SEYFULLAH'IN AYNASI

 

Çocukluğumda komşuyduk. Dahiliye doktoru Seyfullah'ın bir alt katımızda muayenehanesi vardı. Doktor Seyfullah'ı meşhur eden şeylerden birisi, sahip olduğu aynaydı. Ayna, o tarihlerde ileri tekonoloji sayılabilecek bir nevi röntgen cihazıydı. Hasta, aynanın arkasına geçer, doktor diğer taraftan iç organlarına bakarak teşhis koyardı. 

Seyfullah, aynanın tam karşısına büyük bir boy aynası da koymuştu. Amacı, boyun altı ve diz üstü büyüklükteki aynanın arkasında ki hastaya iç organlarındaki sorunu, karşıdaki boy aynasından gösterip, teşhise katılmasını sağlamaktı ki tedavide daha hevesli, özenli ve dikkatli olsunlar. 

Amcamla yaptıkları bir sohbette işitmiştim. Adama, midedeki ülser yarasını fark etmesi için soruyorum, ne görüyorsun? Acayip bir cevap geliyor. Doktor bey çocukluktan kalma, yaramazlık yapmıştım da dayım çok kızmıştı, o yaptı. Anlamadım ne dediğini; neyi oğlum dayın yaptı? Ben ne görüyorsun diye sorunca o, karşıdaki aynada doğrudan kırık burnuna baktı ve onun özrünü anlatmaya başladı. Zira onu en çok ilgilendiren konu kırık burnuydu ve en önemli meselesi de oydu. Bu nedenle karşıdaki aynada ilk gördüğü de kırık burun olmuştu. Bir başka seferde de kadıncağız, bebekken kalın bez kullanımını anlatmaya başlayınca, onun da midesine değil, çarpık bacaklarına odaklandığını anlamıştım. 

Peki doktor senin hastayı teşhise dahil etmek çabaların sonuç verdi mi? Nerde! Adam midesi şiddetli ağrıdığı için geliyor. Önerdiğim tedaviyi çoğunlukla mide ağrıları hafifleyince, tamamlamadan sonlandırıyor ve eski haline dönüyor. Ta ki toplumsal bir bilinç oluşana kadar bu böyle devam ediyor. 

Elbette bu anektodu çocukluk anılarımı paylaşmak için yazmadım. İnsanlara dil ve halle tebliğ yapmak niyetine ve çabasına sahip olup, kendinde sorumluluk ve liyakat olduğunu düşünenlere dikkat çekmek babından yazdım. 

Bilmiyorum insanın doğasıyla mı ilgili; fakat günümüz insanın haliyle alakalı olduğundan şüphe yok. Siz nereden anlatırsanız anlatın, karşıdaki bunu kendi en önemsediği şeyi üzerinden dinliyor. Bunda şaşılacak ne var? Elbette insanlar böyle yapar diyenlere; mesele o kadar basit değil derim. Zira bizlerde hal düzeyine ulaşmış, fıtratın bozulduğu durumların yaraları, travmaları o kadar öncül ve baskın ki bunlar neredeyse bütün odağımızı oluşturuyor. Fıtrata ilişkin hakikati anlamamız, hayatı ve hali hakikati üzerinden inşa etmemizin önünde yüksek duvarlar gibi duruyor. Üstelik, bunlara ilişkin söylenen her şeyi, açık yaraya tuz basılmış gibi hissediyor; ya saklanıp gizlenerek korunmaya çalışıyoruz ya da aşırı tepki ile bütün müdahalelere karşı koyuyoruz. 

Bu durum, hali inşayı ve hakkı tebliği ciddiye alanlar için çözülmesi gereken bir problematiktir. Ceffel kalem şöyle yapılmalı diyenlerin ya mevzu ile ilgili liyakatleri ya da ciddiyetleri yoktur. Aynen, bir-iki ayet-hadis yazıp söylemeyi, slogan atmayı veya halle, hayatla ilgisi olmayan konular üzerinde yazıp-anlatıp bunları tebliğ ya da mücadele zannedenler gibi. 

Bu hususta liyakat, sorumluluk ve ciddiyet; bir taraftan sahihlik ve bütüncüllüğü, diğer taraftan hikmetle müessir sonuçlar ortaya çıkartmayı mecbur kılar. Buna dikkat çekmeye öfkelenmek, ciddiyet ve samimiyet sahiplerinin endişelenmesi gereken bir husustur. 

İnsanların bir bölümü, diğer insanların mevcut hallerinden çıkışla; hakikati, hali ve hayatı okuyup inşa etmek haklarını ve sorumluluklarını dikkate almayan yöntemler geliştirilmiştir. Bunlar, halin hakikate tebdilini dikkate almaksızın, insanlara öğretmek, insanları manipüle etmek, konumlandırmak, yöneltmek ve yönetmek üzerine geliştirilmiş usuller ve teknolojilerdir. 

Hakkın tebliğine sorumlu olduğunu hissedenlerin, Allah'ın insanlara verdiği temel hak ve özgürlüklerin dışında bir şey yapmaları mümkün değildir. Yani bütün insanlar, sahip oldukları imkân ve kaynakları fark etmek, özgürce kullanabilmek, bunlarla fıtratlarına uygun bir hayat inşa etmek, bütün hayat süreçlerine dahil ve müdahil olabilmek hakkına sahiptirler. Bunlar, iman edenler için bütün insan-insan ilişkilerinde ve dahi tebliğ süreçlerinde, sınırı belirleyen temel verilerindendir. Bu nedenlerle insanları, Kitap hükmünce Rabbaniler olmaya davet etmekten başka herhangi bir yol verilmemiştir. 

İşte çözülmesi gereken temel çelişki burada başlar. Bunun farkında olmayan, zaaf ve eksikliklerine odaklanmış, sorumluluk almaktan imtina eden insanlara, hak ve özgürlük kıvamında tebliğ etmek, sureta işe yaramaz gibi gözükmektedir. Diğer taraftan da bu illetli hal üzerine geliştirilmiş ve işe yarıyor gibi gözüken fakat temel hukuka aykırı usuller söz konusudur ve inananlarca kullanılması mümkün değildir.  İşte, takvayı esas alan niyet bu problemi çözmek ve özgün yaklaşımını geliştirmek zorundadır. 

Hakkı tebliğ ile kendilerini sorumlu hissedenlere,  bu sorunu çözebilecek verileri üretmek için, üzerinde çalışılması gereken bir proje önermek istiyorum. Hz. Yunus'un hayatı üç safhada ele alınıp, Yunus ve toplumu açılarından, sebep-sonuç ilişkileriyle muhayyel analizler yapılmalıdır. Süreci de Yunus'un topluma anlatamadığı ve terk ettiği safha; balığın karnı ve bunun sembolizminin olduğu süreç; Yunus'un aynı topluma tekrar dönüp, tebliğde muvaffak olduğu dönem olarak belirlemek lazımdır. 

Fıtrat eksenli bir hayatın inşasını ve ontolojik düşmanla savaşı, Allah'a kulluk etmenin güncel muktezası olarak görenler; bakışlarını, okumalarını ve hallerini bununla mütenasip bir ciddiyetle ve isabetle inşa etmek zorundadırlar. Sanki yaşanan bir hayat ve bunları tarif eden somut veriler yokmuş da soyut ve romantik bir süreci konuşmak kâfi ve esasmış gibi hissedenlerin; hali, hayatı, hakikati ciddiye almaları iktiza etmektedir. Zira kabuğu kırmayınca çekirdeğe ulaşmak, çekirdeğe ulaşamadan da rüşde ermek mümkün olmaz.

0 Yorumlar