- Manşet

PAPAZ HARMANI

Bir Anadolu turunda yolumuz dağ köylerinden birisine düştü. Köy dediysem, üç beş hane insanın kaldığı bir yerden bahsediyorum. Köyün hemen girişinde, bakkala benzeyen, tahta kepenkli bir dükkânın önündeki, köyle hiç mütenasip olmayan büyüklükte, kare şeklinde, derme-çatma tahta bir masanın etrafında üç kişi oturuyordu. Yanlarındaki büyükçe, eski bir odunlu semaverden buhar çıkıyordu, belli ki çay da vardı. Muhtemelen, yolların uğrak noktasındaki köyden geçenler için kurulmuş bir düzenekti bu.

Arabadan indik, selam verdik, masaya oturduk. Masanın başında oturan ihtiyarın masadaki muteber zat olduğu belliydi, biz de ona sorduk.

Ne var ne yok amca? Memleketin halini nasıl görüyorsun?

Memleketi bilmem ama kaçtığım, şu aşağıdaki çiftlikten haber verebilirim dedi.

Ortalık papaz harmanı. Tilki çalıyor, tavuk oynuyor.

Ellerle, ceplerin ilişkisi nikahsız.

Develer tellal, pireler berber, köleler rahatsız. Artık kim ne diyecekse, yapacaksa yapsın da biz de adaptasyonumuzu tamamlayalım, dalgamıza bakalım diyorlar.

Ha şaşırmayın, köleliğin doğası budur. Her hale hızla uyum göstermek ve yaşama devam etmek. Ha bir kulübe, bir kap yemek, itirazsız çalışmak. Ha güzel bir ev, mükellef sofra, talepsiz ve itirazsız yaşam.

Öyle yüzüme şaşkın, tuhaf bakmayın. Siz sordunuz, ben söylüyorum. Bunu söylemek kolay değildir. Herkes söyleyemez de. Diyelim bir köle söylemeye kalktı, sırıtır zaten; ibadet tarzlarını bilmeyenin, cemaate uyamaması, nizamı bozması gibi. Atarlar cemaatten, mabetten. Ama köle yemeği yemeyi reddetmiş, ağaç altında uyumaya, beş hanelik bir köyde yaşamaya razı olmuş bir kul söylerse sırıtmaz. Zira o salatını ikame edebilmek için; inandığı ve olduğu hal üzere, tek başına da kalmaya razı olduğu için; zaten cemaatin düzenini bozmayı, hışmına uğramayı göze almıştır.

Senin sorun, eğer çiftlikte ne var ne yoksa; ben oradan ayrılıp, aha bu köye yerleşeli epey oldu. Eğer çiftliktekilerin hali nicedir diyorsan, o konuda senin dinlediğin kadar söylerim. Ha, hem çiftlikten ayrıldım deyip hem de oradakilerin hali hakkında nasıl konuşursun dersen merak etme; köleliğin görüntüsü değişir, doğası yani özü değişmez. Kölelerin özü değişmezse, çiftliğin hali de değişmez. Ben de görüntülerle ilgilenmiyorum.

Anlattıkları anlamsız ve anlaşılmaz gelse de susmasın konuşsun diye bir soru sordum. Sana çiftlikten ayrılmak, üç-beş haneli bir köyde, kırık bir masaya mahkûm olmak zor gelmedi mi?

Özgürlükten ancak köleler korkar, onlar yadırgar. Bu kırık masanın tesirini bilsen belki sen de bir daha kalkmak istemezdin. Şu yavan çayı içince elde edeceklerini bir bilsen, yalvarırdın. Fakat bu çayı ancak, çay kenarında yürürken, susuzluktan kavrulup da deli suyunu içmeyi reddedenler içmeye hak kazanırlar. Zira ancak onlar kadrini ve lezzetini bilirler. Kadir bilmeyenin hali ziyanlıktan başka bir şey değildir.

Sen önce çiftliğe uğrasaydın, semiz ve "mutlu" köleleri dinleseydin beni daha iyi anlardın. Bilmiyorum sen de bir çiftliğin kölesi misin? Fakat burası kulların köyüdür. Nereden baksan farklı görünür. Mesela çiftlikten bakınca, oradakilerin hallerinin hakikatini gösteren devasa bir ayna gibi gözükür. Bu da oradakileri çok rahatsız eder ve akşama kadar ayak takımına, çoluk çocuğa taşlatırlar. Biz seherlerde gül toplar, gündüzleri onlara atarız. Onlar, kalemlerimize barut doldurmuşta, onlara ateş ediyoruz zannederler.

Daha kötüsü, bizim köy yol çatındadır, yani buradan geçmeye mecbur kalırlar. Buradan geçerken kulaklarını tıkarlar ya gözlerini kapatır ya da yüzlerini çevirirler. Bizim buradaki muhabbetten birkaç kelime duymaktan korkarlar. Aha şu mis gibi çay ikramımızı hiç kabul etmediler. Halbuki iki bardak içseler, deli suyuna panzehir olabilmek ihtimali vardır. Onların korkuları, yüzleşip, kul olabilmek ihtimaline karşıdır. Dedim ya onlar için halin, şartların ve bunları koyanların bir önemi yoktur. Her şarta hızlıca adapte olup, hayata kaldığı yerden devam edebilmek yeteneğine sahiptirler. Arada kopan vaveylâlara bakma, onlar da bu bulmacanın şaşırtmacasıdır.

Dinlediğiniz kadar konuşurum demişti ya, baktık bizim de kafamız karışıp, içimiz bulanmaya başladı, üstelik çay doldurup, önümüze de koydu... Bardaklara dokunmadan, aceleyle kalktık o masadan. Cemaatten kopmak; dışlanıp, yalnız kalmak endişesi inceden bir korkutmadı değil.

0 Yorumlar