Eyüp'ün arka sokaklarında, Gözümdar'la birlikte yürüyoruz. Hayır hayır bu yazı Gözümdar hakkında değil. Birlikte bir ziyarete gidiyoruz sadece. Restore edilmiş bir ahşap binanın önünden geçerken, kalabalık dikkatimizi çekti. Bu bir pahalı arabalar kalabalığıydı. Yalnızca normal plakalı arabalar yoktu. Özel şoförlerin başında beklediği; mavi, yeşil, siyah, kırmızı plakalı pek çok araba da vardı. Ayrıca kapının önünde, içeriye sığmadıkları için ayakta bekleyen insanlar da vardı. Konuşulanları bunlar da işitsinler diye kapı açık bırakılmıştı. Merakımızı celpetti ve biz de kapıya yakın köşede bir miktar durakladık.
İçeriden, gür, davudi bir ses, yüksek perdeden konuşuyordu.
Bu toplantının hitabı, kapı önündeki araba sahiplerine ve onlarla benzer durum, iddia ve pozisyonda olanlaradır. Eğer acı sevmiyorsanız, size kötü bir haberim var. Fakat her şeye rağmen kemal-i ciddiyetle dinlemenizi tavsiye ediyorum. Belki de bir başka fırsatımız olmayabilir.
Her biriniz hakkında açılmış ve yürüyen kaç tane dava olduğunun; kaç tane ara karar verilmiş olduğunun, kaç tane verilmiş, kaç tane ertelenmiş infaz emrinin olduğunun farkında ve bilincinde olan kaç kişi var aranızda? Kaçınız gelen celpleri fark etmeden, umursamadan çöpe atıyor? Kaçınız bu davaları önemsiyor ve etkilerini fark ediyor, neticelerini dikkate alıyor?
Belki de sahip olduğunuzu zannettiğiniz imkânlar, ilişkiler, pozisyonlar size koruma sağlıyor zannı içerisindesiniz. Ya da yaptığınız işler, sosyal çevreniz ve hallerinizin sizi güvenli kıldığını düşünüyor olabilirsiniz. Hatırlatayım; Allah'ın lütuf ve ikramlarına mazhar oldukları hâlden; insanlara, helakin ve çöküşün örnekleri olarak gösterildikleri duruma yuvarlanan İsrailoğulları da "kendilerinin hak ve hayır üzere oldukları; insani zaafları nedeniyle yaptıkları üç beş kusur nedeniyle de", cehenneme birkaç gün uğrayıp, kurtulacakları zannı içerisinde idiler.
İşin aslı şudur; kararlarımızın, tercihlerimizin, işlerimizin, ilişkilerimizin sahih ve isabetli olması ancak; fıtrat hükümlerinin tek Kitabındaki anlamlar, değerler, ilkeler, ölçüler, usuller, ilişki tarifleri, hukuk prensipleri, sistematik, emir, yasak ve sınırların; eksen, referans, kök kaynak olarak kabul edilip, kullanılması durumunda mümkün olur. Bunu yapabilmenin lazım şartlarından birisi de akletmektir.
Bunu bilip, buna inandığını ve hatta başkalarına öğrettiğini düşünenler, eğer kendi karar ve davranış süreçlerine cari kılmıyorlarsa; neticede yerine ikame edecekleri zanna tabi olacaklar demektir.
Ben, hakikatin mümessili, yargıç, savcı, avukat değilim. Hakikat üzere kalmak mücadelesi veren birisiyim. Bu konuşmayı da Allah'ın;
Zariyat Suresi 55 "Ama yine de hatırlat, çünkü hatırlatmak inananlara yararlıdır." emri mucibince yapıyorum.
Bütün yaratıkların varlıklarını, anlamı çerçevesinde, güvenle devam ettirebilmeleri için zaruri olan birkaç husus vardır. Bunlardan birisi, fıtratlarının farkında olmaları ve fıtraten sahip olduklarını kullanabilmeleridir. Bir başkası ise çevrelerinin ve olup-bitenlerin farkında olmalarıdır. Kendilerine düşman olanlara karşı her an teyakkuzdadırlar ve gelen her sinyali algılarlar. Buna uymayan bir ceylanın, bir çakala, her an yem olması mukadderdir.
