KİMLER BİRBİRLERİYLE ANLAŞABİLİR, PAYLAŞABİLİR, İŞBİRLİĞİ YAPABİLİR?

Bu soru, yaygın olarak sorup cevap aradığımız bir soru değildir. Fakat hayatımızı mikrodan makroya, bütün ilişkilerde köklü olarak etkileyen bir konudur. 

Eğer bir ilişkide anlaşma, paylaşma ve işbirliği varsa, süreçte ve sonuçta; mutluluk, huzur, başarı, üretim, adalet, verimlilik, istikrar, saygı, istek, umut, enerji, inşa; yani tatminin her unsuru ortaya çıkıyor demektir. 

Eğer yoksa; birbirlerini yiyip yıpratan, uyumsuz makine dişlileri gibi imha, israf ve tüketim sonuçları ortaya çıkar. Bu durumlarda, ilişkinin anlamı ve nedeni gerçekleşmediği için sürdürülebilmesi de pek mümkün olmaz. 

Böylesine güçlü etkiler oluşturabilen unsurların nasıl gerçekleştiği veya gerçekleşemediği sorularına cevap bulmakta, etkileri kadar büyük önem taşımaktadır. 

Anlamayı ve anlaşmayı, paylaşmayı ve işbirliği gerçekleştirmeyi mümkün kılan veya engelleyen temel unsurların tamamı içseldir. 

Tarafların temel inanç çerçeveleri, algı mekanizmaları, perspektifleri, gerçek niyetleri, hakiki taraftarlıkları, kararlarını yönlendiren gerçek sebepler, ahlak ve şahsiyetleri, kök sorunları ve zaafları, yüzünü döndükleri gerçek yön, değer ve öncelikleri, önemsedikleri, hassasiyetleri, anlam ve sınır hükümleri, ilkeleri, taleplerinin gerçek anlamları ve samimiyetleri, farkındalık düzeyleri, vb. kök ve içsel unsurlar; anlaşmayı, paylaşmayı, işbirliğini mümkün kılar veya kılmaz. 

Yukarıdaki tarifler içerisinde "gerçek" nitelemesine sıkça vurgu yapılmıştır. Bunun sebebi, nitelenen hususların, ifade ve beyan edilenleri ile hakikatlerinin her zaman aynı olmaması ihtimalidir. Bu durum bazen karşı tarafı yanıltma nedeniyle, çoğunlukla da insanların iç dünyalarına ilişkin olanların farkında olmaması sebebiyle olmasındandır. 

Menfaat birlikteliği sınırlı anlaşma, paylaşma ve işbirliği imkânı sağlayabilir. Ancak bu durum bütüncül, sürdürülebilir, hak ve adalet ekseninde olması koşullarını sağlamak garantisine sahip değildir. Eğer ortak çıkarlar sona erer veya çatışırsa; anlaşma, paylaşma, işbirliği sona erer. 

Buradaki kasıt, hayatın doğal akışında, tüm an ve alanlarında; hak ve adalet ekseninde, sürdürülebilir, tatmin oluşturan, sadık ve inşa eden ilişkilerdeki; anlamak ve anlaşmak, paylaşmak ve işbirliği halleridir. 

Mülkiyet, güç, onanmak, önemsenmek, vb. ben temelli yaklaşımlara sahip ilişkilerde bu keyfiyetlerin gerçekleşmesi de imkânsıza yakın zordur. Zira bu unsurların doğasında; bencillik, haset, tek taraflı beklentiler yani çatışma potansiyeli vardır. 

Doğasına aykırı, hak ve dengenin esas olmadığı sevgi, aşk, ilgi, bağlılık, taraftarlık, tutku vb. hususların baskın olduğu ilişkilerde; inşa etmeyi, adaleti, bütüncüllüğü ve sürdürülebilmeyi mümkün kılamayabilir. 

Hülasa bu konunun güncel anlam ve önemine binaen ifade edilmesi gereken önemli husus şudur. Her ne tür ilişki ve irtibat içerisinde bulunuluyorsa, bilmek lazımdır ki; aslında her ne kadar aynı dünyada, zaman diliminde, mekanlarda ve sosyolojik kimliğe sahip; aynı dili konuşarak birbirimizle iletişim kurmaya çalışıyor da olsak; bütün taraflar aynı alemde yaşıyor ve buradan, birbirleriyle iletişim ve ilişki içerisinde bulunuyor olmayabilirler. 

İnsanlar ancak aynı alemde yaşayıp, burada iletişim ve ilişki içerisinde oldukları durumda birbirlerini anlar, anlaşır, paylaşır ve işbirliği geliştirebilirler. Bunu belirleyen de tarafların temel ve gerçek içsel unsurlarıdır. 

İnsanların varoluşsal olarak birbirleriyle ilişki içerisinde olmak mecburiyetleri vardır. Bu mecburiyetin mahiyetinin; anlamak, anlaşmak, paylaşmak ve işbirliği olabilmesi; bunun da insanın fıtrat unsurları çerçevesinde gerçekleşebilmesi için; temel iç dünyanın yani insanın özünün, fıtratın hükümleri üzerinden inşa edilmesi ve ortak payda oluşturulması lazım ve öncül şarttır. 

Burası izafiyetin alanı değildir. İzafi olanın ne olduğunun bilinip, inşa edilmesi ve saygı gösterilmesinin insan fıtratına uygun biçimde gerçekleştirilmesi de eşdeğerde önem taşımaktadır. 

Bu keyfiyeti sağlayabilenlerin anlaşmaları, paylaşmaları, işbirliği yapmaları yani yoldaş-refik olmaları mümkün olabilecektir ve bunlar kazananlar olacaklardır. Değilse; israf edip tüketenler olarak, hep birlikte kaybetmek mukadder olabilir.

 

0 Yorumlar