NÜKLEER GÜÇ VE ÖNCÜLER -1-

Nükleer güç, küresel ölçekte; oyun bozucu, oyun kurucu, oyun değiştirici güçtür. Fakat bundan daha etkili olan güç ise, fıtratını anlamış, kendisine din olarak seçmiş, bununla da hayata müdahale eden insandır. 

Bu ifadeler, okuyanlar için abartılı ve ütopik gelmiş olabilir. Bu halin nedeni, olgunun fıtratını ve etki potansiyelini, derinlemesine bilememektir. 

Nükleer gücün asıl etkisi, yok ediciliğinden değil, caydırıcılığından gelir. İster yok edici, ister caydırıcı özelliklerine sahip olsun, bunların etki gücü ve süreci bütün zamanları ve mekanları kuşatıp, kapsamamaktadır. 

Soğuk savaş döneminde, Sovyetlerin nükleer gücü, Amerika'yı dengelemeyi başarmıştı. Ancak aynı dönemde, aynı güç, Afganlılarda aynı etkiyi gösteremedi. Zira, nükleer gücün etkilerinin anlamı, Afganlılarda, Amerikalılardan farklıydı. Afganlıların; hayata, ölüme bakışları, korkuları ve standartları, Amerikalılarla aynı olmadığı için, aynı tepkiyi vermediler. 

Oysaki fıtrata uygun yapılan, yaşanılan herşey; izafiyete, şartlara, zamana bağlı olmaksızın; her an ve alanda; her ilişki, sistem, süreç, oluş ve olgu da; asimetrik, sürdürülebilir, adil ve bütüncül güç ve üstünlük oluşturur. 

Bunun farkına varanlar, hakikatini anlayanlar, strateji-plan ve süreçlerini bu çerçevede belirleyenler; büyük bir gelişim ivmesi ve rekabet avantajı elde edeceklerdir. 

Fıtratın gücü öncelikle, Allah'ın yarattıklarından elde edilen yaratılış özelliklerinin bilgisini yani kevni ayetlerini ve Nebileri vasıtasıyla gönderdiği bilgiyi yani vahyi ayetlerini öğrenip; bunların arasını telif ederek, sistemin çalışmasının sağlanması ile ortaya çıkar. 

Buradan, yeryüzündeki temel misyonumuz olan halifeliğin ve varlık nedenimiz olan kulluğun bilgisini; fıtri bir telifle öğrenmek icap eder. 

Bunların gerçekleşmesi için; ahsen-ü amelin ve şeytanla savaşın bilgisine sahip olmak gerekmektedir. 

Bunlarla birlikte; genel olarak fıtratın, özel olarak şakilenin bilgisine haiz olmak zorunludur. 

Bir de inşanın ve güvenliğin bilgisi gerekmektedir. 

Bu bilgiler fıtratları çerçevesinde öğrenilir ve kullanılır. 

Bir araya gelince sistem haline gelip, çalışmaya, misyon ifa etmeye başlayanların arası ayrılmaz. 

Bilginin, fıtratına uygun öğrenilmesi ve kullanılması; daimi olarak, doğal kaynaklarından, dengeli olarak beslenen ve kendi yatağında ve dengeli debisi ile kesintisiz akan bir nehre benzer. Bu durum devam ettiği sürece, nehrin akıp gittiği güzergah boyunca bereketler saçılır, medeniyetler kurulur. Oysaki aynı suyun: sel haline gelip, taşıp, güzergâhtaki herşeyi yok etmek potansiyeli de vardır. 

Bereketi, hayat vermeyi, medeniyeti, kesintisiz  sağlayan koşullar, fıtratı ifade etmektedir. 

Varlıkların, oluşların, olguların, sistemlerin, süreçlerin, ilişkilerin kevni ve vahyi bilgilerinin araları ayırt edilmeden, sistem bütünlüğü içerisinde öğrenilmesi ve kullanılması ile fıtrata uygunluk gerçekleşir. 

