Kayseri'den bir otobüs dolusu insan, İstanbul'a, Hazretin konferansını dinlemeye gittik. Çok istifade ettiğimizi hissediyorum. Ayrıca böyle Dünya çapında düşünce adamlarını buraya getirmeleri, bizim de bunları dinlemek imkânı bulmamız bizi ayrıca heyecanlandırıyor. Artık bir şeyler değişecek umudunu taşıyoruz.

Dönüş yolunda arkadaşlardan birisi canımızı biraz sıkmadı değil. Durduk yerde bağıra bağıra ayetler okumaya başladı...

İsrâiloğulları’nı denizden geçirdik; derken kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavimle karşılaştılar. Bunun üzerine, “Ey Mûsâ! Onlara ait ilahlar gibi, sen de bizim için bir ilah yap” dediler. Mûsâ dedi ki: “Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz!” (Araf.138)

Doğrusu size Rabbiniz tarafından basîretler (algı, idrak, akletmek, fıkh etmek kabiliyetleri) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendine, kim de görmezse zararı kendinedir. (De ki:) “Ben üzerinize bekçi değilim (Enam.104)

Boş sözü işittikleri vakit ondan yüz çevirirler ve, 'Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz de size. Selâm olsun size (bizden size zarar gelmez). Biz cahilleri istemeyiz' derler. (Kasas.55)

Önce otobüstekiler dikkat kesilip, sessizce dinlediler. Fakat aynı ayetleri, nakarat gibi beşinci defa tekrarlayınca bir maksat olduğunu anlayıp, huzursuzlanmaya başladılar. Sonra da kavga çıktı.

Sen ne demek istiyorsun? diye sordu, birisi...

Açık değil mi? Algını, hitapla; niyetini, hakikat arayışı ile aynı frekansa getir, bak bakalım Allah, sana ne diyor..

Sen bizim konferansa gidişimize mi dil uzatmaya çalışıyorsun? Dinime dahleden eden bari Müslüman olsa; aynı otobüste değil miyiz?

Bir şeye dil uzatmıyorum. Yaptığımız işi tefekkür ediyordum, kendiliğinden, bu ayetleri, kendi nefsime, yüksek sesle ve tekrarlayarak okuyasım geldi.

Dünya çapında bir mütefekkiri dinlemek nasip oldu, bundan bu tefekkür nasıl çıktı?

Bende, senin söylediğini düşündüm, o zaman da;

Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez. (Cuma.5) ayeti ağzımdan fışkırıyor.

Sonra kafama deli sorular hücum ediyor ve oradaki mevcut bilgiler, kalbimdeki inançlarla çatışmaya başlıyorlar.

Mesela;

O, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır. (Mülk.2) ayetini düşünüyorum ve hayatın anlamının, hayatın her anında; en doğru, isabetli, hikmetli, adaletli davranış sergilemek sınaması olduğunu görüyorum. Sonra da, bu seyahatin manasının, hayatın manasıyla pek özdeş olmadığını düşünüyorum. Zira biz hayatın her anında ahsen-u amel işlemek manasını gerçekleştirecek bir anlam üzerinden hayatı yaşamak bilinci ile bilgi edinmek gayretine sahip değiliz. Dinlediğimiz hazret te böyle bir yaklaşım içerisinde değildi. Bilgiye, sanki; fiilinden, failinden, etkileşimlerinden bağımsız; müstakilen değerli bir olgu gibi yaklaşmaktaydılar.

Fıtratına uygun bir bilinç ve yaklaşım, öncelikle bilgiyi; algıya, tasavvura, duyguya, inanca, karara ve davranışa dayanak olacak bir bağlamda, mahiyette, bütünlükte, tutarlılıkta elde etmeyi ve vermeyi zorunlu kılar. Burada bilgi, bütüncül bir sistem döngüsünün bir parçası olarak fonksiyon icra eder. Bu döngü de, bilginin mahiyeti ile mütenasip olarak hayatın bir parçasını inşa eder. Ahsen-u amel amaçlı yaklaşım bu biçimde bir bilgi tasavvuruna sahip olmayı gerektirir. Bu biçimde bilgi tasavvurunun hasılası olarak bilgi; algı, idrak, tasavvur, inanç ve kararın inşasına destek sağladığı gibi; insanların sorumluluk almalarını, motivasyonlarını, bilinçlerini, umutlarını, heyecanlarını besler ve tahrik eder.

Size bir soru... size sorumluluk hatırlatması yapan, itiraz veya teklif sunan, tekellüfe ve yüzleşmeye zorlayan herhangi bir konuşmaya bu kadar iştiyakla gittiğiniz bir program hatırlıyor musunuz? Hatta bu organizasyonu yapanların ve benzer unsurların, hiç bu mahiyette organizasyon gerçekleştirdiğine şahit misiniz?

İşte bu soruları kendime sorunca aklıma birçok,  bu hâle mugayir hükme sahip ayetler geliyor ve gayri ihtiyari olarak bağırıyorum.

Bu hazretlere iltifat; sundukları içeriklerin, fıtrata uygun inşayı, yaşamayı ve muhafazayı; müessir ve stratejik boyutta desteklemelerinden dolayı edilmiyor. İltifat, gerçekte, anlattıklarının doğasının; sorumluluk hatırlatması; yüzleşme ve tefekkür zorlaması; tekellüf riskine sahip olmaması nedeniyle; bizlerin cari algı ve tasavvur frekanslarımızla uygun olması hasebiyledir. Aksi durumda, bütün Resuller de dahil, kim mevzunun fıtratına uygun davranmışsa; kurucu zamanlarda, bırakın iltifatı, en büyük karşıtlık ve itirazlara muhatap olmuşlardır.

Benim elli yılını bizatihi muhasebe edebildiğim süreçlerde; edilgenlik, pasiflik, özne olamamak, idrak, dirayet ve cesaret sorunları ve hayata asil unsur olarak dahil olamamak problemleri, bence bu yaklaşımın neticesidir. Yıllar önce bu coğrafyada, Orta Avrupa'da, Kafkaslarda, Asya'da, Afrika'da yaşanan müessif olaylar karşısındaki sahip olduğumuz ruh hali, takınabildiğimiz tavrın; bugün olagelenler karşısındakilerle aynı olması; daha sahih, aktif ve müessir pozisyon alabilecek herhangi bir gelişmenin olmaması; bunlar karşısında acziyetimizi örtecek aforizmaların, tariflerin, sloganların arkasına saklanmak zafiyeti; bizim bu seyahatimizi oluşturan niyet ve akliyetle; bu organizasyonu yapanların anlayış, niyet ve kıvamlarıyla oluşmaktadır.

Beyler, ben artık susuyorum, başımı, ellerimin arasına alıyorum ve tefekkür, tevbe ve dua  etmeye çalışıyorum. Belki kalan ömrümde Allah,  hidayet, firaset ve rahmet nasip eder diye umut ediyorum.

0 Yorumlar