-u amel (en güzel, doğru, isabetli, hikmetli, adaletli karar ve davranış) işleyeceğini sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.”

Yani, hayatın bütün anlarında, herkesin, en doğru kararları alıp, en isabetli davranışları sergileyebilmek sınanmasına tabi tutulması hayatın varlık nedenidir.

Ahsen-u amel, insanların potansiyelinde bulunan takvası/kök sorumluluğu ve fücuru/kök isyanı ile ilgilidir. Bu da insanların üreteceklerini mi, tüketeceklerini mi; inşa mı edeceklerini, yoksa tahrip mi edeceklerini; zehirleyeceklerini mi, yoksa destekleyeceklerini mi belirler.

Kısaca, insanların hayata katkılarının mahiyetini, hayatın varlık nedenini, ne miktar ve biçimde gerçekleştirebildikleri belirlemektedir.

0 Yorumlar