İçinizde Yunus sendromu yaşayan ya da bunu çok sık yaşayanlarınız var mı bilmiyorum. Çok zordur. İnsan kendisini dünyanın en dar sokağına sıkışmış ne o tarafa ne bu tarafa gidemeyecek, nefes alamayacak gibi hisseder. Ta ki olagelenlerin, neden olduğu ve sahici olarak, olması veya olmaması için neler yapılması gerektiğini bilene, yapabilene, sonuna kadar sabredip görene kadar. Elbette bu, hakikatle inşa sürecinde mücadele edenlerin haline ilişkindir. Konu, bu durumda olanları, dar sokakta, nefessiz bırakan bir örnekle ilgilidir.
Her sabah ve her durumda kalkıp işe giden (ben iş diyeyim de siz, severek ve kolayca yaptığınız bir şeyi anlayın) ve her türlü sıkıntıya tahammül eden birisinin; mevcut hayatının ve bundan sonraki hayatın anlamını, ödüllerini ve bedellerini öğrenmek zorunda olduğu bir sürece dahil olması; fedakârane ve istikrarla çaba göstermesi gereken bir sürece, bin bir naz ve edayla gelmesi ve buna ayıracağı zaman için bir sürü mızmız yapması bu türden akıl almaz bir durumdur.
Fakat işin esası bilinince görülmektedir ki o insan için işe her sabah gitmek mecburiyeti, hayata ilişkin, iman edilmiş bir sabitedir. Zira işe gidilmezse, para kazanılamaz, evin kirası ödenemez, aç kalınır, yoksun olunur. Bunlar yanlış mı, yadsınacak şeyler mi diye sorulacak olursa, elbette değildir. Mesele esasa ilişkin kıyası yapabilmekle anlaşılabilir.
Bakara Suresi 200 “Hac ibadetlerinizi bitirince atalarınızı andığınız gibi hatta, daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın...”
Asıl olan Allah'ı anmaktır, fakat bunun biçim ve değerini anlatmak için Allah böyle bir kıyas örneği vermektedir. Zira o insanlar atalarını, sahici ve güçlü olarak anıyorlardı ve bu konuda bir bilince ve kararlılığa sahiptiler.
Yukarıdaki gerekçeler, insanların işe gitmesini ve para kazanmasını değerler listesinin en üstlerine koyduğu için tereddütsüz ve sorgulanmaksızın, bu fiil istikrarla devam etmektedir. Zira bu insan, temel ihtiyaçları karşılamayı, hayatın esas fiili olarak kabul ve iman ettiği için bu durum yadsınamaz bir normaldir.
Peki, aynı hayatı yaşayan bu insan; yaşadığı hayatın ona sağlaması gereken değerler, vasatlar, koşullar, imkânların farkına varmaya başlamış ise ve yaşadığı hayat ona bunu sağlamıyorsa ne olacak?
Öncelikle bu farkındalığını netleştirmek, güçlendirmek ve inanmak mecburiyeti vardır. Daha sonra bunun gereklerinin neler olduğunu ve nasıl gerçekleştireceğini bilmek zorundadır. Elbette bunun için hangi imkân, yeti ve formasyonlara sahip olması gerektiği de diğerleri kadar önemlidir. Her gün işe gitmeyi ve ekmek parası için mücadele etmeyi bana öğreten kültür; insan olmanın doğal hukukunu ve bunu nasıl elde edebileceğini öğretmemekte ve hatta bunun hayatın doğal normali, lazım şartı olduğuna dair fikir bile vermemektedir
İnsanlar doğaları gereği, inandıkları, değerler listesinin üst sıralarına koyduklarına vakit ve imkân ayırıp sorgulamadan çaba gösterirler. Eğer bir şeye az vakit ayırıp bunu da sorguluyorlarsa, basit mantık ne bunun gerekliliğine ne de değerine inanmıyorlar demektir.
Bu durumda, hayatın diplerinde, sadece yaşamı devam ettirebilecek fiil ve olguları hayat gibi algılayan, bunu hayatın amacı zannedip bütün kurguyu bunun üzerine yapan bir insan olarak yaşayıp gitmek durumu doğar.
Oysaki hayatın bir kök amacı, bir yaşama nedeni vardır. Hayat bununla anlam bulur, insanlar bununla tatmine ulaşırlar. Hayatın diplerindeki bütün fiil ve unsurlar ancak bu amacın gerçekleştirilmesi için bir anlam ve değere sahiptir. Aksi takdirde insanlar nesne gibi yaşayıp çöp olurlar ve öyle ölürler.
İşte, insanların hayatlarının anlamını gerçekleştirecek amaçlar, bunları gerçekleştirebilecek farkındalık ve formasyonlar, ancak en az her gün işe gitmek mecburiyeti kadar bir inanca ve değere kavuşunca, insanlar bunları gerçekleştirebilecek kıvama ulaşabilir ve talep geliştirebilirler. Aksi takdirde, hayatın diplerinde yaşamayı hayat zannedip bunu değerler listesinde üst sıralara koyar; asıl hayatı ve hayatın öznesi olabilecekleri şeyleri bir kültür süreci, ikincil faaliyet gibi görerek, değerler listesinin altında bir yerde planlamaya çalışlar.
Bu kere, bunlara ayırabildikleri azıcık ve artık zamanlarla avunmaya çalışırlar. Unutmayalım, nasıl, her gün, itirazsız işe gidip işin gereğini yerine getirecek biçimde, fedakârane çalışılıyorsa; hayatın asıl unsurlarını gerçekleştirmek için de asgariden böyle davranmak gerekmektedir. İşin doğası budur ve fakat mesele, hangilerinin daha değerli olduğuna karar verebilmektedir.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?