Hep birlikte izliyoruz, dünyanın bir bölümünde zulmedenler var, diğer tarafında çaresizlikle mağduriyetini haykıranlar. Bunda şaşıracak bir taraf yok, şeytanla insan birbirlerine düşman olarak indirildiği günden bu yana, hayatın nasıl biçimlendiğinin bugününe tekabül eden bir görüntüsüdür bu…
Tuhaf olan, altta kalan, yenilen, ezilen Adem taraftarlarının, sürekli bu halden yakınması, şikayet etmesi, medet umması. Bu ilginç bir psikoloji. Sen kime yakınıp, kimden medet istiyorsun? Eğer bunlar, bu savaşta seni mağlup eden "güçlüler" ise, onlar senin düşmanların. Eğer bu "güçlülerle" aynı makro sistemde, konsensüs içerisinde bulunanlarsa, onların düşünüş ve davranışları, sana yardım etmeyi, daha doğrusu hakkın ikamesini öncelemeyen, stratejik bir oyunun bir unsuru olmak akliyeti ile gerçekleşmektedir. Yok, beklentin senin durumunda olup, henüz senin başına gelenler, fiilen başına gelmemiş olanlardansa; kusura bakma, olsa dükkan senin.
Hâl böyleyken neden her felakete uğrayınca olmaz yerlerden, kişilerden medet umup, onları suçlamak durumuna düşülmektedir. Bunun tek sebebi çaresizlik ve acizliğin getirdiği, ne yapacağını bilememek hali değil midir?
Kanaatimiz odur ki; en güçlü neden bu değildir. İnsanlar ve toplumlar, her durumda, bildiklerinin ve olduklarının çıktısını verirler ve davranışını sergilerler. Sözüm, edilgen ve kendi hallerini bizatihi inşa etmek sürecine katılıp, yönetememiş, "mazlum ve mağdur/mustaz'af" kitlelere değil. Onların bu çıktıları vermelerine neden olan süreçlere, bunları tasarlayıp yönetenlere, potansiyeli olduğu halde fark edip, direnmeyenlere ve hakikati inşa etmek için cehd göstermeyenleredir..
Açın şimdi televizyonlarınızı, internetinizi; harap olmuş şehirler, parçalanmış çocuklar, insanlar göreceksiniz. Bunları, gözdağı verip, korkutmak için yayınlayanlardan çok, maruz kalanlar ve "taraftarları" yaymaktadırlar. Amaçları, karşı tarafın ne kadar zalim olduğunu, ne felaketler oluşturduğunu göstermek.
Kime?
Niye?
Bu mecralara sahip olan ve etkili yönetebilenlerin çaba, imkân ve planlarına rağmen kamuoyu oluşturup, karşıtlık geliştirmek için mi? Olabilir. Bu da bir medet beklentisidir. Bir de madalyonun diğer tarafına bakalım. Ontolojik bir kavganın bir tarafı olmak şuur ve farkındalığına; bunun gereğine uygun oluşlara ve davranışlara sahip olmak yerine; edilgen mağluplar psikolojisine uygun davranışlar görülmektedir. Bu hâl, propagandanın manipülasyonları ile sadece perdelenebilmektedir.
Maruz kalınan ve yayılan bu görüntüler; uzun yılların ve pek çok olayın şahitliği ile sabittir ki, kitleleri uyandırmıyor, bilinçlendirmiyor, kararlı kılmıyor, harekete geçirmiyor ve hatta yerinden bile oynatamıyor. Zira, aralarında onlarca yıldır, benzer görüntülere maruz kalan kitlelerin, benzer; edilgen ve nesne tabiatlı, etkisiz tavırları tekrar etmektedir. Aradaki tek fark, acizliğin tarifinde kaydedilen retorik çeşitlilik ve bunun teşhirinde, daha önce imkânı kısıtlı olanların daha çok imkâna kavuşmaları olmuştur. Ancak kendilerini bu duruma sokan etki ve koşullara karşı herhangi bir bilinç, karar, hâl, hazırlık, davranış ve güç farklılığı olmamış, oluşmamıştır.
Bu görüntülere maruz kalmak ve yaymak, insanlara özne olmak babında bir şey öğretmemekte, bilakis nesneleşmeye, acziyeti kabule, bunun konsolidasyonu ve perdelenmesine yönelik ajitasyon yapmaktadır.
Oysaki bu ontolojik kavganın onurlu, bilinçli ve farkında olarak taraftarı olabilmenin yolu, özgür öznelerin inşası ile mümkündür…
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?