Sevimli görünümlü fakat hastalıklı bir tabirdir. Zira; “Hani, Rabbin meleklere, 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım' demişti. Onlar, 'Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamd ederek daima seni tespih ve takdis ediyoruz.' demişler. Allah da 'Ben sizin bilmediğinizi bilirim' demişti.” (Bakara suresi 30), "Göklerde ve yerde bulunan şeylerin hepsini kendisinden (bir lütuf olarak) size boyun eğdirdi. Elbette bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır." Casiye suresi 13
Yeryüzüne halife tayin edilmiş olan insan; yani yeryüzü hayatına, varlıklarına, sistemlerine, süreçlerine, iradi olarak müdahale edebilmek; onları inşa ya da imha edebilmek, adalet veya zulüm yapabilmek potansiyeline ve fakat adaletle ve hikmetle davranıp; yeryüzünü inşa etmek adalet ve barışı tesis etmek sorumluluğuna sahip kılınmıştır. Bunun için yeryüzündeki her şey ona boyun eğdirilmiş yani onları kullanabilmek, istifade edebilmek imkânı verilmiştir.
İşin varoluşsal doğrusu, doğası ve esası böyle iken, hiç kimsenin insana bundan farklı bir anlam yüklemesi, değer ve konum belirlemesi haddi olamaz. İslami terminolojiye göre tuğyandır. İnsana yatırım yapmak tabiri, zaten varoluşsal eksende duran, her şeyin onun emrine, yönetim ve kullanımına verildiği bir varlığa, ontolojik anlam ve değerinden başka bir perspektiften bakanların değerlendirmesidir.
Yeryüzüne halife olarak tayin edilmiş olan insan, bu sorumluluğun gereğini, yani yeryüzüne müdahalesini; kendisinin ve bütün varlıkların, yaratılış amaçları çerçevesinde, yaratılış özelliklerine uygun olarak ve hepsinin hukuklarını; ilişkilerin, olguların, oluşların dengelerini muhafaza ederek yerine getirebilmek için; adaletli, hikmetli, bütüncül ve özgür değerlere sahip olması ve bunları koruyabilmesi gerekmektedir. Bu keyfiyet, insanı yeryüzünün kurucu aktif öznesi konumuna getirir. Bunun gerçekleşmesi için de sadece Allah'a kulluk etmesi gerekir.
Sadece Allah'a kulluk edenler, yeryüzü amaçlarını; Allah'ın yarattığı sabiteler çerçevesinde, Allah'ın kendilerine verdiği yetkileri, kendi fıtratlarının hükümlerine uygun biçimde, özgür olarak kullanıp; hayatın bütün anlarında, yapılması en doğru, isabetli, güzel ve adil davranışları sergileyerek gerçekleştirirler. Bunu gerçekleştirebilmeleri için gerekli bütün donanıma sahip kılınmışlardır. İnsanı, varoluş hakikatlerini ve kendi varlıklarının anlam ve pozisyonlarını böyle anlayıp, anlamlandırmayan bazı insanlar; kendi hayat hedeflerini gerçekleştirmek için diğer bütün insanları da kullanabilecekleri nesneler, araçlar, aparatlar olarak anlamlandırıp, buna göre bir hayat tasarımı yapmaktadırlar.
Bu tasarıma göre; sadece Allah'a kulluk ederek özgürleşip Allah tarafından kendilerine verilen yetkileri özgürce kullanabilecek olan insanlar; bunların hayata dair imal ettikleri ve tarif ettikleri anlam ve amaçlarına; bu amaçların gerçekleşmesi için imal edilmiş ilkelere, değerlere, ölçülere, sistemlere, ilişkilere, usul ve mekanizmalara inandırılmaktadırlar. Yani öncelikle kendilerine kulluk etmeleri sağlanmaktadır. Bundan sonra inandıkları çerçevede; amaçları, hedefleri, kararları, davranışları, ilişkileri, projeleri, çalışmaları yönlendirilerek köleleştirilmektedirler. Ancak modern zamanlarda, köleleştirme sürecindeki yönlendirilmeler öylesine ustaca, hissettirmeden yapılmaktadır ki; insanlar bu süreçlerin, kararların, davranışların, ilişkilerin, kendi rıza ve iradeleri ile olduklarını zannetmektedirler.
