Birlik ve bütünlük anlamlarının bütün şubelerini kapsayıp, kuşatan "tevhid" kavramı; hakikati yaratanın birliği, hakikatin birliği, varlığın, ilişkilerin, oluşların, sistemlerin, süreçlerin bütüncüllüğünü ifade eder.
Önce hakikati, fıtratı; bunun üzerinde varlığı bütün kök olgu, oluş ve ilişkileri birer sistem olarak yaratan; yaratılıştan, bunların birbirleri ile zorunlu ilişkiler kurmasını varoluş sabitesi olarak belirleyen; böylece varlık aleminin bir bütün olarak işlemesine hükmeden; bütün âlemlerin Rabbi olarak, onların tek sahibi, tek yöneticisi, tek düzen koyucu ve düzenleyicisi, tek güç ve kuvvet sahibi olan; fıtratın sabitliği ve değişmezliği; tevhid perspektifini anlamak için tefekkür edilip, bilinçle inanılması gereken hususlardandır.
Slogan ise manipülatif, propagandist ve kadükleştirici stratejilerin aleti olarak; reklamcılar, siyasetçiler, istihbaratçılar ve meselesizler tarafından kullanılırlar ve kullanmaya teşvik edilirler.
Slogan asla, düşündürmeye, farkına vardırmaya, aklettirmeye, bilinçlendirmeye yönelik bir fonksiyon icra edemez.
Belki de geniş kitleler nezdinde sloganın rağbet ve talep görmesi bu özellikleri nedeniyledir.
Kısa ve zekice hazırlanmış sloganlar ya da slogan formunda yazılar, düşünmeyi ve akletmeyi tahrik etmediği gibi; insanları tekellüf altına sokmaz zira bir teklifi yoktur. Ancak romantik bir tatmin, duygusal bir sağaltım sağlayabilir.
Tevhid gibi, hayatın eksen hüküm kümesi içerisinde yer alan ve stratejik kaldıraç etkisine sahip bir kavram içeriğine sahip olan olgunun sloganlaştırılıp, kullanımının temini; Ya hamakat ya da ihanetle izah edilebilir. Zira bu kavramla ilişkinin kıvamı mahza farkındalık ve bilinç olmalıdır.
Düşünmek, akletmek, karar alıp, davranış geliştirmek bağlamında, birlik ve bütünlük perspektifinin, bir taraftan bütünleyici, diğer taraftan etkisini giderici unsurlar; kesitsel, hücreci, parçacı, anlık, paçal gibi kavramlarla ifadelendirilebilir.
Varlık, olgu, oluş ve ilişkilerde; parçalardan oluşan bütünün ya da zorunlu ilişki içerisinde bulunan alt sistemlerden oluşan bütüncül yapının varlık özellikleri ve işleyişi dikkate alınmadan; parçanın, anın, kesitin, müstakilen değerlendirilmesi ile oluşacak düşünce, karar veya davranışın hakikate dayanma ihtimali yoktur. Bu durumda hem failin fıtratına hem sistemdeki her unsurun hukukuna ve dengelere aykırı bir fiil işlenmiş olur.
Zira her parça ve kesit, bir bütünün; her an, bütüncül bir hayatın alt unsurudur ve parça bütünden; an, hayattan bağımsız düşünülemez.
Nasıl, mideyi insanın vücut sisteminden; kelimeyi, cümleden ve hatta yazının tümünden bağımsız ele aldığımızda ortaya varlık özelliklerinden farklı anlamlar çıkarsa ve bu anlamlarla; varlık nedenine dair bütüncül, sahih, adil ve etkili bir şey yapılamazsa; bütünden kopuk olarak parçalar üzerinden geliştirilen anlamlarla; bütüncül, adil, doğru şeyler gerçekleştirilemez.
Bu durum parçanın, bütünün etkisini gidermesi, kendisini bütüne ikame etmesi anlamına gelir.