Eğer ütopya değil gerçekse, neden dünyaya vaziyet edenler bunu elde edip, tavırlarını bu çerçevede belirlemiyorlar? sorusunu sorup, sahici bir cevap bulabilmek, stratejik bir perspektifin motivatorü olabilir. 

Kevni ayetleri yani bilimsel bilgiyi elde edip, bunu vahyi bilginin; anlam, sınır, ilke, ölçü, sistem, değer ve hukuku içerisinde kullanmayıp; buna karşılık bilgiyi de kendilerinin imal etmesini öngören "egemenlerin", fıtrat gücünü kullanmak imkânları yoktur. 

Bu gücü kullanabilmenin ilk koşulu; varlığın özelliklerinin bilgisini, varlığı yaratan İlahtan almak mecburiyetidir. 

Bu da farklı bir şarta bağlanmıştır. Fıtratın hidayet rehberliğini yapan kaynağa, ancak Allah'a karşı; bütün ekmel isim ve sıfatlarının bilinmesi ile oluşan sevgi, saygı, bağlılık, hayranlık, teslimiyet ve korkudan husule gelmiş sorumluluk duygusuna ve haline yani takvaya sahip olanlara hidayet bilgisini vermesi kodlanmıştır. Bu kod sisteminin açılıp, fonksiyonel hale gelmesi için gerekli koşullarda kitap boyunca bildirilmiştir. 

Bu nedenlerle sözde egemen güçlerin, fıtratın; fasılasız, asimetrik, her an ve şartta kullanılabilecek güç ve imkanlarına sahip olmak ihtimalleri yoktur. Bununla karşılaştıkları zaman da mağlup olmaktan başka ihtimalleri yoktur. 

Bu nedenle tek stratejik hedefleri, insanların bu imkânın farkında olmamaları ve yerli yerinde kullanmamalarını sağlamaya çalışmalarıdır. 

Doğal olarak hemen şu soruyu sormak icap etmektedir. Madem keyfiyet böyle, o halde sizin sözde egemen olarak tarif ettikleriniz yeryüzünde bariz üstünlük sahibidirler? Neden kendilerini fıtrat dinine nispet edenler de zillet ve yenilgi içerisinde kölelik pozisyonuna sahiptirler? 

Karanlığın hükmü güneş doğana kadardır. Sözde egemenler, insanların, fıtratın hakikatini anlamamaları, güç ve imkânlarını fark etmemeleri ve kullanmamaları için güneşin önüne perdeler çekmekteler ve buralarda filmler oynatarak, insanların algılarını yönlendirmektedirler. Perdelerin farkında olmayanların hakikatlerini de bu perdelerde oynatılan filmler oluşturmaktadır. O nedenle film seyreden insanların zihinlerinde ve gönüllerinde; hakikat ve fıtratın ve bununla ilintili şeylerin anlamı, yüksekliği, gücü ve etkileri hakkında bir farkındalık yoktur. Bu sebeple de hakikati talep ve elde etmek niyet ve motivasyonları da gelişememektedir. Ortaya çıkmak potansiyeli olan doğal bilinç ve dürtüler de filmlerle sürekli, sözde egemenlerin öngörüleri doğrultusunda yeniden yapılandırılmaktadır ki, insanlar kendilerini, olmadıkları hal ve nitelik üzerinde zannedebilsinler. 

Bu durum mutlak ve değişmez gibi görünüyor. Bu halde fıtratın güç ve imkânlarını kullanabilmek fırsatı hiç bir zaman doğmayacak gibi. 

Durum böyle değil. Fıtratın güç ve imkanları o kadar asimetrik ki, tarih boyunca bu perdeleri yırtıp, arkasındaki hakikati görebilmiş bir kişi, bir grup insan bile kırılım dönemleri oluşturmuş, tarihi değiştirmiş, yeniden, topyekün hayatlar inşa edebilmişlerdir. 

Bu durum dönemsel ve lineer bir hale değil; daimi ve döngüsel bir keyfiyete sahip olduğu için her zaman tekrarlanması imkânı vardır. 

O halde? 

Bunun tekrarlanmasını oluşturacak koşulların ve öncülerin konuşulması gerekmektedir.

0 Yorumlar