Bunaldım, sıkıldım, arşınım daraldı. Şehir hatta dünya dar gelmeye başladı. Kendimi kitapçılara zor attım. Remzi abi, sıkılınca gidip muhabbet ettiğimiz, entelektüel bir kişiydi.
Ne olacak halimiz Remzi ağabey, bir şeyler söyle dedim. Kelin merhemi olsa başına sürer, sorulan, sorandan farklı değil dedi. Ne yapacağız o zaman? dedim. Bu hallerde ben Hamdi abiye giderim dedi ve adresini verdi.
Verdiği adres bir ekmek fırınıydı. Hamdi beyle görüşmek istiyorum dedim, kapıdaki delikanlıya; güldü, arkada depoda dedi.
Arkadaki bir un deposuydu ve bir adam, deponun arkasına yanaşmış kamyondan unları boşalıyordu.
Otur oraya diye bir emir verdi, köşedeki sandalyeyi göstererek. Emir diyorum zira, söyleyen adam, kalın gür kaşlı, uçları sivri kalın bıyıklı, sesi gök gürültüsü gibi ve emir kipiyle konuşan birisiydi.
Hamdi abi kamyonu boşaltıp, önlüğünü çıkartıp, temizlenip, yanıma gelene kadar, sanki kımıldarsam askerliğimi yakacaklarmış gibi kımıldamadan oturdum.
Ne istersin be çocuk?
Künyesinin, Hamal Hamdi ağabey olduğunu anladığım zat yanımdaki sandalyeye oturdu.
Beni kitapçı Remzi ağabey gönderdi. Artık çatlayacaktım, ona gittim, ne yapayım diye o da sana gönderdi.
İçimden Remzi abiye bir fatiha gönderesim gelmedi değil. Ruhum çatlıyor, ben esas duruşta oturuyorum, adamın sorduğu soruya bak.
Bıldırcını kim sevmez ki? Ama Anadolu insanı soğanı, sarımsağı da sever diye geveledim.
Anlaşıldı sen soğancı, kabakçı taifesindensin. Bıldırcından bıkınca, kabağa, soğana, baklaya tenzil edilmişsin. Şimdi de bunlardan sıkılıyorsun.
Taktı vitese gidiyor. Ben sadece sıkılmayı anladım ve ne yapacağız diye sordum.
Önce birinci olacaksın, sonra ikinciyi bulacaksın.
Birinci olmayı istemeden, ikinci olmaya çabalamak, aslında haddini ve bulsan bile kadr-ü kıymetini bilmemek demektir. Zira insan nefsine bakarak bilir.
Nereden bulacağım? diye gelişine sordum.
Birinci olmayı hedefleyip de ikincisini arayan birisine rast gelirsen, birbirinizin ikincisi olursunuz.
Bundan sonra Allah kerim. Eğer kırk tane birinci birbirlerinin sonrası olmayı başarırlarsa;
Arşimet'in destek çubuğu gibi dünyayı yerinden oynatacak güce ulaşırlar.
Musa'nın asası hükmüne ulaşırlar ve bütün illüzyonları bozabilirler.
Boş işlerden yüz çevirip, hakkı inşa etmek süreçlerinde müessir bir kalabalık haline gelirler.
Mevzuya giremesem de baş yarmaya devam edip güldüm ve sordum. Sen hangi kırk kişiden bahsediyorsun. Biz bir cuma da on milyonlar, bir mitingte on binler, bir piknikte yüzler, her hafta toplantılarda binler oluyoruz zaten.
Bu seferde o güldü.
Ben, çölde gezerken gönderilen ikramın şükrünü eda eden, tefekkür eden, tevbe eden kırk kişiden bahsediyorum.
Ben, az bir zaman kaldığı evden; bilen, bulan, olan olarak çıkıp, hayatın inşasına, hakkın ikamesine fiilen dahil olan kırk kişiden bahsediyorum.
Ben, Allah'tan yardım isteyip yardım gelmeyince mızırdanmayan; yola çıkınca yalnızlığa ve susuzluğa tahammül eden; köprünün karşısına geçip kırk bin kişinin gücüne erişen kırk kişiden bahsediyorum.
