Amaç; sihirli kelime... Hayattaki bütün yolları açan ve bütün yolların önüne duvar ören sözcük.

Asr Suresi 1-3

“Asr'a andolsun. Gerçekten insan hüsrandadır. Ancak iman edip, salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler istisna.”

Arkasından salih amel gelen iman ancak, insanın amaç edindiği, adandığı şeyedir. İnsanı hüsrandan yani kaybetmekten ve kaybetmenin getirdiği acılardan, travmalardan, bedellerden, ezikliklerden, komplekslerden, sorunlardan koruyup, kurtaracak olansa ancak, amaca dönüşmüş inançlar; hedeflere dönüşmüş amaçlar; salih amele dönüşmüş hedeflerdir. Aynı zamanda bu keyfiyetin diğer insanlarla paylaşılmasıdır.

Amaç, anlamdan doğar. Anlam fıtrattan doğar. Fıtrattan kopup, uzaklaştıkça, hüsranlar ortaya çıkar. Kopuş süresine ve açısına bağlı olarak hüsran derinleşip, kronikleşir.

Hüsranların derinleşip, kronikleştiği zamanlarda insanlar; farkındalıklarını, algılarını, yön duygularını, halleri ve özleriyle bağlantılarını kaybederler. Bu durum, çamurlaşan çevreyle fena haline, yani çevreyle aynileşip, insanın da çamurlaşmasına neden olur. Bataklıkta çamurlaşan insanın orijinal varlık bilinci kaybolur. Orijinal varlık bilincini kaybeden insanların; kendilerinin ve hayatın kök anlamlarını ve bundan doğan amaçlarını kaybetmeleri mukadderdir. Orijinal kök anlamlarından doğan amaçlarını kaybeden insanın; özünü, çevresini, hayatı ve ilişkileri inşa edebilmek imkan ve yeteneği ortadan kalkar. Artık bu insan, bizatihiliğini ve özgürlüğünü kaybetmiş; koşulların ve koşulları oluşturanların kölesi haline gelmiştir.

İşlerin bu noktaya ulaştığı, hüsran zamanları aynı anda, kurucu zamanlardır. İnsanların ve onu kuşatan bütün çevrenin, hayatın, ilişkilerin, olguların, oluşların; fıtratın kök hükümleri çerçevesinde yeniden inşasının zorunlu hale geldiği zamanlardır. İnsanlar, hayatın bütün dem ve dönemlerinde, kesintisiz biçimde hayatı inşa etmeye devam etmek zorundadırlar ki; insanın ve onu kuşatan çevrenin, orijinal fıtrat mahiyeti bozulmasın. Kurucu zamanlarda ise, bozulup, çamurlaşmış mahiyetin, kök verilerden başlayarak, yeniden okunması, anlaşılıp, anlamlandırılması; anlamların yeniden inşa edilmesi ve amaçların yeniden belirlenmesi icap etmektedir.

Hazreti Resulün misyonunu ifa etmeye başladığı zaman, kurucu zamanlardı. Vahiyle gelen hükümler ise, hayatın yeniden inşasını mümkün kılacak olan fıtrat hükümleriydi.

Kurucu zamanlarda, bataklıkla fena durumunda olan insanların iş yapıp, etkili olması mümkün olmayabilir. Zira, orijinal fıtrat verilerinin referans olduğu bir perspektifle; özünün, halinin, yönünün farkındalığını kaybetmiş olanların, esastan bir inşa sürecinin kurucuları olmaları muhaldir. Bu nedenle, bu misyonu ancak kurucu insanlar yüklenebilirler. Kurucu insanlar; içerisinde bulundukları koşulların, etkilerin, müessir unsurların; inançlarını, fikirlerini, perspektiflerini, anlayış ve algı yeteneklerini, yön duygularını, amaçlarını ve kararlarını belirleyemedikleri insanlardır. Bunlar haller ve koşullardan bağımsız olarak; görür, anlar, anlamlandırır, yön tayin eder ve motive olabilirler.

Hazreti Resul; kurucu insan, kurucu yönetici, lider ve kurucu kurmaydı. Hazreti Ebu Bekir, Ömer, Ali; kurucu insan, kurucu yönetici ve liderlerdi. Hazreti Bilal, Hatice; kurucu insanlardı. Kurucu zamanlarda, hiyerarşik farklılıklara sahip olmakla birlikte, ortak paydaları, kurucu insan olmalarıydı.

Kurucu zamanlarda, kurucu insanlar, kurucu yönetici ve liderler, kurucu kurmaylar olmak zorundadır. Kurucu vasfı ve mahiyeti, asıl mayayı ve kıvamı tarif etmektedir. Diğerleri ise, şakileye bağlı olarak verilmiş sorumluluk mertebeleridir.

Kurucu insan vasfı, yüzünü; fıtrata, hakikate, Rabbe, mesuliyete, adalete, özgürlüğe, inşaya, itminana ve cennete dönmeyle inşa olmaya başlar. Bu dönüş; soyut, sadece niyetle, iddiayla, retorikle oluşturulmaya çalışılan, edilgen bir dönüş değildir. Sahici bir dönüştür. Taleple, bilinçle, inançla, farkındalıkla, kararla, bağlılıkla, sadakatle, liyakatle, davranışla, dirayetle, halle ve istikrarla gerçekleşen bir dönüştür.

Kurucu insan vasfı, kurulu ve verili bir hayat içerisinde, düalist bir yaşam sürenlerin harcı olamaz. Bunlar bir yönden, fıtrata uygun bir hayatın talibi zannına sahipken, cari hayatın verilerini, fiilen kabul eden, diğer yönden bu hayatın işleyişindeki aksaklıklara lafzen itiraz eden insanlardır. Yani esasta bir hüsran rahatsızlığı ve kurucu mahiyet talebi yoktur. Oysaki kurucu zaman bilinci, hüsrandan istisna bir hayat talebi ve gayreti ile mütenasiptir. Bu da hayatın, bütüncül olarak, fıtrat verileri çerçevesinde inşa edilmesi, yaşanması ve korunmasını; varlık nedeni, kök amaç, dava ve hayat tarzı olarak görüp, inanmakla; inşa edip, yaşamak cehdiyle mümkün olabilir.

Kurucu zaman demine ulaşmış hüsran zamanlarında, eğer ortaya kurucu insanlar çıkmazsa, halin ve zamanın seyri başka bir keyfiyete dönüşmektedir.

Araf Suresi 78

“Derken, onları o kuvvetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke kaldılar.”

Hicr Suresi 73-74

“Derken güneşin doğuşu sırasında, o korkunç uğultulu ses onları yakalayıverdi. Hemen onların altını üstüne getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.”

Hud Suresi 40

“Nihayet emrimiz gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup taşınca) Nûhʼa dedik ki: 'Her cins canlıdan birer çift, bir de kendileri hakkında daha önce hüküm verilmiş olanlar dışındaki ailen ile iman edenleri ona yükle.' Ama, onunla beraber sadece pek az kimse iman etmişti.”

Küresel ve yöresel manada hüsran zamanları mahiyetli bir dönemde yaşamakta olan insanlığın, kurucu zaman bilincine sahip insanlara mecburiyeti bu denli somut keyfiyete dayanmaktadır. Elbette netice Rabbin istihdamına bağlıdır. Ancak Rabbin istihdamı ile insanın istemesi arasında da varoluşsal bir bağ vardır.

0 Yorumlar