Hayat doğrusal değil döngüsel yaşanan bir olgudur. Yâni doğru istikamette başlayan bir seyrin, doğrusal biçimde, sahih olarak devam etmesi ve üzerine doğrular geliştirilmesi garantisi yoktur. Aynı şekilde yanlış başlamış ve süregelen süreçlerin de doğrusal olarak, ilelebet yanlış gitmesi mutlak değildir.
Hayat döngüsel olarak yaşanır ve gelişir.
Durum-tutum-davranış döngüsü, hayatı yapılandıran temel sabitelerden birisidir.
Bireysel ya da toplumsal olarak; her ana karşılık gelen bir durum vardır. Bu durumun okunması ve anlaşılması ile izafi olarak bir tutum alınır. Bu tutum, bireysel ya da toplumsal bir davranışın ortaya çıkmasını mecbur kılar. Bu davranış yeni bir durumu oluşturur ve döngü devam eder gider. Bu döngü yeryüzü hayatının kurulmasına; algının, tutumun ve davranışın mahiyeti de hayatın mahiyetini belirlemeye vesile olur.
Hayatın döngüsel inşa olması hasebiyle, her an hayatın mahiyetini değiştirmek imkânı da söz konusudur. Yani doğru başlayan bir süre sonra yanlışa; yanlış başlayan da doğruya evirilebilir.
Seyri, hayra döndürebilmenin ilk koşulu; anda, durumu okuyup anlamlandırmak, tutum belirleyip karar almak ve davranış geliştirmek safahatlarında, yüzleri hakikat istikametine döndürmek olmalıdır. Daha sonra her döngüde yüzün bu istikamette sabit kaldığından emin olmak lazımdır.
Yüzün istikamete dönmesi; anın ve durumun, varlığın ve insanın yaratılış özelliklerine yani fıtratına uygun bir perspektiften okunup, anlamlandırılması ile başlar. Bunun için perspektifi, Allah'ın bildirdiği yaratılış özellikleri, yani fıtrat, yani din boyutundan başlayan bir sistematikle inşa etmeye başlamak gerekmektedir.
Bundan sonra; fıtratın yani dinin bilgilerini bilip, anlayıp, kullanabilmemiz için özgün bir bilgi teorisine ve sistematiğine ihtiyaç vardır.
Bilgi sistemi; bilginin fıtratını, kaynaklarını, kıymetini, nasıl elde edileceğini, tasnif edileceğini, dağıtımını, kullanımını, geliştirilmesini, strateji ve usullerini ve buna mümasil hususları kapsamaktadır.
Her bilgi teorisi ve sistemi, bir dini bilgiden çıkar. Bu nedenle, objektif ve evrensel bir epistemoloji olmaz. Bütün epistemolojiler, üretenlerin ontolojik inançlarından doğmuştur. Yani sübjektif ve özgün olmak zorundadır.
Yüzünü hakikate dönmek isteyenlerin bilgi sistemleri de fıtrattan, bilginin fıtratına uygun olarak inşa edilmelidir.
Hakikat yani fıtrat, değişmeyen bir sabit ve varlığın, kök olgu-oluş-sistem ve ilişkilerin bilgilerine haiz olduğu için; güncel koşulları bu çerçeveye uygun okuyup, anlamlandırabilmek için mutlaka bir perspektif ve doktrin geliştirmek zorunludur. Güncel koşullar, temel parametreler düzeyinde değiştikçe; perspektif ve doktrinin de güncellenmesi gerekecektir.
Güncelleme de din sabittir ve bu sabitten oluşturulacak perspektifle tutum ve davranış sistematiği oluşturulur. Eğer bu yapılmazsa, mensup olunduğu iddia edilen dinle bir hayat inşa etmek mümkün olmaz.
Maide suresi 104 "Onlara “Allah’ın indirdiğine ve Resul'e gelin” dendiğinde, “atalarımızı üzerinde bulduğumuz bize yeter” derler. Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda gitmeyen kimseler olsa da mı?"
Allah, dinin sahibi ve yaratılış özelliklerinin bilgisini vaz edendir. Resul bunlarla, güncele ilişkin perspektif ve doktrin oluşturup, bununla hayat inşa eden; bu çerçevede, Kitabı ve hikmeti öğreten ve şahitlik yapan bir misyona ve vasfa sahip olandır. Bu nedenle mutlak olarak yüzlerin bunlara çevrilmesi emredilmiştir.
Bunun dışındakilerin, döngüsel süreçlerde, mutlak ve daimî olarak hakikat üzerinde olduklarını bilebilmek ve emin olabilmek garantisi yoktur. Elbette, yüzlerini hakikate döndükleri döngülerdeki tecrübeleri hazine değerindedir. Ancak bundan yararlanabilecek olanlar, yüzlerini hakikat istikametine dönmüş ve bunun sabitliğini muhafaza ederek, kendi döngülerini inşa etmek cehd ve gayretinde olanlardır.
Bu nedenle, geriden gelen, hakikat kriterleri ile filtre edilmemiş her hususu, kültürü, geleneği sahiplenmek, yaymak, bunun üzerine geliştirilmeye çalışmak; yüzünü hakikate dönmüş vaziyette hayra hizmet eden döngüler oluşturmak anlamına gelmeyebilir.
Fıtrat çerçevesinde aslolan; her insanın, şakilesine uygun yer ve ölçekte, inşa süreçlerine bizatihi dahil olmasıdır. Bunun için de sabit kaynakları esas alarak, geliştirilmesi zorunlu perspektif ve doktrin etrafında, aklı devrede tutarak aktif özne olunmasıdır.
Bu nedenle Allah;
Enfal suresi 22 "Gerçek şu ki, Allah katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, aklını kullanmayan sağırlar ve dilsizlerdir; demektedir.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?