Bir profesör arkadaş çok etkilendiği bir cuma hutbesini anlatmıştı. Amerika'da bir cuma namazını Afrika kökenli kardeşlerimizin camisinde kılıyor. Hutbe İngilizce okunmuş. "Camiden çıktığımda, belki de o ana kadar kıldığım en huzurlu cuma namazı olduğunu hissettim. Fakat aynı anda büyük bir buruklukta yaşadım" demişti.
Hutbenin konusu;
"İNSANLARIN HAKİKATİ GÖRMESİNE KİMLER VE NASIL ENGEL OLABİLİRLER?"miş.
Bizim için hakikat; varlığın yaratılış ve işleyiş özellikleridir. Hayatın anlamı ve bu anlamın gerçekleşmesini mümkün kılacak olan tüm hükümlerdir. Yani, hayatın; hangi ilkelerle, sınırlarda, değerler çerçevesinde, ölçüler içerisinde, kök hukuk ve ilişkilerde, sistemde, mekanizmalarla ve kaynaklarla varlık nedenini gerçekleştirebileceğidir. İnsanın varlık nedeni ve doğasıdır. Bütün kök olguların, oluşların, ilişkilerin doğasıdır. Yaratılışın bilgisidir. Yaratanı bilmektir. Rab'la ilişkilerin doğasıdır ve nasıl inşa edileceğinin bilgisidir. Düşman ve onunla ilişkinin doğasıdır.
Kısaca bütün varlıkların, olguların, oluşların, ilişkilerin doğasıdır/fıtratıdır.
Bize göre, hakikati öğreneceğimiz kaynaklar; vahyi ve kevni bilgiler; bunlar vesilesi ile özümüzde ve bizi kuşatan bütün çevrede bunların işaret ettiği bütün hakikatlerin bize gösterilmesidir.
Bunun için; okuruz, dinleriz, işitiriz, gözlemleriz, düşünürüz, aklederiz, kavrarız, idrak ederiz, tasavvur ederiz, karar verir ve davranış sergileriz, yani hakikate ulaşabilmek için; zihinle, gönülle, halle, dille, fiille, ilişki ile ararız, talep ederiz, dua ederiz.
Biz kim miyiz?
Hakikatin bize ulaştırılması için, rehber kaynak olarak gönderilmiş olan Kitabʼın hükümlerine/öğretilerine göre; bütün alemlerin sahibi, tasarlayanı, icat edeni, yaratıcısı, düzenleyip-geliştireni, yöneteni, ihtiyaçları olan bütün kaynakları sağlayanı, koruyup-gözeteni, herşeyi bilen, herşey üzerinde sınırsız güç ve sahip olan, hiçbir oluşa ve ilişkiye izin vermezse, olmayacak olan, tek güç-kuvvet-irade ve tasarruf sahibi ve istediği zaman herşeyin varlığına son verebilecek olana, yani Rabbe; şartsız, koşulsuz, tereddütsüz iman ve itaat etmiş ve teslim olmuş insanlar, yani Rabbanileriz.
Bu nedenle bizim bilgimiz, hakikatin kaynaklarından ve oradan mülhem geliştirilmiş usullerle elde edilir.
Bizim inançlarımız, bu kaynaklardan, bu usullerle elde edilmiş bilgiler çerçevesinde; talep ederek, arayarak, aklederek, kavrayarak, deneyerek, idrak ederek, sorumluluk, irade ve özgürlük dairesinde inşa olmuştur. Bu perspektifi ve usulü teyit edip, sağlamayan hiçbir kaynaktan, usulden, ideolojiden, ekolden, beşerin otoritelerden, gelenekten; fikir ve inanç sahibi olmayız.
Allah'ın, Nebi'sinin tebliğ ettiği Kitap ve bu çerçevede Resulünün şahitliği bizim; akliyetimizi, perspektifimizi, ahlak ve şahsiyetimizi inşa ederken, temel kaynaklarımız olmaktadır.
Bu perspektiften bakarak; hakikati, bu kaynaklardan, bu niyet ve usullerle aramamış, bulamamış; hakikate esastan muhalif, muarız ve düşman olanlar; hakikate taraf olduklarını iddia ettikleri halde, esasen karşıt olanlar; hakikate taraf olduklarına inandıkları ve iddia ettikleri halde; hakikati, kaynaklarından ve usulü ile arayarak, isteyerek, çalışarak öğrenmemiş; ya da hakikati temsil edip öğrettiğini iddia eden ideoloji, ekol, kaynak, otorite ve gelenekten öğrenip, buna taraf olan fakat inanç ve öğretilerini hakikatin asıl kaynaklarından ve usulü ile tetkik ile teyit etmemiş olanlar; sadece diğer insanlara değil, kendileri ile de hakikat arasında perde olmaktadırlar.
Aslında hakikat diye bir meseleleri olmadığı halde; sosyolojik aidiyet, psikolojik ihtiyaçlar, çıkar hesapları veya esintiyle sürüklenen güruhlar; stratejik nedenlerle, bile-isteye, planlı ve hazırlıklı biçimde; hakikati kullanarak süreç idare edenler; insanların hakikati bulmasına, görmesine engel olabilirler.
Bunların kendi içlerinde farklı tesir güçleri ve derinlikleri vardır. Ancak kadim zamanlarda da çağdaş zamanlarda da en büyük zararı verebilen, tesir gücü en yüksek, hakikate düşman olanların ustalık stratejileri diyebileceğimiz hale sahip olanlar; hakikate taraf olduklarına inanıp, hakikate hizmet ediyoruz zannıyla; hakikatin asli kaynak ve usulleri ile teyit olmamış; hakikati dava aşkıyla insanlara taşıma iddiası olmuştur.
