İSLAM'IN SİKLET MERKEZİ NERESİDİR?

Bütün bu kavgaları, çatışmaları, ayrışmaları, ötekileştirmeleri, çaresizlikleri gözlerken, kahrolurken; sebeplerini düşünürken aklıma geldi, bu soru. 

İslam'ın sıklet merkezi neresidir? 

Semboller mi, ritüeller mi, bilgiler mi, fikirler mi, insanlar mı, aidiyetler mi, ekoller mi, usuller mi, kurumlar mı? 

Bence hiçbirisi değil. 

İslam'ın sıklet merkezi, sadece Allah'a kulluk etmektir. Yani insanlar kararlarını alırken ve davranışlarını gerçekleştirirken, bütün kök hükümleri/baş bilgileri; Allah'ın yaratılış hükümlerinden, yani varlıkların, insanların, olguların, oluşların, ilişkilerin, orijinal varlık özelliklerinden almalarıdır. Yani ahsen-u amel işlemeleridir. 

Sıklet merkezinin bu olduğu hallerde insanlar; özgür, adil, şükredici, üretken, paylaşımcı, reşit, barışçıl, sorumlu, emin, bütüncül, tatmine ulaşmış, cesur olurlar. Yani orijinal yaratılış özelliklerine uygun müşerref varlıklar. 

Eğer sıklet merkezi bunun dışında bir yere kayarsa, insanlar; edilgen ve hatta bir biçimde köle, korku dolu, ikiyüzlü, çatışmacı, müsrif, güvenilmez, bencil, ezik, sorumsuz olurlar. İşte bu insanların olduğu toplumlarda, sistemlerde; mutabakatsızlıklar, çatışmalar, anlamsızlık, tatminsizlik, nefretler, sadakatsizlik, tüketim, güvensizlik, sevgisizlik, saygısızlık kol gezer. 

Durumun böyle olup, olmadığını, böyleyse, nasıl böyle olduğunu bilmek, anlamak, emin olmak için; talep etmek, aramak, okumak, düşünmek, akletmek, görmek, işitmek, idrak etmek, inanmak, denemek, cehdetmek, yüzleşmek zorunludur. 

Bu zorunluluğun lazım şartı ise; itminanın, hakikatin, hukukun, rüşdün, hamdın, takvanın, inşanın, had bilmenin, adamlığın, baş değer olmasıdır. Bu değerler çerçevesinde hayata, bütünüyle ve bizatihi dahil ve müdahil olabilmektir. 

Sıklet merkezinin asli kaidesinden kaydığı ortamlarda; insanlar ve kurumlar ilişkilerini doğal sınırları ve hukukları içerisinde gerçekleştirmek imkânı bulamayabilirler. Zira özgürce aramak, bulmak, bilmek, denemek tercihleri ile reşit olmak fırsatı yerine, birbirlerine rablaşmaya çalışarak; düşünce, inanç, karar, davranış, tercih, ilişki kalıpları dayatmalarıyla yaşamaya maruziyet söz konusu olabilir. Gerçi, bunları yapanlar, iyi niyetlerle, iyilik ve erdem adına yaptıkları savunusu içerisindedirler. Fakat bunun bedellerini kestiremedikleri gibi üstelik bu bedelleri derler ve ödetirler. 

Oysaki insanlar yeryüzü hayatına; bilmek, anlamak, bulmak, öğrenmek, inanmak, yapmak, dahil ve müdahil olmak, inşa etmek, üretmek, gelişmek potansiyeli ile gelirler. İşte bu potansiyeli harekete geçirip, kullanabilmek ya da hiç farkına bile varmadan, ötekilerin dümen suyunda sürüklenmek durumlarını, sıklet merkezinin etkilediği bir inanç sistemi belirler. 

Allah'ın, insanları; özgür, sorumlu ve müşerref olmaları için yaratmasından dolayı, doğal sıklet merkezini, hangi nedenle olursa olsun kaymaya maruz bırakanlar, gerçekte; haddi tecavüz, sapkınlığa teşvik, fitne oluşturmak, hukuksuzluk ve çatışmalara sebep olmaktadırlar. 

Sadece sıklet merkezinin kaymasının oluşturacağı sonuçlar bunlar olursa; bir de baş bilgilerin/kök hükümlerin, insanın orijinal varlık özellikleri olmayıp, bunlar yerine imal edilmiş sahte bilgiler olması durumunda, insan hayatı ne hal alacaktır? Bir düşünmek lazımdır. Elbette bu çerçevede, fıtratın ne kadar temel değer ve öneme haiz olduğu kamilen idrak edilmelidir.

 

0 Yorumlar