Sen, ilim ve irfanla uğraşan kardeşim. Asgariden bu basit ilkeler çerçevesinde bir sürece mi sahipsin? Yoksa, ekseni ve kaynağı fıtrat hükümleri olmayan başlangıçlar üzerinden oluşturduğun tasavvurlar çerçevesinde verdiğin kararlara uygun çalışmalar mı yürütmektesin? Mesela fıtrat Kitabının perspektifinden hali analiz eden, inşasını ve güvenliğini sağlayacak nitelikte çalışmalar yapıyor musun? Bağlamın hayat, maksadın inşa mıdır? Halin yüksek farkındalığına sahip misin?
Sen, iş adamı kardeşim. İşinin amacı, kazancının ve gelirinin tasarrufu; fıtrat perspektifinin bugününe tekabül edecek özgün süreçlerin inşası ve desteklenmesi cihetinde mi gerçekleşiyor? Yoksa cari kültür ve atmosferin belirlediği değer ve amaçlar, hedeflerini ve kararlarını mı belirliyor? Özgün teklif ve yaklaşımlara ne kadar kulak veriyor, destek oluyorsun? Ne kadar umursamaz, kör ve sağır davranıyorsun? Yoksa seni motive edip yönlendiren; bu kazanca vesile ve müessir olduğunu zannettiğin kişiler ve koşullara yakın durup, kopmamak endişesi mı?
Sen, sosyal ve siyasal sahalarda çalışan kardeşim. Niyetini, ufkunu, yönünü ve yöntemini, hangi ölçüde, fıtrat perspektifi belirliyor?
Sen, yaptıklarının ameli salih olduğu rahatlığı ile kurulmuş hayatta gelişine yaşayan kardeşim. Seni de fıtrat Kitabı ilzam ediyor ve sen ancak kendi sorumluluk ölçeğinde, karar ve davranışa ilişkin anlık hükümler geliştirmek yetkisine sahipsin. Bu hikmete uygun davranmana engel olduğunu düşündüğün; zaaf, sorun ve nakısalarının mesulleri, senin halinin mazeret gerekçesi olamayacak. Herkes kendi payına düşenin hesabını verecek. Sahici bilginin karşısında zanların bir hiç hükmünde olmadığı da tereddütsüz biçimde görülecektir.
Alınan her kararın, atılan her adımın yeni bir dava konusu olması söz konusu olabilir. Bu davaların gerekçeleri de emaneti suistimal, varlığın hukukuna haksız ve yetkisiz müdahale, fıtri düzene karşı bozgunculuk girişimi ve benzeri hususlar olabilir. Elbette buna karşılık, korku ve endişe ile hiçbir şey yapmamak, üretmemek de başka bir yaptırım nedeni olabilir. Elde kalan seçenek, fıtratı eksen çerçeve alarak; fıtrat Kitabını asıl kaynak kabul ederek, temiz ve derin aklı işler halde tutarak; sorumluluk ve bilinci kuşanarak, hikmetle ve gayretle emek verip, işi hakkıyla yapmaktır.
Neticede bütün davaların hükme bağlandığı bir son celse olacaktır. Bu son celsede; savunma, avukatlar ordusu; hükme etki edebilecek münasebetler, ayrıcalıklar ve güçler; bunu sağlayabilecek imkânlar, ilişkiler, pozisyonlar; arkanda duracak adamlar, kurumlar olmayacaktır. Güvenilen paraların da hiçbir manası ve değeri kalmamıştır artık. Çünkü bunlar sadece bu boyuta ilişkin yazılımın bir parçası olduğu için, son celsenin yapılacağı boyutta çalışmayacak, iş görmeyecektir. Yani, bir gün biteceğinin akla getirilmesinden itina ile kaçılarak sahip olunan sahte güç ve güven duygusunun; çizgimiz silinip bu boyutla ilişkimiz kesildiği anda, anlam ve etkisi, bir hayal gibi yok olacaktır. Bu nedenle, "sahip olmak için neredeyse her şeyi feda ettiğimiz şeyler, sahici güç ve güven unsurları değillerdir. Bir anda, hiçbir şeysiz, güçsüz, çaresiz, ıssız, yapayalnız ve tek başına bir halde kalınacağı ise en sahici gerçektir.
Bu son celsede, sadece davalar kesin hükme bağlanmayacak, aynı zamanda o boyuttaki pozisyonlar, imkânlar, ilişkiler ve yaşam mahiyeti de belli olacaktır.
Baktım Gözümdar'da bile bet beniz atmış, haydi gidelim diye beni çekiştiriyor. Bir anda gündemime giren; "hakkımızda açılmış, açılması mümkün davalar meselesi" ve "hakkımda açılmış kaç tane dava vardır?" düşüncesi, kaygısı ve heyecanıyla yolumuza devam ettik.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?