NELERİ İÇERMİYOR?

Çok kısa bir süreliğine, yurdumuzda bir insanı misafir ettik. Şeyh Mahmut Almeri. Asıl ismi Aurelio Passarelli. Bir otel odasında, az bir toplulukla yaptığı kısa sohbete katılmak bahtiyarlığına erdim. Anlattıklarından benim anladığım kadarıyla bir bölümünü paylaşmak istedim.

Üstat nedir bu Müslümanların hâli? biçiminde ete kemiğe bürünmüş; cevapsız, belki samimiyetsiz, fakat mahza çaresizlik kokan soruyu, birisi sordu.

Üstat; boş sözlerden sakınmanın gayreti, belki de zaman darlığı nedeniyle lafı dolaştırmadı.

Mevcut zamanlarda "Müslümanların" yaşadığı din üç hususu içermiyor. Birincisi "sadece Allah'a kulluk etmek", ikincisi "ahsen-u amel işlemek", üçüncüsü ise "şeytanla ve dostlarıyla savaşmak".

Hemen hayret nidaları, kaş kaldırmalar, gölgeli bakışlar oluştu. O odada, üstadı tanıdığı için bulunan bir avuç insana bile sert gelmişti bu sözler.

Durumu gören ve zaten alışkın olan üstat; "yani siz böyle olmadığını mı söylüyorsunuz?" diye sordu.

Yani siz, "Müslümanların"; varlık tasavvurlarının, hayat tasavvurlarının, oluş tasavvurlarının, ilişki tasavvurlarının, cari okumalarının, karar kriterlerinin, öncelik ve hedeflerinin, tavır ve tutum mahiyetlerinin, bilgiyi ve diğer olguları tarif ve tasniflerinin, değer yargıları ve kıymetlendirmelerinin, perspektif ve değerlendirmelerinin, hukuk ve adalet anlayışlarının, ahlak ve şahsiyetlerinin ve tüm sınırlarının; Allah'ın Kitabı ile gönderilmiş hüküm cümleleri, anlamlar, değer yargıları, ölçüler, ilkeler, sınırlar, kriterler, referanslar, usuller, kök stratejiler, temel hukuk, kök ilişkiler ve sistematik çerçevesinde; aklederek, anlayarak, inanarak, teslimiyetle ve adanarak oluşturulup, gerçekleştirildiğini mi söylüyorsunuz? Bunun için "Müslümanların"; perspektifler, algı ve anlama usulleri, tezler, teoriler, sistematikler, planlar, projeler, denemeler gerçekleştirdiklerini mi söylüyorsunuz? Bunları gerçekleştirmek için; hiç durmadan, disiplinle, istikrarla, samimiyetle, paylaşarak, işbirliği içerisinde çalıştıklarını mı söylüyorsunuz? Bunlar için hangi stratejileri geliştirdiği, nasıl örgütlendikleri, kaynaklarını ne biçimlerde ve nerelerde kullandıkları hususunda ne söylüyorsunuz? Özgürlük, özgünlük ve öznelik kavramları ile ilişkileri hakkında söyleyeceklerinizi de merak ediyorum. Farkındalık, niyet ve talep hususunda da bir şeyler söylemek lazım herhalde. Eğer bu konularda konuşmadan, "sadece Allah'a kulluk" mevzusunda konuşalım diyorsanız, benim bu konuda bir bilgim yok. Hangi mevzulardan bahsedip; "işte bunları yapıyoruz ve sadece Allah'a kulluk etmek sorumluluğunu yerine getiriyoruz, insafsızlık etme" diyorsanız, sizin konuşmanız gerekiyor.

Gelelim "ahsen-u amel" meselesine. Öncelikle bu kavrama halihazırda yüklenen anlam ve belirlenen alan ve sınırlar üzerinde düşünmek lazım. Daha sonra bu çerçevede "Müslümanların"; "zihinsel, ruhsal, ahlaki, ibadi, ilişkisel, sembolik", entelektüel, felsefi, akademik, "ilmi", sosyal, bireysel, siyasi; tüm hal, duruş ve faaliyetlerini gözden geçirmek icap edecek. Bunların niyet ve mahiyetlerinde; varlık ve hakikat hükümleri ile "bir hayat inşa etmek" gibi bir başlığın, amacın varolup, olmadığını gözden geçirmek te gerekecek. Zira ahsen-i amel, hayatın bütün anlarında; en doğru, isabetli ve güzel kararların alınmasını; en doğru, isabetli ve güzel amellerin/davranışların gerçekleştirilmesini ifade eder. Yani işin aslının amel; mahiyetinin ahsen; elbette bağlamının da hayat olması esastır. Bu esas üzerinden hareket edilirse, insan doğasına ve tüm varlıkların hukukuna uygun bir hayatın inşası gerçekleşir. Bu da gözle görülür, akılla bilinir, halle yaşanır, duygularla hissedilir, somut bir olgudur. Yani tek başına; soyut, teorik, felsefi, entelektüel, akademik bir husus olarak tezahür etmez. Adaletin, tatminin, üretimin, barışın, insanların fıtrat üzere yaşamalarını desteklemenin, onurun, değerin, estetiğin, nezafetin; baş gözüyle görüldüğü bir hali tarif eder. Yani siz şimdi "Müslümanların" hayata müdahalesi ve vaziyeti zaten böyledir ve bu tezahürlerin hepsi cari olarak ortadadır, sen çıkıntılık etme mi diyorsunuz?

