Gözlerini acıtan, kulaklarını ağrıtan, beynini zonklatan fakat elinin ermediği haller kalbini bozmasın diye bir göz odasına çekildi. Kapıyı kilitledi, perdeleri çekti, yerincedir o öyle dedi. Sabır sağanakları ve aydınlığın sarmaladığı bir teslimiyetle onu bir huzur uykusu bürüdü. İşte bu rüyayı o uykuda gördü.
Bir yağmur damlası olarak toprağa düştü. Diğer damlalarla birlikte bir küçük birikinti oldular ve akmaya başladılar. Başka akıntılar katıldı bunlara ve daha gür oldular. Bir üçgen bir tepeye rast geldiler ve ikiye ayrıldılar. Öğrendi ki bunun bulunduğu taraf denize, diğer tarafsa şehrin kanalizasyonlarının boşaldığı dereye doğru akmakta.
Bunların önünde parlak bir ışık, aka aka yollarını buluyorlar. İleride, sağanak yağmurun altında, karanlıkların içerisinde bir çamurlu su birikintisi gördüler. Akmak istiyorlardı fakat karanlıktan yön bulamıyorlardı. Gök gürültüsünün ardından gelen aydınlıkta biraz ilerliyor sonra tekrar duruyorlardı. Debisi güçlü bir akıntıyla bunları sürükleyip, götürdüler. Biraz çamur karıştı fakat güçlü akışla, temiz dipten devam etti, pislik üstte kaldı, kirlenmediler.
Yağmur durdu, güneş açtı. Bir bölümü tereddüte düştü. Yol uzun dediler, denize kadar büyük zahmet. Akıştan kopmalar oldu. İrili-ufaklı gözeler yolda kaldı. Bunlardan küçük olanlar buharlaştı. Büyük olanların içine kurbağalar yuva yaptı, yapraklar düştü, yosunlar oluştu, kirlendiler.
Akmaya devam edenlerin illaki denize ulaşacaklardan hiçbir şüpheleri yoktu yani korkmuyorlar ve endişelenmiyorlardı.
Birden suyun içinden bir yağız delikanlı olarak, denizaltıdan atılmış nükleer füze gibi fırladı ve yüksek bir dağın üstüne yerleşti. Bu dağdan bütün dünyayı ve hatta geçmişi bile görebiliyordu.
Aşağıda, içine kanalizasyonların karıştığı nehrin kenarında, burnunu tuta tuta yürüyen bir avuç insan gördü. İçlerinde kendisi de vardı.
Nehri geçen köprünün ilerisindeki büyük düzlükte, devasa bir ordu duruyordu. Bir avuç insanın payına düşenin bu olduğunu anladı fakat onlar ne yapacaklarını bilmiyorlardı. İşte tam o anda Firavunun, dev gibi bir orduyla, nehrin öte yakasındakilere saldırdığını gördü. İki ordu uzun süre savaştılar ve birbirlerini perişan ettiler.
Bunlar, daha nehrin karşısına geçmeden, düşman olduklarından emin oldukları fakat onlara karşı ne yapacaklarını bilemedikleri dev gibi iki ordu birbirlerini kırmışlar, kalanlar da çekip, gitmişlerdi.
Nehri geçince nasiplerine, ummadıkları bir ihsanla, boşaltılıp ikram edilmiş bir arazi düştü. Niyet savaştı fakat nasip inşa oldu. Hâlâ ne yapacaklarını bilmeseler de, vaktin, takatin ve umudun olduğunu biliyorlardı.
Ya Allah diye gözlerini açtı. Neylerse güzel eyler diyordu, gayr-ı ihtiyari ve mütemadi.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?