Aslında öfkelenmemiz gerekenler; senin, benim, onun, sizin, bizim, onların bu hale gelmesine neden olanlar değil mi?
Eşeği dövemeyen, semerini dövmeye çalışıyor.
Başkalarından duyup, görüp tahammül edemediğimiz öfkelendiğimiz şeyler, gerçekte kendimizde olup da tahammül edemediğimiz şeylerdir. Emin olun, iyice bir düşünün, böyle olduğunu anlayacaksınız. Fakat ne kendimize ne de birbirimize kızmakta haklı değiliz. Eğer sen ve ben, kendi fıtratımız üzerinde kalabilseydik ne kendimize ne de birbirimize kızacak bir şeyler bulamazdık muhtemelen. Zira insanın fıtratı üzere yaşaması; tatmininin, dinginliğinin, huzurunun, barışının sağlandığı demdir. Barış, insanın hem iç dünyasında, hem de onu kuşatan bütün çevreyle çatışmasızlık halidir. Niye çatışma olsun ki? Kendi hukukunu ve dengelerini koruyan; çevredeki bütün insanların, varlıkların hukukunu ve dengelerini gözeten bir dem de çatışmaların nedenleri ortadan kalkar. Bu sebeple fıtratın korunduğu yerde öfke olmaz. Çünkü öfkeyi körükleyecek, çatışma çıkartacak; adaletsizlikler, korkular, hasetler, zayıflıklar, oluşmak için zemin bulamazlar.
Bu nedenle bana öfkelenmekte haklı değilsin. Çünkü ben senin fıtratına uygun yaşamana engel olacak bir şey yapmadım. Fıtrat hükümlerine saldırıp, değiştirmeye, ortadan kaldırmaya yönelik bilgim, gücüm, niyetim ve çabam da yok. Olsa olsa anlam veremediğin bazı davranışlar içerisinde olabilirim. Fakat bu hal, benim de senin gibi zarara uğramış bir kurban olmamdan ve bu durumdan kurtulmak çabalarımdan kaynaklanıyordur.
Sen son karede beni görüp, öfkeni bana yöneltiyorsun ve fakat bu, herhangi bir sonuç elde edebileceğin etkili bir şey değildir. Zira ikimizde, fıtratımıza yönelik gadre maruz kaldığımız müddetçe; aynı zaafların, korkuların, kıskançlıkların, öfkelerin mağduru olarak, çaresizliğimizi ve etkisizliğimizi sürdürmeye devam edeceğiz.
Adam, ufku dar, kaba-saba, bencil, cahil kişilere öfke kusuyor ve toplumdaki sorunların müsebbibi olarak bunları görüyor. Bu insanlara düşmanca tavırlar sergiliyor. Bir başkası, marjinal davranış ve kıyafetleri ile toplumsal normlara uymayanları aynı biçimde yargılayıp, büyük kızgınlık gösteriyor. Ya da kendisinden farklı düşünüp, ifade edenlere şedit muarızlık ediyor. Eğer bu kızgınlıklar, fıtrattan gelen hukukuna bilinçle saldıranlara karşı değilse; aslında fark etmiyor ki, öfkelendikleri ile kendileri aynı yere tekabül ediyorlar. Öfkelendikleri insanlar, gerçekte ulaşamadıkları, engellendikleri doğalarına karşı yapılanlara, şuuraltı tepkilerinin tezahürlerini böyle gösteriyorlar. Bu insanlara öfkelenenlerin de şuuraltı tepkileri aynı şeyedir, fakat görünür yansıması, gözünün gördüğüne oluyor.
Eğer gerçekten bir düşmana öfkelenip, tepki gösterilecekse ve hatta onunla mücadele edilecekse, bu düşman, insanın fıtratına harp açmış, onun orijinal anlamlarını, sınırlarını, ilkelerini, hukukunu, değerlerini, ölçülerini, ilişkilerini değiştirmek için çabalayanlardır. Zira bizleri huzursuz, mutsuz, başarısız, etkisiz, umutsuz, güvensiz kılan; korkulara, öfkelere, nefretlere, ezikliklere, çaresizliklere, zulümlere maruz bırakan her şey bunların çalışmaları sonucunda oluşmaktadır.
Bir de iş birlikçiler vardır, kızılması, karşı konulması gereken. Eğer iş birlikçiler olmasa, düşman olanların etki edebilmeleri mümkün olmaz. Bunlar, hepimizin nefisleri, egolarıdır. Eğer nefisler -ki böyle bir tabiata sahiptirler- insanın doğasının sınırları, ilkeleri, değerleri, ölçüleri dışında beklentilere, taleplere sahip olurlarsa ve bunları dayatırlarsa; işte insanlar bu anlarda zayıflarlar ve açıklar vermeye başlarlar, düşmanlar bu açıklardan sirayet ederler. Zira nefisler dayatmaya başladıkları zaman iradeyi zayıflatıp, çökertecek taktikler uygularlar. Öncelikle aklı devreden çıkarıp; akletmeye, muhasebe yapmaya, idrak etmeye mugayir işler yaparlar.
Aslında iş birlikçi olmaları bu nedenledir. İnsan, doğasına uygun yaşarsa; akleder, fıkh eder, idrak eder, güçlü iradeye sahip olur ve nefsi fıtrat sınırları içerisinde tutmayı başarabilir. Tabiatı icabı, fıtrat sınırlarının dışında talep etmek yöneliminde olan nefis, fıtratın yapısını değiştirmek stratejisine sahip olan düşmanla iş birliği içerisine girebilir. Fıtratın yapısı bir kez değişince, nefsin sınır tanımazlığının güdümüne giren insan; bu keyfiyet üzerinden stratejilerini yürüten düşman karşısında tüm güç ve imkânlarını kaybeder.
Yani kızacak ve mücadele edeceksen, benimle ya da bizlerle aynı durumda olan garibanlarla değil, gardını düşüren nefsine karşı yap. Zaten insan farkında olmasa da fıtratının sağladığı güç, imkân ve yükseklikleri, şuuraltında biliyor ve talep ediyor. Buna karşı zaaf içerisinde olan nefsinin bu hallerinin de farkında oluyor. Eğer bunlara karşı bir şey yapamıyorsa, kendine öfkeleniyor. Fakat bunu kabul edemediği için, eğer benzer şeyler karşısındakiler tarafından hatırlatılırsa veya bunlarla yüzleşmek durumunda kalırsa, öfkesini onlara yansıtıyor. Yani bir nevi kuyruğu ile kavga ediyor.
Eğer akledip, iradeyi bir miktar da kullanabilmek imkânı olsa; öfke ve enerjiyi, tuzaktaki garibana değil, tuzağı kurana yöneltmek, akıllıca olandır. Tuzaktakinin hakkı; acınmak, tolerans, hakikati görebilmesi için özgür vasat imkânı, iş birliği teklifi, sınırları belli ilişki ve iletişim, mümkünse iyilik ve hakka şahitlik edebileceği özneler olmalıdır. Farkında olmadıkları zararlardan korunacak firaset, güç ve hikmetse senin halin. Düşmanlık öfkesi ise ancak asıl ve müessir faillerin hakkıdır. Bunun için de uygun bir bakış açısı, yaklaşım biçimi geliştirmek icap etmektedir.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?