Şeytanla savaş konusu ise daha çetrefilli bir mevzu. Tek amacı insanları varlık nedenlerinden uzaklaştırıp, farklı sahte nedenlere dayalı bir hayat tasavvuruna sahip kılarak, bu çerçevede yaşamalarına ikna etmek olan Şeytan; bunu gerçekleştirebilmek için sadece insanların temel farkındalıklarını ortadan kaldırıp; sahip kılındıklarını, varlık nedenlerinin gerçekleştirilmesi için kullanmalarına engel olmak şeklinde belirlediği, basit bir strateji ile hareket etmektedir. Bunun için, hayatın bütün anlarında, alanlarında, bütün insanları aldatmaya çalışması yanı sıra, aldatabildiklerini dost haline getirip, bunların sahip kılındıkları bütün imkan ve kaynakları da, kendi hedefinin gerçekleştirilebilmesi için kullanmaya teşvik edip, yönlendirmektedir. Kendi varlık anlayışına gösterdiği büyük sadakat ve adanmışlıkla, bir salise bile durmadan büyük performansla çalışmaktadır.

Sonucunda elde ettiği başarı ve farkındalıkları yok etmek stratejisi ile öncelikle; fiilen kendisinin düşman olduğu ve insanların kendisiyle savaşmak mecburiyetinde oldukları farkındalık ve bilincini ortadan kaldırmaya çaba göstermektedir. Bunu başarabildiği oranda, zaten ortada, kendisiyle savaşan bir düşman kalmamaktadır. Bu durumda, sorunsuz bir zeminde, manipüle edip, kandırdığı insanların kaynakları ile, domine ettiği süreçlerle, kendi düzenini konsolide etmekte ve özgürlüğü bilmeyen insanlar ile oynamaktadır. Bunun için en güçlü silahı, inşa edilememiş ham benlikleri kullanabilmesidir. Yani farkındalık, bilinç, rüşd, irade gibi kavramların işler hale gelmesini mümkün kılacak benlik inşası gerçekleşemeyince, nefsin basit taleplerine takılan insan köleleşmekten kurtulamamaktadır.

Şeytanın, düşmanın ve savaşın; anlam ve gerçeklerinin farkında olmak ve gereklerini yerine getirebilmek, sadece soyut, entelektüel ve lafazan bir hal ve eylem değildir. Hal ve eylem hali her türlü görülüp, fark edileceği gibi, bunun olumlu ve olumsuz sonuçları da ayan beyan fark edilebilecektir. Şimdi siz: "Müslümanlar" Şeytanla savaş ediyorlar; ona pabuç bırakmıyorlar; bütün bilinç, farklılık, donanım, organizasyon ve faaliyetlere sahipler, fakat senin gözün kör ve sen kötü niyetlisin mi diyorsunuz?

Daha vahimini söyleyeyim. "İçermiyor" dediğim hususlar, Kitap'ta, hayatın ve insanların varlık nedenleri olarak bildirilmektedir. Yani yeryüzü hayatında her şeyin başlangıç noktası, ana çerçevesi, bütün amaç ve hedeflerin doğduğu kök olgulardır. Zaten burada yapılacak her hata, bırakılacak her eksik, bundan sonrasının zıvanadan çıkmasını sağlayacak temel faktör olacaktır. Hayatı yaşarken, fark etmemiz için karşımıza çıkan yüzleşme vesileleri işe yaramazsa, nihayetinde vesilesiz yüzleşmeye maruz kalınacak, yakinin hasıl olduğu demde yapılacak bir şey de kalmamış olacaktır. Bu nedenle Mevla, "iman edenlere, iman etmeleri" tavsiyesinde bulunmaktadır.

0 Yorumlar