KURULMAMIŞ HAYATI YAŞAMAK CESARETİ

İşin doğasına göre, insanlar hayatın bütününe ilişkin bir anlam bulurlar. Bu anlam, kurmak, yaşamak istedikleri hayatın varlık nedenini ifade etmektedir. Yani hayat olgusu neden yaratılmıştır? Hangi nedenle ve nasıl kurulup, yaşanacaktır? sorularına cevap vermektedir. 

Bu her şeyin başlangıç noktasını, her sorunun cevabının kaynağını oluşturmaktadır. 

Hayatın anlamını içselleştirmiş, tahayyül ve tasavvurlarını geliştirmiş olanlar, başka sorular sormaya da başlamışlar demektir. 

Bu soruları, fark ettikleri hayatın anlamı ve bunun üzerinden geliştirdikleri tahayyül ve tasavvurun perspektifinden sorup, onu referans alarak cevaplandırırlar. 

İçinde bulunduğumuz hal nedir? Bu halde benim durumum, pozisyonum nedir? Hangi sorun ve risklerle karşı karşıyayım? Nelere ihtiyacım var? Önceliklerim nelerdir? 

Bu sorgulama süreci iki hususla birlikte gerçekleşir ve devam eder. 

Birincisinde, hayat anlayışının yeni tasavvuru referans alınıp bir hal değerlendirmesinin ve muhasebesinin yapılması. 

Bu safhada; duygular, düşünceler, davranışlar, alışkanlıklar, bakış açıları, yaklaşım biçimleri, ilişkiler, sosyal çevre, üzerinde çalışılan hususlar, önem verilen şeyler, değerler, öncelikler, vaz geçilemeyenler, beslenilen kaynaklar, içerisinde yaşanılan sistem, kültür ve toplum; onlara karşı hissiyat, bağ ve iltisaklar; aidiyet ve nefret duyguları ve benzeri, iç dünyamız, onu kuşatan ve etkileyen çevre ile zihni, ruhi ve sosyal bağlarımız, yeni perspektif ve tasavvur çerçevesinde gözden geçirilip, muhasebe edilir. 

Diğer safhada ise, bu muhasebesinin neticesinde ortaya çıkan yeni ve özgün sorunlar, ihtiyaçlar ve öncelikler belirlenir. 

İnsan hayatı sadece zihni yaşanan bir süreç olmadığı için; her samimi ve ciddi tasavvurun bir karara ve hale dönmesi mecburiyetinden dolayı, bunlar için neleri, nasıl yapmak gerekir? sorusunu cevaplamak zarureti doğar. 

Buradan insanların amaçları, bunların gerçekleşmesi için gerekli hedefleri ve hayat planları doğar. 

Eğer süreç böyle işlemiyorsa bir sorun var denilebilir. Zira her samimi tasavvur mutlaka bir karara, amele ve hale ulaşır. Eğer ulaşmıyorsa ya tasavvur yoktur ya da samimi olmayan ham hayal veya retoriğin ötesine geçememiştir. 

Tasavvuru ve niyeti samimi olup da ötesi için çaba gösterenler için bundan sonra zor fakat tatmine götüren bir süreç başlar. 

İnanç, tahayyül ve tasavvurlarının dışında verilerle kurulmuş ve içerisinde yaşamak zorunda olduğu zemin, vasat ve atmosferlerin tüm zorlayıcı etkilerine tahammül etmek bu zorlukların başında gelecektir. 

Kendisinde henüz tahayyül ve tasavvur safhasında olan, inşa olmamış, mücessem hale gelmemiş bir hayata karşılık, mücessem olarak var olan ve yaşanan bir hayatta; inançlarını, doğrularını, tasavvurunu, amaç ve hedeflerini, davranışlarını sorgulatıp, hiçleştirmeye çalışan birçok unsur karşısında; Rabbine, inancına, hayallerine ve tasavvuruna tutunup; ayakta kalmak, sapmamak, vazgeçmemek, azimle mücadelesine devam etmek mecburiyetinde olacaktır. 

Zira insanların büyük çoğunluğu inanç, tahayyül ve tasavvurdan çıkışla bir hayat inşa etmek hal ve talebine sahip değillerdir. Onlar kurulmuş sistemlerin bir parçası olmayı, onları içselleştirip, adapte olmayı ve onun içerisinde sureta kimlik geliştirmeyi tercih ederler. Bunun için de bu tercihlerini töhmet altına sokacak olanların yüzleştirme ihtimallerine karşı var güçle mücadele ederler. Bu mücadelenin nasıl adlandırılıp, vasıflandırıldığının bir önemi yoktur. Esas olan süreçteki asıl niyetler ve mahiyettir. 

İşte bu nedenle; çoğunlukların değil de hakikatin işaret ve ifade ettiği çerçevede bir hayat inşa edeceğim diyenlerin başlarına gelmesi mukadder olan bu durum karşısında ilk tavırları; kurulmamış olan hayatı yaşamak cesareti göstermeleridir. 

Hayatın yaşanması hiçbir şeyin sonucunda değildir, an'dadır. Eğer anda yaşamak imkânı varsa ve bu erteleniyorsa ya usul hatası vardır ya da inanç zaafı. 

Mesela sadece Allah'a kulluk etmek, hiçbir sürecin sonunda gerçekleşecek bir durum değildir. Bu, bütün anların mecburiyetidir. 

Sadece Allah'a kulluk etmek, retoriklerin ürünü sloganları ifade etmemektedir. Altı dolu bir olgudur. Bulunulan halde, Allah'ın yapma dediği bir şeyi yapmak; bunu yapmamanın, ancak bazı durumlar akabinde mümkün olacağını savunarak, gerekçe oluşturmak; ya da "yap veya ol dediklerini" yapmamak ve olmamak için bahane üretmek, "sadece Allah'a kulluk etmek" haliyle izah edilemez. 

Allah, gücünün yetmediği şeyleri yüklenmek hususunda bir emir vermemiştir. Ancak her an, sadece Allah'a kulluk etmek ve sadece O'ndan yardım istemek hususunda bir sorumluluk yüklemiştir. 

Kurulmamış hayatı yaşamak cesareti gösterenler, henüz o hayat bütün şubeleri ile mücessemleşmeden; her daim adil olmak, o tasavvurun hayat anlayışını esas alarak karar vermek, boş işlerden ve sözlerden yüz çevirmek, Allah'ın iş tutma dedikleri ile iş tutmamak, dost ol dedikleri ile dost olmak, neye, ne kadar değer verilmesi gerekiyorsa, o kadar değer vermek, Kitabı rehber ve referans edinmek, " sizden olanları" cari verilere değil sahih tasavvura göre belirlemek, neyin tarafı ve taraftarı olduğu hususunda şaşırmamak, neye sevinip-üzüleceğini iyi bilmek ve benzeri hususlarda; doğru yerde durup, doğru hal ve tavır içerisinde bulunmaktan imtina etmez ve tereddüt göstermezler. 

Zira bilirler ki bunlar tasavvuruna sahip oldukları hayatın inşa olmasını mümkün kılacak tuğlalardır.

0 Yorumlar