NE HALDEYİZ?

Kişi kendin bilmek gibi irfan olmaz demişler. İrfan, derin bilmek demektir. Hem görüneni isabetli okuyup, anlamayı; hem görüneni meydana getiren bütün görünmez sebepleri; hem de sebepler ve görünenlerden çıkışla neler olabileceğini birlikte, okuyup, anlayıp, anlamlandırmayı içeren bir kavramdır. 

İnsanların, mevcut hallerini, çok parametreli ve hakikatine uygun olarak bilmeleri yanı sıra; bunu oluşturan nedenleri de sebep-sonuç ilişkileri çerçevesinde bilmeleri ve bunlardan çıkışla;  muhtemel olabilecekleri ve halleri okumaları da ancak irfanla gerçekleşebilir. 

Aynı insanlar gibi; toplumlar, topluluklar, milletler ve ümmetler; ne halde olduklarını ve ne hale gelebileceklerini, irfanları kadar bilebilirler. 

Kendisine din olarak İslâm'ı seçmiş ve hayatın, sistemlerin, toplumların; insanların doğasına uygun, bütüncül tatmine ulaşmış; kavga değil işbirliği, israf değil üretim, zulüm değil adalet, kaos değil anlamı tahakkuk ettiren düzen içerisinde; varlıkların hukukunu koruyan bir hayatın inşasının ve yaşanmasının; ancak İslâm'ın kök bilgileri ile gerçekleşebileceğine inananlar olarak:

İçerisinde bulunduğumuz hal nedir? 

Bulunduğumuz hal hayat amaçlarımızı ne oranda karşılamaktadır? 

İrfan kıvamındaki bilgiler bu hususta ne söylemektedir? Soruları bizim için büyük önem taşımalıdır. Yani hali okumaya Müslümanca bir perspektiften yaklaşmak zorunda olduğumuza inanmalıyız. 

Karşıda, yan yana iki bina bulunsa ve birisi kırmızı, diğeri ise gri renkli olsa; bu iki binayı birbirinden farklı kılan şey nedir? Elbette ki binaların boyandığı farklı boyalardır. 

Bir Müslüman olarak, hali okurken bizim bakışımızı oluşturan ilk kriter de neyin Allah'ın boyası ile boyandığı, neyin başka boyalarla boyandığı olacaktır. Zira Allah'ın boyasından daha güzel boya yoktur. Bütün olguların, oluşların, ilişkilerin, sistemlerin mahiyetinin; en güzel, doğru, fıtri, isabetli ve hikmetli olmasının lazım şartı, Allah'ın boyası ile boyanmış olmasıdır. Yani bunları oluşturan karar ve davranışları yapılandıran mahiyet bilgisinin, dini bilginin; Allah'ın, insanları onun üzerinde yarattığı fıtratın bilgisi olması gerekmektedir. 

Gözlemleyip, analiz, mukayese ve muhasebe edip, cari durumun; insanların fıtratına uygun biçimde ona sahip veya mensup olarak yaşadığımız bir mahiyete sahip olup, olmadığını tespit etmemiz lazımdır. Hem bu tespit için hem de bu hale mugayir durumların nedenleri için de cari durumu oluşturan sebepleri ve bunları oluşturan kök hükümleri de bilmemiz gerekmektedir. 

Bunu yapabilmek niyetimiz, talebimiz, gayretimiz, formasyonumuz olmazsa, ne halde olduğumuzu bilebilmek imkânımız da olmayabilir. 

Ne halde olduğunu bilmenin önemi nedir? diye bir soru sormak ihtiyacı duyarsak: 

Sadece Allah'a kulluk etmek için gönderildiğimiz bir dünyada, bunu gerçekleştirmenin yolunun da ahsen-ü amel işlemek ve şeytana karşı kıtal etmek olduğu gerçeğinden çıkışla; bu halde olmamak ihtimali, hayatın anlamına uygun yaşamamak, Allah'ı razı etmemek, itminana ermemek anlamlarına gelebilir. Bu ihtimal, Allah'a ve ahirete kavuşmayı uman ve hakikatin taraftarı olanlar için, hayatın en önemli şeyidir. 

Zira şeytanın, insanı aldatmada ki yegâne stratejisi, farkındalıklarını yok edip, yeryüzü halifeliğinin gereği kendisine verilmiş nimetleri kullanamamak zaafına uğratmak çabasıdır. 

Bu nedenle her demde; ne haldeyiz? Fıtrat perspektifinden bakınca, hangi sorunlara ve ihtiyaçlara sahibiz? Hangi hedeflere sahip olmalıyız? Farkındalığı içerisinde olmak zorundayız. 

