LABİRENTTEKİ SÜMÜKLÜBÖCEK

Labirente bir insan ve bir sümüklüböcek girse, hangisinin bu labirentten çıkmak ihtimali daha fazladır? 

Doğal olarak bu sorunun cevabı, elbette insan olacaktır. Çünkü insanın algı ve idrak kabiliyeti, akletmek yeteneği, mekan ve bütünlük algısı, yön duygusu, kıyas ve tahmin gücü, denemek imkanı, iradesi gibi üstün özellikleri vardır. Bunun yanı sıra sümüklüböcek, insiyaki olarak, hareket ederken bir ifrazat salgılar. Bunun bıraktığı izi takip ederek geldiği yolu, girdiği kapıyı bulabilir. 

İnsanlar, sahip oldukları üstün özelliklerini iradi olarak kullanırlar. Yani istemezlerse ya da böyle güç ve imkânlara sahip olduklarının ve kendilerine sağladıklarının farkında olmazlarsa, bunları kullanmazlar. 

Labirente girmiş insan; yön duygusunu, bütünlük algısını, bütünle-parça arasındaki ilişki farkındalığını, kıyas ve tahmin gücünü, deneme ve sonuçlarını değerlendirmek imkânını, aklını ve gözlem gücünü kullansa; soğukkanlı davranıp, paniklemese; umutla, cesaretle, teslimiyetle ve güvenle yürüse; labirentte kaybolmayacak ve çıkışı bulmak ihtimali çok yüksek olacaktır. Fakat bunların tamamından veya bir bölümünden imtina edince sorun oluşmaktır. 

Sümüklüböcekte böyle bir problem gözükmemektedir. Zira insan kadar üstün yeteneklere sahip olmasa da yolunu bulabilmesi için tek yeteneği olan, ifrazat salgılayıp, iz bırakmak imkânını kullanmamak gibi bir iradesi olmadığı için, hiç olmazsa bıraktığı izi takip edip, girdiği yerden çıkması garantidir. 

İşte, labirentin bu kesitinde sahip olduğu üstün vasıfları, herhangi bir nedenle kullanmayan insanın durumu, onun; kendisiyle kıyas-ı gayri kabil bir yaratık olan sümüklüböcekten daha aşağı bir derekeye düşmesi ihtimaliyle karşı karşıya gelmesine neden olabilir. Yani bir nevi bel hum adal halleri. 

Bu halin doğmasına neden olabilecek, hangi ihtimaller söz konusudur? 

Labirentin bu kesitine sıkışıp çıkamayan insan, eğer çıkmaktan umudunu keserse, yeni algı ve inançlar geliştirmek mecburiyetinde kalır. Zira bunu yapmazsa varlık anlamını kaybeder ve yaşayamaz. Başka bir anlatımla; varlık nedeni ya da anlamı, labirentte yolu şaşırmadan, doğru çıkışa ulaşmak olan birisi, bunu başarmaktan umudunu kaybedip, bir kesitte sıkışmışsa; zorunlu olarak, sıkıştığı kesit üzerinden yeni bir anlam üretip, burada bir yaşam geliştirecektir. Elbette bu anlam sahte, kuracağı hayat sahte olacaktır. Yolları bulamayacak, çıkışa ulaşamayacak ve bu kesitte tükenip gidecektir. Fakat labirentten çıkış için ona verilmiş zaman tükenene kadar bunu yapmak zorundadır. 

Sıkıştığı kesitle ilgili sahte bir anlam imal edebilmek için; öncelikle bütünlük duygusunu kaybedip, bu kesiti bütün gibi algılamak zorundadır. Yani öncelikle sahte bir mekân ve boyut algısı imal edecektir. Daha sonra kalan zamanda yapacaklarını bu boyuta göre tasarlayıp, planlamak zorundadır. Elbette bu keyfiyet, sahte bir zaman algısı imal etmeyi de mecbur kılar. 

İnsanın orijinal doğası, hayatın doğasına özdeş olduğu için; yani labirentte, bir noktadan girip, çıkması gereken doğru çıkış için, sürekli doğru bir yol ve rota üzerinde yürümek; bunu da kendisine verilmiş zaman ve kaynakların imkân ve sınırları içerisinde yapmak mecburiyetinde olduğundan, eğer yolu şaşırırsa, bulamazsa, umudunu kaybeder ve vazgeçerse; sıkıştığı kesitte imal etmek zorunda kaldığı her sahte anlam, algı, karar, biçim ve tarz; ancak orijinal doğasına yabancılaşıp, onu terk etmesi ile gerçekleşebilir. 

Sıkıştığı kesitte sahte anlamlarla, sahte hayatlar imal ederek, kendisine verilen süreyi tüketmek çabasında olan yaratık artık insan değildir. Çünkü bunu yapabilmesi, doğasına yabancılaşıp, onu ve ondan doğan erdemlerini feda etmek bahasına mümkün olmuştur. Yani, kesitlerde sıkışmamak, bütünü kaybetmemek, hakikatten yüz çevirmemek, hiçbir sahteye meyil etmemek, insan olmanın lazım şartlarındandır. İnsanın varlık nedenidir. Sıkıştığımız yerlerden kurtulmak için bize güç verecek, umut verecek olan, tutunacak dallarımız da bunlardır. 

Şükredicilik, hidayet, doğru yol, kulluk, Rab, din, fıtrat, Kitap, hayat, tevbe, tevhid, itminan, teslimiyet, rahmet, basiret, akletmek gibi kavramları bir kez de böyle bir tasavvur üzerinden tefekkür etmek lazımdır. 

Zira insanların önemli bir kısmı, bütünlük duygusunu ve algısını (tevhid) oluşturmadan yaşamakta ve labirentin bir kesitine sıkışıp, meşum sürece mecbur kalmaktalar. Sonra da kendilerine verilmiş imkânları bir ifrazat hükmünde kullanıp, iz bırakmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu izlerin anlamı, sümüklüböceğin insiyaki nedenine bile ulaşamamakta ve onlara yol bulduramamaktadır. Çünkü şeytanın "onları şükredici bulamayacaksın" vaadine uygun biçimde; imkânların ve kaynakların fıtri anlamının farkında olmayanlar bu izleri, sıkıştıkları kesitte; en alt seviyedeki arzu ve istekleri, varlık beyanları, önemsenmeleri, görülmeleri için bırakmaktalar. 

Orijinal doğasına uygun bir yolda yürüyen insanlar; durmadıkları, dönmedikleri, sapmadıkları, vazgeçmedikleri müddetçe değerlidirler, önemlidirler ve Rablerince görülmektedirler. Rabbinin gördükleri ve sevdikleri ise, uygun gördüğü kulları nezdinde de makbuldürler. Yani kıymet dilenciliği için değerli kaynakları, sümüklüböcek ifrazatı mesabesine düşürmeye gerek yoktur. 

Gelelim baştaki soruya. Doğru yolda yürüyüp, labirentin doğru çıkışına ulaşmak ihtimali daha fazla olan elbette fıtratına sadık kalandır. Bununla birlikte; amacı daha yüce, iradesi kavi, sorumluluk hissi samimi, bağlantısı güçlü, kaynağı çok olansa daha üstündür.

0 Yorumlar