Zira bu halde olanlar; varlığın, olguların, oluşların, ilişkilerin hakikatine uygun bilgileri, bütüncül bir biçimde elde edemedikleri gibi hem kendilerini hem de muhatap oldukları insanları bütünü bozan kesitsel körlüklere maruz bırakmışlardır.
Bunların inançlarını, hayatlarını, davranış, ahlak ve şahsiyetlerini yapılandırdıkları süreçlerde; bilgiden, hayata giden yolda; zihin, gönül, hal, dil, fiil, ilişki bütüncüllüğüne ve tutarlılığına da sahip olduklarını söyleyemeyiz. Çünkü bunun gerekliliği ancak, bütüncüllüğün/tevhidin, retorik değil; hakikatin zorunlu ve fiili ilkelerinden birisi olduğu, ancak; bütüncül/tevhidi bir perspektif ve usul içerisinde bilinip zaruri görülebilir. Bu biçimde gelişmeyen, indirgenmiş veya parçalanmış bir yapılanmalarda, bunlar olsa olsa retorik düzeyinde kalabilirler.
Bu gruptakiler, bu nedenlerle, bizatihi denenmiş, tecrübe edilmiş, teyit edilmiş, inşa edilmiş ve geliştirilmiş anlayış ve hayat teklifleri yerine; ikna olunmuş "hakikat" tarifleri, davranış ve ilişki kalıplarını; hakikate davet olarak insanlara götürmektedirler. Bunun iyi niyetlerle yapılmış olması, yaptığı tahribata ve hukuksuzluğa engel olmaz. Ya da bu insanların, bilmeden yapıyor olmaları, onları mazur kılmaz.
Zaten, hakikati asli kaynaklarından, asli usullerle öğrenmeyenlerin, "hakikate tebliğ" nedenleri de kendinden menkul olacaktır. Zira hakikatin kaynağında, insanların sadece Kitap hükmünce Rabbaniler olmaya davet edilebileceği söylenmektedir. Bu duyarlılık ile insanların indi tariflerle yanıltılması mümkün olmaz. Böyle bir durumda; Allah'ın kitabı, insanın aklı ve iradesi, Rab'la-insan arasındaki ilişki ve bizatihi yaşanan hayatın verileri söz konusu olacağı için, manipülasyona mahal bırakacak unsurlar da ortadan kalkacaktır.
Hakikatin, bu bağlamda nasıl engellenebileceği hususunda söylenebilecek, belki de en temel şey; davet edenin, inandırıldığı inanç çerçevesini oluşturan kaynaklara ve usullere davet etmesi ve hayatın bu perspektiften tanımlanmasına ilişkin faaliyetler olabilir. Eğer buna davet eden ve buna inandıracak miktarda tekrarı barındıran kitaplar ve yazılar yazılıyorsa; vaazlar verilip, konuşmalar yapılıyorsa; dersler verilip, talebeler yetiştiriliyorsa; sloganlar atılıp, hamasetle manipülasyonlar yapılıyorsa; tüm bu faaliyetlere dava ve mücadele isimleri verilip faaliyetlere dayanak sağlanıyorsa; büyük ihtimalle hakikate engel olunacak işler yapılıyor demektir.
Zira bu faaliyetler, insanların hakikati görebilmek özgürlüklerine ve hukuklarına ket vurmakla birlikte; Allah'a karşı sorumluluk almadan, hayata dahil ve müdahil olmadan, fitneleri ortadan kaldırıp, fıtrat eksenli bir hayat inşa etmeden; rüşde erişip, sahih bir idrak ve kavrayışla hayatlarını yaşayacakları bir hayat bilincinden yoksun kalmalarına, hakikatten korkmalarına, kaçmalarına, saklanmalarına da sebep olacağı gibi asgariden bu yola niyet etmek, bu uğurda cehdetmek söz konusu olamayabilecektir.
Bu davet biçimini oluşturan temel motivasyon, zahirde kulluk sorumluluğu gibi gözükse de esasta, çoğunlukla farkında olunmayan başka nedenleri barındırmaktadır. Eğer davet edenler, hakikate; zihinle, gönülle, tasavvurla, davranışla, halle, ilişki ile muhatap olsalar; kendi cari durumlarındaki -hakikatin referansı ile ortaya çıkacak- büyük tutarsızlıkları görüp, fark edebileceklerdir. İşte bunları fark etmeden, çelişkiler yumağı içerisinde yaşayan; bunları çelişki ve cürüm olarak görmeyen; bunlarla yüzleşmek ve hallerini hakikat perspektifinden teyit etmek ihtiyacı hissetmeyen insanların motivasyonunun, mahza kulluk sorumluluğu olması mümkün değildir.
Bu engellemenin en tehlikeli ve müessir olmasının nedeni; davet edenlerin, davet edilenler nezdindeki -çoğunlukla sosyal ve kültürel paylaşımlardan doğan- sempatileri ve imajlarıdır. Bunlar, yanlışlara karşı rezervleri ve olumsuz tesirleri engelleyecek şeyleri ortadan kaldırmaktadır. Ayrıca bu hale ilişkin hatırlatmalarda bulunanlara, en güçlü muhalefetin bunlardan gelmesi; görünüşte aynı safta bulunan insanlara karşı düşman olanların stratejik başarısı olarak ifadelendirilebilir.
"Hutbenin meali aşağı yukarı böyleydi ve hayırlı bir cumaydı" demişti, dostum.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?