İSTEMEK, İNŞA ETMEK VE YAŞAMAK KADAR YÜREKLİ OLMAK

Bu başlığı okuyunca "hadi canım" diyenler olduğunu duyabiliyorum. Zira onlar zaten bir hayat "yaşadıkları" için; yaşamanın, yürekli olmakla ne ilgisi olduğunu anlamamaktadırlar. Oysaki hayat her an yeniden yapılanmakta, inşa olmaktadır. Mühim olan, hayatı kimin inşa ettiği, bu süreçleri kimin yönettiğidir. Çünkü hayatı inşa sürecini yönetenler, hayatın mahiyetini de belirlemektedirler. İşte bu mahiyet her şeyi belirleyen unsurdur. Yürekli olabilmek ise fıtrata uygun olan mahiyeti talep etmekle alakalıdır. 

Bende hepsine birden "hadi canım" diyorum. Bu deyiş boş beleş bir deyiş değildir. Eğer istemek, inşa etmek ve yaşamak modunda/halinde olanlar varsa, okuyanlar arasında; zaten bunun ne manaya geldiğinin sonuna kadar farkında olacakları için böyle bir şey söylemezler. Eğer bu hal ve moddan uzak yaşıyorlarsa ve halleriyle yüzleşmeye yürekleri yoksa, "hadi canım" tepkisi otomatik olarak çıkacaktır, ağızdan. Şüphesiz bu tepki boş beleştir. Çünkü yüzleşmeye yürekleri olmayanların; istemeye, inşa etmeye ve yaşamaya da yürekleri yetmeyecektir. 

Çünkü düşünmeden, denemeden, hissetmeden, keşfetmeden, mücadele etmeden yaşamak çok kolay gibi gelir insanlara. Tarif edilmiş; anlamlar, doğrular, meşrular, biçimler, tercihler, ilişkiler, hayatlar; doğru, kolay, mutlak ve normal gibi bilinip, inanılınca, kolay, keyifli ve konforlu gelir insana. Bunlar zaten kurulmuş ve yaşanagelen bir hayatın içine doğmuşlar ve hayatı inşa etmek gibi bir konuyu hiç duymamışlar ve üzerinde hiç düşünmemişlerdir. Gelişine yaşanan bir hayatın parçası olarak, kendilerini böyle bir konunun muhatabı olarak da görmemektedirler. 

Oysaki bir hayat tarzının, önünde hazır bulunmuş, zahmetsiz, risksiz, emeksiz, konforlu olması, onun sahih, meşru ve tatmin edici olması anlamına gelmez. 

Tatmin, insanlar için yaratılıştan gelen sabit bir ölçüdür. Yapılan tercihin, işin ya da kurulan ilişkinin, doğasına uygun ve o anda en isabetli olup olmadığını gösteren doğal ölçüdür. Süreçte ve sonuçta tatmin varsa; tercihin doğruluğu ve isabetliliği hususunda bir şüphe, soru, tedirginlik olmaz. Dinginlik, huzur ve umut doğar. Enerji ortaya çıkar. Mutlaka bir üretim ve barış hali oluşur. Merkez ve muhit memnundur. Hukuksuzluk, dengesizlik, anlamsızlık çatışma oluşmaz. Aranan bulunmuş, aynı tercihe ilişkin arayış ihtiyacı kalmamıştır. Mutluluk ve başarı hissi söz konusudur. 

Elbette bu yazdıklarımız, halin orijinal doğasına uygun bir tatmin üzerinedir. Yani yaşadığımız şu zamanda; sahici hale, şuuraltına, vicdana bakarak anlaşılacak tatmin. Yoksa tatmine ve bütün içeriklerine ilişkin sahte tarifler yapıp, sonra da bunlara ulaşınca; doğrunun, meşrunun ölçüsü olan tatmine ulaşılmış olmaz. 