Bu anlayışa sahip olanların; "insana yatırım yapmak" tabirleri, politikaları ve çalışmaları; aslında bu çerçevedeki işlerin gerçekleşmesi ve buna uygun insan niteliğinin, tipolojisinin üretilmesi için ortaya konulmaktadır. Zira bu anlayışta, insan; bütüncül olarak doğasına uygun özellikleri, hukuku, özgürlükleri, amaçları olan bir varlık değil; bu anlayışa sahip olanların amaçları istikametinde kullanacakları aparatlardır. İyi birer tasarım, mühendislik, yönetim, uygulama, öğretim, güvenlik, uzmanlık ve benzeri aparatları...
İnsana yatırım yapılmaz. İnsanlara varoluştan verilen anlamlar çerçevesinde, varlık gayelerini gerçekleştirebilecekleri; altyapılar, sistemler, özgürlükler, imkânlar, ilişkiler, perspektifler, atmosferler sağlanır. Bunların inşası, güvenliği, istikrarı, bütünlüğü için politikalar, yönetimler, sistemler, usuller, mekanizmalar geliştirilir. Zira bunlar insanların doğal haklarıdır. İmkân ve kaynaklar üzerinde tasarruf etmek konumunda olanların da ödevleri ve yetki kullanım sınırlarıdır. Bu durum ebeveynlerin evlatlarına karşı, işverenlerin işçilerine karşı, mekteplerin öğrencilerine karşı, devletlerin tebaalarına karşı da böyledir.
Mesela eğitim verilen çocuklara; zihinsel, bedensel, ruhsal, ilişkisel, sosyal doğaları, karar ve davranış mekanizmaları, hayatın anlamı ve inşa süreçleri ile bu süreçlere, nasıl dâhil ve müdahil olabilecekleri; şakilelerini yani onları ayırt eden, tarif eden, biricik kılan özelliklerini (mizaçları, kök yetenekleri, ilgi alanları, zeka ve diğer kapasite unsurları...) keşfedip, öğrenebilecekleri; bu çerçevede kendi ilgi ve sorumluluk alanlarını tespit edip, hayat tercihlerini belirleyebilecekleri; bilgilendirme, şahitlik ve rehberlik imkânları, Rablarıyla ilişkileri, akletmek, araştırma, analiz, bilgi üretimi ve kullanımı, üretim, paylaşmak, işbirliği, muhasebe, gelişim, adalet, iletişim, ilişki kurmak ve yönetimi, bütüncül düşünmek ve davranmak gibi çekirdek bilgi, hal, ahlak ve yeteneklerin öğretilmesi ve bunlar için vasat ve imkân sağlanması mümkün olsaydı, insanları nasıl insanlar olurdu?
Bu, fıtrata uygun gerçekleştirilseydi ve bunun devamında insanlar; hayattaki rollerini, yerlerini, sorumluluklarını, tercihlerini bu atmosferde belirleyebilselerdi, daha sonra bunu gerçekleştirebilecekleri formasyon ve yeteneklerini geliştirebilecekleri alanlarda eğitimlerini alabilmeyi özgürce tasarlayabilselerdi; başlangıcından itibaren eğitim olgusu, bilgi yüklemek, zihinsel ve kültürel faaliyetlerle sınırlı kalmasaydı; genel ve özel olarak, fıtratlarına ve şakilelerine uygun hedeflere göre belirlenmiş alanlarda; bilgi, hayal, tasavvur, karar, teşebbüs, davranış, tecrübe, üretim, muhasebe, geliştirme, ahlak, şahsiyet, örneklik, paylaşma ve işbirliği döngüsü içerisinde gerçekleşebilseydi; oluşturdukları bu formasyonla hayata dâhil ve müdahil olabilselerdi; bu şekilde hem varlık gayelerini gerçekleştirebilmek hem de hayatı fıtratına uygun inşa edebilmek sürecine katılıp, bütüncül tatminlerine ulaşabilselerdi soyo-kültürel hayat nasıl olurdu?
Bu fırsatları, adil bir şekilde; buna uygun inşa edilmiş sistemler içerisinde, yönetim ve süreçler dahilinde, özgürce ve kolayca elde edebilselerdi; sonra da hayatı, bu insanlar, bu özellikleri ile inşa edip, yönetmeye vaziyet etselerdi; dünya nasıl bir dünya olurdu?
Unutmayalım; zannettiğimiz normallerin hepsi, varlığın hakikatine uygun biçimde yapılandırılmış, mutlak ve değişmez olgular değillerdir.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?