İNSANLAR CENNETTE YAŞAMAK LİYAKATINI NEDEN KAYBETTİLER?

Elbette bu soruya, bu yazıda arayacağımız cevap kurgusal olacaktır.

Bakara Suresi 35 "'Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, orada istediğiniz yerden rahatça yiyip için ve şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz' dedik."

Kitapta bildirilen neden bu. Allah'ın koyduğu tek sınır hükmüne uymadılar, zalimlerden oldular ve cennette yaşayabilmek liyakatini kaybettiler. Artık Dünya boyutuna indiler. Yeryüzü boyutunda tekrar Cennette yaşamak liyakatini kazanabilmek süreci başladı.

Bakara Suresi 38 "Dedik ki: 'Oradan tümünüz inin. Bundan sonra size benden bir hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.'"

Eğer bu sınav kazanılamazsa sonraki safha da şöyle tarif edildi.

Bakara Suresi 39 "İnkâr edip de ayetlerimizi yalanlayanlar ise; onlar, ateşin halkıdırlar ve orada süresiz kalacaklardır."

Cennette, herhangi bir şeye karşılık olmaksızın, mahza ihsana dayalı böyle bir yaşam standardına sahip olan insan; bunun kadri kıymetini idrak etmek, sorumluluğunu kuşanabilmek rüştünü izhar edemedi; şeytanın iğvasına aldanıp, tek hükmü çiğnedi ve nimet yurdunda kalabilmek liyakatini yitirdi.

Cennet hayatı ile ilgili belki iki şey daha söyleyebiliriz. İlki, insanların asli hayatı, kalıcı mekânı burasıdır. Diğeri ise, insanların buradaki halleri mahza itminan/bütüncül tatmindir. Zira burada; kin, nefret, haset, fesat, korku, kaygı, yorgunluk, eza, cefa ve benzeri hâl ve duygular yoktur. Yani mutlak dinginlik, huzur, mutluluk...

Bu iki tespitin yeryüzü boyutundaki hayata ilişkin anlamlarından dolayı değinmek mecburiyeti söz konusudur.

Ayrıca besbelli ki cennetteki standartlar ve hayat, farklı mertebededir ve insanların oradaki fıtratlarına uygun biçimdedir. Muhtemelen yeryüzü boyutunda, insanların çoğunluğunu cezbedip, kontrol edebilen nefsani keyiflerin nitelik ve standartlarının fevkinde bir kıvama sahip olacaktır.

Vakıa Suresi 35 "Gerçek şu ki, biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip yarattık.

Yeryüzü boyutundaki hayatın anlamı; bu boyutun belirleyici hükümleri mucibince gerçekleşecek tercihler ve davranışlarla, tekrar asli hayat ve yurtta yaşayabilmek liyakati kazanabilmek cehdidir. Yani, asli hayattan bağımsız, müstakil bir anlamı yoktur.

Cennette, hiçbir çaba ve gayret olmaksızın elde edilen ve değeri idrak edilemeyen standartların anlaşılıp, bilinçle talebini mümkün kılacak,  yeniden liyakat elde etmek mesuliyetinde; insanlar, bu boyuttaki fıtratlarına uygun bir hayatın inşası, yönetilmesi ve korunması sürecine bizatihi katılmak zorundadırlar. Bu süreç (doğrusunu Allah bilir) muhtemelen; idraki, bilinci, sorumluluğu; yani liyakati yeniden inşa etmek için vardır.

Allah, bunun için insanlara, hayatın her anında kararlar alıp, davranışlar geliştirmek mecburiyetini, varoluşsal bir sabite olarak belirlemiştir. İnsanlar bu varoluşsal sabite ile yeryüzüne müdahale edip, yapılandırırlar. Dünya sathında görülen, bilinen, insan eseri her şey, insanların karar ve davranışları ile ortaya çıkmıştır. Yani, özelliklerini, mahiyetini kendileri belirledikleri; bu mahiyetin sağladığı bütün sonuçları ve bedelleri, ayrıca bunları yapılandıran süreçleri bizatihi görüp, tecrübe ettikleri bir hayat söz konusudur.

Mülk Suresi 2 "O, hanginizin ahsen-u amel işleyeceğini sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır."

İnsanların karar ve davranışlarının mahiyetinin ahsen, yani, hayatın o anında gerçekleştirilebilecek; en doğru, isabetli, hikmetli, adaletli, güzel olmasını, murad etmiştir. Bu nedenle hayatın ve ölümün varlık nedenini, insanların, hayatın anlarında ahsen amel işlemek sınamasına tabi tutmak olarak belirlemiştir. Bu sınama, insanların yeniden cennette liyakat kazanması fonksiyonu ve manasıyla ilgilidir.

Amellerin ahsen olabilmesi için, insan karar ve davranışlarının mahiyetini belirleyen hüküm setinin yani dini bilginin, insanların fıtratlarının bilgisi olması icap etmektedir.