Ben, çoğunluklara değil hakka tabi olmuş, kınamalara kulak tıkamış ve yolundan şaşmamış, ahdinden dönmemiş, meselesi olan kırk delikanlıdan bahsediyorum.
Ben, Resulün duasına mazhar olmuş, hakikatin kapısından ilk adımını atıp; daha bir sayfa okumadan, bir rekat kılmadan bile adamlığının, yiğitliğinin halini serd etmiş, hepsinin sonrası olan en son birinciden bahsediyorum.
Hamdi abi biraz insaflı, biraz merhametli ol. Hepimizi gömdün, gavura vurur gibi vuruyorsun.
Darbe gibi hissettiğin şey, kendini kırktan biri gibi görmemek endişesi ise, bu hayırlıdır. Boğaza kaçmış, nefes borusunu tıkayan şeyin çıkmasına vesile olur, seni ölümden kurtarır.
Ama nefse tokat gibi geldiyse, bil ki nefis okşanmaktan başkasından hoşlanmaz, ancak çoğu zaman ihtiyacı bir şefkat tokatıdır.
Ben de derdine derman olanı söylemeye çalışıyorum. Derde derman değil de nefse ferman olanı duymak istiyorsan, aramana ve beni dinlemene gerek yok.
Merhamet; hale neden olan sorunların, zaafların okşanması, halin kavileştirilmesine destek olunması değildir.
Hikmetle düşünmeye, fark etmeye, yüzleşmeye teşviktir. Asla tahkirle değil fakat bazen tahrikle yapılabilir. Bu merhametsizlik değildir.
Asıl merhametsizlik fark edilmesi gereken haller olduğunu fark edip de duyarsız kalmaktır.
Acıyı hissettirenin merhem süren parmak olduğu sanılırken aslında bizatihi yaranın kendisinin olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Merhamet, isteyip arayıpta zorlananlara tanınan zamandır, verilen destektir. Sahibi de Allah'tır. Seni, Hamal Hamdi'yle muhatap kılıp zorlatan Allah değil midir? diyorsun.
Eğer merhamet her hale tolerans ve sınırsız tahammül olsaydı; Allah neden insanları acılarla, sıkıntılarla imtihan ediyor? Her imtihan mahza rahmettir.
Hem, bildiğim yolda, bildiğim usulde yürümeye devam ederim;
hem, bu yolun ve erkanın oluşturduğu sorunları ve sıkıntıları gidermek için fikir ararım;
hem de bize üzerinde olduğumuz yol ve erkandan farklı şeyler söyleyip, bizi bunaltma, yorma, merhametsizlik etme, derim; diyeceksen! Olur.
Çocuk, ahiri kelam;
Birinci olmayı göze al ve karar ver, bu durumda yola çıkarsın. İkincini, yolda arayacaksın.
Ola ki yoldan çıkar da çöle düşersen sabret, şükret, tevbe et.
Yolda nehre rast gelince sabret ve sebat et.
Mesele köprüye ulaşıp, karşıya geçene kadardır.
Karşıda her şey değişir. Sorunlar çözülür.
Hazır cevaplar arama, samimiyetle iste, dene ve mücadele et, sana mahsus cevaplar gelecektir.
Bu bir hal ve yol meselidir. Lafla ikame olmaz, anlaşılmaz.
Kınayan ve haddi aşan olursa, haydi yoluna de ve yolundan şaşma.
Şaşkın şavalak dinlediğim Hamdi ağabeye; sen nerede okudun diye sordum? Hala talebeyim, dedi. Nerede? diye tekrar sordum. Israrla sorduğuna göre bu yolun erkanından haberin yok, bu mektebe girmeye hak kazanıncaya kadar da anlayamazsın, sana fitne olur dedi.
Sıkıntım hala geçmedi dedim. Çivi çiviyi söker, Allah sıkıntını daha hayırlı bir sıkıntıya tebdil etsin diye dua etti. Bu halde çıktım fırından.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?