İçerisinde bulunduğumuz zaman ve şartlarda da bu perspektiften bakınca, görülenler çok iç acıcı bir tablo oluşturmamaktadır. 

Bunu iki kategoride ifadelendirebiliriz. 

Birincisi; mevcut perspektifimizi oluşturan bilgi, usul, sistem ve sistematiklerin; bizim bakış açımızı, karar ve tercihlerimizi, tutum ve davranışlarımızı, fıtrat ekseninde oluşturacak bir sahihlik, netlik, bütünlük ve yeterlilikte olmamasından kaynaklanan yoksunluklar ve sorunların varlığı ile izah edilebilir. 

Hayat, boşluk kabul etmediği için, asli ve sahih olanın olmadığı yerde, sahte ve asli olmayan; bakış açılarını, yaklaşım biçimlerini, okumaları, anlamları, karar ve davranışları ve bunların oluşturduğu hayat biçimlerini ortaya çıkartmıştır. Bunun çok uzun süre devam etmesi ve düşünce-değerlendirme sistemini de yapılandırılabilmeyi başarması nedeniyle; büyük oranda, özgün ve sahih muhakeme, muhasebe, mukayese; niyeti, talebi ve yeteneği kaybolmuştur. 

Diğeri ise; fıtrata göre, imha edici süreçlerin hasılası olarak ortaya çıkan; şahsiyet, kimlik, konumlanmak zaafları ile sosyal, psikolojik, teknik, ilişkisel vb. beşeri sorunlar; hakkı talep etmek, hayatın inşasına dahil ve müdahil olmak, yanlışı düzeltmek, hakkı inşa etmek gibi hususların kadük kalmasına neden olmuştur. Bunun yerine, imal edilmiş "hakikatler" çerçevesinde argüman ve davranış geliştirmek tercih edilir hale gelmiştir. 

Bütüncül yapısı ile fıtrat çerçevesinde bir hayat inşa etmeye imkân sağlayan Dini, parça parça edip, herkesin kendi elindeki ile övünüp, sevinip, bununla hakikat üzerinde olduğunu, hayırlı faaliyetler gerçekleştirdiğini düşündüğü bir toplumda; hep birlikte bir ateş çukurunun kenarında olunduğunun fiilen farkına varılınca, ihtimaldir ki vaktin de çok geç olabileceğinin farkında olunacaktır. 

Ancak, Allah'ın lütfuna ilişkin bir samimiyet, basiret ve talep sahibi olmak niyet ve iradesini izhar edip, bu ihsana kavuşmak istisna olabilir. 

Ali İmran Suresi 103

"Ve topluca Allah'ın ipine yapışın, ayrılmayın; Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz, (Allah) kalplerinizi uzlaştırdı. O'nun nimetiyle kardeşler haline geldiniz. Siz ateşten bir çukurun kenarında bulunuyordunuz, (Allah) sizi ondan kurtardı. Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki, yola gelesiniz."

Bunun lazım şartı da belki aşağıdaki ayetin içeriği ile gerçekleşmesidir ve bunun için de hali, kali, fiili ve kalbi duaları, samimiyetle yapmak lazımdır. 

Fussilet Suresi 53

"Biz ayetlerimizi hem afakta, hem kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz onun hak kendilerine açıkça belli olsun. Her şeyin üzerinde Rabbinin şahid olması yetmez mi?" 

Ezcümle: 

İçinde bulunduğumuz hali; sahih ve fıtri bir perspektiften, isabetle okuyabilmek,  muhtemelen, gerektiğince sorumluluğu ve endişeyi hissedebilmeyi mümkün kılacaktır. Bu da belki; lütuf, rahmet ve ihsanı talep ettirecek bir bilinci ve hali tahakkuk ettirecektir. 

Allah'ın Kitabı, Resulün şahitliği, akıl ve Rabbin bizimle ilişkisi ortadayken; boş işlerle ve sözlerle, meselesizlerle, şehrin yandığının farkında olmayanlarla, zaaflarını perde yapanların şaşırtmalarıyla oyalanmamak lazımdır, şimdilik. 

Zira, Yaradan Rabbin adıyla okuyanlar veya okumasına izin verilecekler; örtülerine bürünmüş olsalar bile, korkularından ve uykularından sıyrılacaklardır, lütfu ilahi ile. 

Ya da kim bilir hangi mahallenin Ömer'leri, "haydi" emrini beklemekteler. 

Elbette bu ve buna mümasil hususların efradına cami konuşulup, çalışılmasının mecrası, usulü ve biçimi bu değildir. Hâli, hikmetle okumayla başlayan bir süreçle, ilgi ve çalışmaların istikametini bu tarafa çevirmenin zamanı gelmiştir, belki de.

0 Yorumlar