Bir sosyal çevrede, birbirleriyle sıkı ve samimi ilişkiler içerisinde olanlar eğer teker teker, hakikatin hükümlerini bilmiyor, onlara ve hükümleri koyanlara birinci dereceden iman edip, bağlı değillerse, neler olabilir?
Bu sosyal çevrenin ürettiği anlamlar, değerler, ilkeler, ölçüler ve hatta hukuk, müntesiplerin akidesini oluşturan temel kaynak olabilir. Zira bütünden oluşmuş ve beslenmeyen bir yapı, parça haliyle, bütün fonksiyonlarını görmeye başlamış ve ürettiği hükümler; bir taraftan kitle psikolojisinin etkisi ile, diğer taraftan sosyal çevrenin duygusal, zihinsel, aidiyete, kabule, dışlanmaya, beğenilmeye, yargılanıp-eleştirilmeye yönelik etkileri ile büyük bir tesir oluşturmaya başlayacaktır.
Artık bu sosyal çevrede bulunanlar, bağımsız olarak, sahih bir bütünden beslenmek ya da bu bütünün referans olmak özelliklerinden yararlanmak imkanını kaybedince, mecburen bu sosyal çevrenin beslemesine mecbur, yaptırımlarına mahkûm kalacaklardır.
Kendisini mümin, muvahhid olarak tarif edip ve hatta buna iman edip; hakikatle bağlarını fiilen sürdüremeyen, sahih bütünle, içerisinde yaşadığı parça arasında anlık muhasebe ve doğrulamalarını yapmayanların süreçleri ve halleri üzerinde mebzul miktarda örnek gösterilebilir.
Bunun yanı sıra, bütünle parça arasında olmazsa olmaz tamamlayıcı bir ilişki de vardır.
Her parça, bütünün varlık nedenini gerçekleştirmek için bir anlama ve fonksiyona sahiptir. Bunun için de parçayı, kesiti oluşturan anlamlar, sınırlar, ilkeler, ölçüler, hukuk yani temel hükümler, bütünle aynı kaynaktan alınmak zorundadır.
Tasarlanan, karar verilip yapılan işlerin, hikmet babından mahiyetinin, bütünün gerçekleşmesini sağlayacak biçimde olmasını gerektirmektedir.
Parçanın, bütünden kopuk olarak planlanıp gerçekleştirilmesi, asgariden boş işler kategorisini oluşturur.
Söylenen bir sözü, bütüne taalluk eden bir perspektiften ve söyleniş bağlamından kopuk; anlık ufuk, duygu ve psikoloji ile dinlemek bile insanı hakikatten uzaklaştırır.
Puzzle'ın bir parçası, üzerindeki resim, biçim ve konumu itibariyle, ancak puzzle'ın bütünü içerisinde bir anlam ve değere sahip olacaktır.
Şeytan, insanı bu ilişki üzerinden aldatır. Bütünle daimî irtibatını koruyamayanlara, parça, kesit veya an üzerinden küçük bir doğruyu kabul ettirebilirse, artık bundan sonrasında, hipnoz etkisi ile bütünden kopuk ve farklı bir inanış ve perspektife ulaştırıp, hakikat farkındalığını yok edebilir.
Dar çerçevede verilen birkaç örneğin bile, tevhid perspektifinin sloganlarla değersizleştirilip, kadükleştirilmeyecek kadar; kök, hayati, fonksiyonel ve stratejik etkilere sahip olduğunun fark edilmesine ve üzerinde kamîl olarak düşünülmesine vesile olmasını umuyorum.
Şeytanın tek stratejisi insanın şükredici olmasını engellemektir. Yani insanın farkındalıklarını engelleyip, ortadan kaldıracak. Bu da hakikatle bağ ve ilişkilerini sahih olarak kurmasını engelleyecektir. Kendisine verilen imkân ve yetkileri yerli yerinde, etkili ve verimli kullanmayacaktır.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?