İnsanlar iki yolla hiçliğe ulaşabilirler. Birincisi, anlamları bulup, değerlere ulaşınca; ikincisi ise anlamları ve değerleri kaybedince.
Her ikisinin de bir seyr u sülûku vardır.
İnsan; varoluşun, hayatın, özünün, ilişkilerin, yaratılışın, olguların, oluşların fıtri anlamlarını öğrenince; bu seyirde; neyin değerinin olup, neyin değersiz olduğunu; neyin değerinin, ne kadar olduğunu; değerler sırasını ve öncelikleri bilince, hiçliğe giden yolda seyre başlamış demektir.
Bu yolun sonundaki hiçlik, mutlak bir hiçlik değildir. Herşeyin yaratıcısı, sahibi, yöneticisi, mutlak tasarruf sahibi olan, herşeyin rızkını veren, koruyan, gözeten, geliştiren, terbiye ve tedib eden; O yaratmazsa, hiçbir şeyin olmayacağı; O istemezse, izin vermezse, hiçbir şeyin istenip, yapılamayacağı bir Hep'i bilip, bu Hep karşısında; O olmadan olmayacağı, bilemeyeceği, isteyemeyeceği, yapamayacağı bilinci ile ortaya çıkan izafi bir hiçlik keyfiyetidir. Böylece haddini ve anlamını bilir ve gerçek değerine kavuşur. Bu, kıymetli ve kazandıran bir keyfiyettir.
Diğer hiçlik ise, insanın sahip kılındığı her şeyin anlamını ve değerini kaybetmesi sonucu oluşur. Bu insan, sahip kılındıklarını tükettikçe, anlam ve değerlerini kaybeder; anlam ve değerlerini kaybettikçe, her şeyi büyük hızla tüketmeye devam eder ve bu döngü onu mutlak bir hiçliğe ulaştırır. Bu halde artık kendisinin ve ona ait olan hiçbir şeyin bir anlamı ve değeri kalmadığı için hiç olmuşlardır. Kıymetsizlik, değersizlik, had bilmezlik, her şeyi üretmeyi düşünmeden tüketmek tam bir şükürsüzlük hali.
Tüketmek, sarf etmek değildir. Sahip olunan bir şey; anlamının, fıtratının dışında sarf (israf) edilirse tüketilmiş olur. Tüketilen şeyler, inşa etmez, bozar ve imha ederler.
Birinci hiçliğe giden seyirde, ilk safhada; insanın anlam ve değerleri bulması, bunun için sorularının cevaplanıp, tereddütlerinin ortadan kalkması; korkularından, endişelerinden kurtulması; kararlarını verip, amaçlarını belirlemesi; sükunete erişip, dinginleşmesi gerekmektedir. Bu, nefsin, bütüncül tatmine yani itminana ulaşması demektir. Nefsin, kendi fıtratının sınırlarına çekilmesi ve orada karar bulması anlamına gelir.
İtminana, dinginliğe, bütüncül tatmine ulaşan nefs, varoluş özelliklerinden, sahip kılındıklarından, sahip kılandan, olanlardan razı olur. Yani itirazları, hoşnutsuzlukları, tatminsizlikleri kalmaz. Tam bir itaatle itaat edip, tam bir teslimiyetle teslim olur. Bu nedenle artık bu çerçevede bir hayat yaşamaya ve üretmeye karar vermiştir.
İnsanın; hale, olana, oldurana razı olması da Olduranın rızasına sebep olur. Rab razı olursa, insanın ihtiyacı olan her şeyi lütfeder. Onu korur, destekler ve güçlü kılar.
Bu safhaları aşabilenler, Allah'ın kulları arasına girmeye liyakat kesp ederler ve yeryüzündeki varlık nedenlerini gerçekleştirmiş olurlar. Allah ta onlara, vadettiği cenneti lütfeder.
Bu, birinci hiçliğin seyr u sülûkunun özetidir.
Anlamları ve değerleri kaybetmek ve sınırsızca tüketmek seyrinde olan, ikinci hiçliğin yolcuları; bunu, fıtratının sınırları dışına çıkarak, neredeyse sınırsız talep etmek tabiatına sahip olan hevanın dümen suyuna girerek yapabilirler. Bunun gerçekleşmesini için de hevaya koşulsuz itaat yani kulluk etmek kıvamına ulaşmaları gerekir. Bunun için; mutlak aldatıcının rehberliğini, dostluğunu kabul etmek; hakikati aramaktan vazgeçmek, akletmemek, Rab'la irtibatı kopartmak, farkındalıklardan yüz çevirmek, köleliği kabullenmek ve cari akışa dahil olmak mecburiyetindedirler. Bunlar, ikinci hiçliğin seyr u sülûkunun icabatlarıdır.
İkinci hiçliğin seyr u sülûkuna dahil olmuş, çok büyük, geniş, yaygın ve çeşitli bir kitle vardır. Bunların çeşitliliği ve yaygınlığı o kadar büyüktür ki, içlerinde; en cahilinden, okumuşuna; kentlisinden, köylüsüne; her yaş, cins ve ırktan olanına; farklı din, ideoloji, fikir, felsefe ve taraftarlıklara sahip olduklarını ifade edenlere; müttefik, muarız, muhalif gibi gözüken sosyolojik, siyasi, kültürel, stratejik gruplara ait insanlara rastlamak mümkündür.
Birinci hiçliğin seyr u sülûkunun zannına, iddiasına, romantizmine sahip olanlar çok gibi görünmekle birlikte, seyirde olanların fazla olmadıkları söylenebilir.
Birinci hiçliğin seyrinde olmak iddiasına sahip olanların, ikinci hiçlik yolunda olanları; hakikate, kurtuluşa, aydınlığa davet etmek çabaları da bu tablo karşısında önem taşımaktadır. Zira davet edilenler, davet edenlerin nedenlerine, niyetlerine, davet ettikleri hususların hakikatine ve sahiciliğine; davet edenlerin, seyrine, yoluna, yönüne, menziline; zihinle, ruhla, gözle, kulakla, duyguyla, müşahade ile ilgi duyup, etkilenmeli ki; orada, anlamı ve değeri olan bir yön olduğu ihtimaline inansınlar.
Yani bu davetin; zanna, nefse, farkındasızlıklara, acziyete, tüketime, çaresizliklere, anlamsızlıklara çağrı olmaması gerekiyor. Çünkü ikinci hiçlik yoluna girenler zaten bu saiklere aldanmışlar ve hala aldanmaktadırlar. Yani bunlar, kurtuluş çağrısında bir işe yaramazlar.
Birinci hiçlik saliklerinin davetleri ancak Rabba ve Rabbanilerden olmayadır. Bu da ancak onları yola sokan ve yolda tutan fıtrat hükümleri çerçevesinde olur. Belki de bu azgın nihilizm selinde sürüklenip, hiçlikte kaybolanların tutacağı tek el, hiçliği bulmuş olanların eli olacaktır.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?