İnsanlar arasında aynı ve değişmez olan, doğaları yani fıtratlarıdır. Hâlbuki insanların şakileleri yani mizaçları, zekaları, kapasiteleri, yaklaşım ve ele alış biçimleri ve diğer bazı unsurlar, bütün insanlarda farklıdır ve bu nedenle bütün insanlar biriciktir. Bu farklılıklar, insanların, sabit ve aynı olan fıtrat çerçevesinde, birbirlerinden farklı davranmalarını ve tercihlerini ortaya çıkartırlar. Bu durum aslında bütün insanların hayattaki özgün sorumluluklarını ve rollerini belirler. Âdeta her insanın şakilesi, sebepler alanında, kaderlerinin müsebbibidir. 

Hal böyleyken insanlar, başkalarının tarifleri, kalıpları, tercihleri, etiketleri ile yapılandırılmış, benzer/aynı bir hayat içerisinde kendi tatminlerine ulaşabilir mi? Neredeyse sınırsız izafiyette kişisel özelliklere sahip insanların; bunlarla inşa edilmemiş, imal edilmiş kalıplar ve benzer hayat biçimlerinde, tatminlerine ulaşıp yaratılıştan gelen farklılıkları ile gerçekleştirebilecekleri özgün sorumluluk ve rollerini gerçekleştirebilirler mi? 

Özetle, insanlar; bir sabit yani fıtrat, bir izafi yani şakile çerçevesinde talep ederler, inşa ederler ve yaşarlar. Bu hayatın doğasıdır. 

Rum Suresi 30 “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah'ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” 

İsra Suresi 84 “De ki: Herkes kendi şakilesine göre iş yapar. Rabbimiz kimin en doğru yolda olduğunu daha iyi bilir. ”

İnsanlar bu fıtrata uygun biçimde, kişisel hayatlarını ve içerisinde yaşadıkları bütün çevre sistem ve koşullarını inşa ederler. Bu süreçte, özlerin- çevrenin; çevrenin de-özlerinin inşasına ve tatminine karşılıklı etkileri söz konusudur. 

Mevzunun nirengi noktası burasıdır. Herkesin, fıtrata ve kendi şakilesine uygun biçimde hayatın yani öz ve çevrenin inşasına, bizatihi dahil ve müdahil olması/katılması gerekmektedir. Bu hususta, fıtrat çerçevesinde ve şakileye uygun katılımın; hayatı inşa etmenin doğası ve lazım şartı olduğuna inananların iş birliği ile inşa olmuş bir hayat biçimi; bütün insanların özgürlük, hukuk ve tatminini destekleyen bir hayat biçimi olacaktır. Aksi durumda ya fıtrata ya insanın öz şakilesine ya da ikisine de uymayan bir hayat içerisinde yaşamaya mecbur kalınacaktır ki bu durum insanın varlık nedenini, kulluk sorumluluğunu, özgün misyonunu, ahsen-u amelini gerçekleştirememesi; hiçbir zaman itminana ulaşamaması demektir. 

İnsanların doğalarına uygun bir çerçevede, şakileleri mucibince sorumluluk ve rol alarak, bizatihi katılımlarına muhalif olanlar; insanlar bunun farkına varmasın, istemesin, katılmasın, inşa etmesin ve bu hayatı yaşamasın diye bütün aldatıcılık maharetleriyle; tarifler, biçimler, konforlar ve vaatler sunarlar. Buna meyledebilmek ihtimalini güçlendirmek için de vaat, teklif ve tehditlerle kandırıp korkuturlar. İşte yürek, bunlara direnebilmek, dayanabilmek, karşı koyabilmek için lazımdır. 

Aşılacak ilk eşik budur ve bunun için yürek ister. Yetmez; hayatın görünmeyen yüzlerini görmek te lazımdır. Bir de, Rab'la, özle, hayatla, varlıklarla; doğasına uygun irtibat halinde olmayı iktiza eder.

 

 

0 Yorumlar