Rum Suresi 30 "O halde sen Hanif olarak bütün varlığınla dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona yönel! Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. İşte doğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler."

Zira yeryüzünde, cennette yaşayabilmek için tekrar kazanılacak liyakatin referansı, Allah'ın, insanları bu boyutta yarattığı fıtratlarıdır. Yani Dünya'da, bu fıtrata uygun bir hayatın inşası, yönetimi ve korunması sürecine katılmak zorundadırlar. Bunu da ancak karar ve davranışlarıyla gerçekleştirebilecekleri için; davranışların yani amellerin ahsen olmasını sağlamak, bunun için de davranışın mahiyetinin bilgisini yani dini bilgiyi; Allah'ın, fıtrat hükümlerinden almak mecburiyetindedirler.

Zariyat Suresi 56 "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım."

Yani birincil kök hükümler, yani dini bilgi, sadece Allah'tan alınır; bu, insanların yaratılış nedenidir. Allah'la insan arasındaki bu ilişkinin ismi; İlah-kul ilişkisidir. İnsanların ahsen-u amel işlemelerinin ve tekrar Cennette yaşamak liyakati kazanmalarının lazım şartıdır.

Toparlayacak olursak; yeryüzü hayatının kök anlamı, bu boyuttaki yaşam sona erince, asli yurdunda, hakiki hayatını yaşayabilmek liyakatini tekrar kazanabilmek mücahedesidir.

Yeryüzü boyutuna ve hayatına, fıtratının dışında anlam yükleyerek yaşamaya çalışanlar, yanılmaktadırlar. Zira bu boyuttaki tüm kök anlamlar, orijinal varoluş özellikleri arasında, Yaratıcı tarafından belirlenmiştir. İnsanların yetki alanları, bu anlam hükümleri çerçevesinde amaçlar ve hedefler belirleyip, hayatın anlarında ahsen-u amel işlemektir. Orijinal kök anlamlar yerine anlam imal ederek, hayat kurup, yaşamak çabası içerisinde olanların, bilebildiğimiz tarihlerden bu yana, müdahale ettikleri hayatlar; mezbaha, çöplük, bataklık, sefihlik, zulüm, sömürü, anlamsızlıklar çukuru, köle kampları, hüsran ve mutsuzluk formu ve görünümündedir.

Liyakat kazanmanın lazım şartı, insan fıtratına uygun hayatlar inşa edip, yaşamaktır. Zira insanlar bütüncül tatmini ancak bu yolla bilir, tanır, talep eder, elde eder ve yaşayabilirler. Mahza bütüncül tatmin halinin hâkim olduğu asli hayatta, bunun kadri kıymetini bilmediği için liyakatini kaybeden insanlar, yeniden liyakat kazanmak mücahedelerinde, illa ki itminanın bilincini, talebini, cehdini bu boyutta ortaya koymak zorundadırlar.

İstisnasız bütün insanlar, orijinal hükümlerin bütüncül anlamları dışında bir perspektifle ve akılla; amel-i salih, ahsen-u amel tarifleri ve listeleri yapıp, bununla cennet liyakati kazanacakları gafletine düşmemelidirler. Zira amel-i salih, bazı ritüellere, sembollere, zamanlara, mekanlara, ilişkilere indirgenemez. Hayatın bütün anlarında, en doğru, hikmetli, adaletli, isabetli, sahih ve nezih davranışın sergilenmesidir.

Benzer olarak; varlık, hayat ve din tasavvurları da orijinal varlık hayat hükümleri dışında kaynaklar ve yaklaşımlarla anlamlandırılamaz, fonksiyonlandırılamaz ve asla bütüncüllüğü ilga edilip, indirgenemez. Zira bu, insanların sadece Allah'a kulluk için yaratılmış olduğu hakikati ile ilgilidir.

Yani hayat adına, din adına, hakikat adına yapılan konuşmalara, yazılanlara; bilhassa bunların oluşturduğu algı ve tasavvurlara dikkat... Bunlar, orijinal varoluş hükümlerine uygun bilgi ve tasavvurlarla inşa olmamışlarsa ve inşa etmiyorlarsa; ifade edenlerin ilimleri, şöhretleri, ekolleri, kurumları, gelenekleri ve iltisakları, kabul nedeni olamaz.

Bakara Suresi 170 "Onlara, 'Allah'ın indirdiğine uyun!' denildiğinde, 'Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!' derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?"

Yani, "Allah'ın indirdiğine uyun" emri, varoluş hükümleriyle, her insanın, güncel ve dinamik muhatabiyetini mecbur kılmaktadır. Aynen akletmek mekanizmasının hayatın her anında işler olması ve temiz kalması gibi... Bir de özgün perspektiften güncelin yüksek farkındalığına sahip olmak icap etmektedir.

Enfal Suresi 22 "Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen/akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir."

0 Yorumlar