- Manşet

İKİLİ HAYATLAR

Muhtemelen Tarık Bin Ziyad'ın, Cebelitarık'ı geçtikten sonra karaya çıkıp, askerlerini üzerine çıkarttığı ve yanan gemileri gösterdiği kayalıkların üzerinden, Akdeniz'in lacivert, durgun sularına bakıyorduk.

Üstad dedim, biraz Endülüs Medeniyetinin İslam'a katkılarından bahsedebilir misin?

Döndü ve yüzüme baktı. Bu bakış, aslında ne düşüneceğini, ne soracağını bilmeyen birisinin yüzüne biraz üzüntüyle, biraz da acımayla bakıştı.

"Bunu neden konuşalım ki?" diye sordu. Bir tuhaf oldum. İspanya'da, Endülüs Tarihi kürsüsünde profesör olan bir adama başka ne sorulurdu ki?

Şaşkınlığımı görünce izah ihtiyacı duydu. Kusura bakma, itirazım sadece sana değildi. Ömrünün elli yılında, Müslümanların özgün bakış açısı ile, en berbat sorunları bile çözemeyen, inandıklarıyla, özgün bir hayata ilişkin öneriler getiremeyen fakat dünyaca meşhur olmuş bir akademisyen olan kendime öfkemi kustum. 

Büyük şaşkınlıkla; "estağfirullah efendim, ilme adanmış bir ömre haksızlık etmeyin lütfen" dedim.

Güldü; "beni de bu laflar oyaladı fakat şu anda kendimi, bencilliği ve boş emelleri ile ömrümü tüketmiş bir eşle; korkaklık ya da aldanmışlıktan dolayı mukavemet edip, adaleti tahakkuk ettiremediğim; artık her şeyi bütün çıplaklığı ile anlayınca da, bütün anlam ve isteklerin tükendiği bir evlilik ilişkisinin, mağlup ve mağduru gibi görüyorum."

Benim bir şey anlamadığımı görünce latiflikten vazgeçti ve doğrudan konuştu.

Psikiyatri de çoklu kişilik denilen bir şahsiyet bozukluğu tarif edilir. Genellikle çocukluk döneminde travma oluşturan durumlara maruz kalmış insanlarda görülür. Tecavüze uğramış, aşağılanmış, sürekli dayak yemiş çocuklarda, sürekli aşağılanan, yargılanan, eleştirilen, suçlanan insanlarda görülür genellikle. 

Bunlarla nasıl baş edeceğini bilemeyenler, ya içki, uyuşturucu vb. etkiler oluşturan olgularla saklanmaya çalışırlar; ya da içerisinde travmaların olmadığı ikinci, üçüncü kişilikler geliştirirler. 

Bunun en kötü tarafı; parçalanmış, bütüncüllüğü ve parçaların uyumu kaybolmuş bütün sistemlerin; gücünü, güvenini, üretimini, tatminini bulamayacak olmasıdır.

Konuyu nereye bağlayacağını merak ediyordum. 

Uzun bir tarih kesitinde önemli travmalar yaşamış olan biz Müslümanlarda da böyle bir hal söz konusu.

Korkuların, baskıların, aldatmaların, hasılı fıtratımızın farkına varıp, onunla hallenmekten, o çerçevede yaşamaktan alıkoyan her etki ve unsurun neticesinde oluşmuş travmalar bizlerde zorunlu parçalanmalar oluşturdu. Kitabının hükümleriyle karar, davranış, ahlak, şahsiyet, hayat inşa edemeyen Müslümanlar, mecburen yaşadığı şartlara, kültüre adapte olup, buna uygun yaşamaya başladılar. 

Fıtri bir sabite vardır. Hiçbir insan, gerekli ve meşru görmediği bir davranış sergileyemez. Bu nedenle, yaşamak zorunda olduğu şartları da meşrulaştırmak zorunda kalır.

İşte sorun burada başlıyor. Eğer bu Müslüman Kuran'ı okumuşsa ya da okuyanları dinlemişse; inandığı dinle, yaşadığı hayat arasındaki çelişkiyi de fark ediyor. Fakat fark etse bile, travmatik hayatların hasılası olan; inandıkları ile bir hayatı nasıl inşa edeceğini bilememek; ufkuna ve perspektifine sahip olmamak; cesaretinin ve umudunun olmaması nedeniyle kuramadığı hayata karşılık, mecburen kendisini Müslüman olarak tarif edebileceği ayrı bir kişilik daha geliştirmek zorunda kalmaktadır. Artık asgari iki şahsiyete sahiptir. Birisi, kurulmuş ve içinde yaşamak zorunda hissettiği hayata ilişkin; diğeri ise kendisini mensubu gördüğü dine ilişkin. 

Temel prensibi tevhid, birlik, bütüncüllük olan dinin mensupları, hali fiilen teke indiremiyorlarsa; yani zihinleri, inançları, ahlâkları, şahsiyetleri ve yaşadıkları hayatlarını, aynı dini bilginin hükümlerinden inşa edemiyorlarsa, ortaya fiilen "ikili hayatlar" çıkmaktadır.

Bu durum; içerisinde bulunduğumuz sorunları ve sıkıntıları; zayıflığımızı, güvensizliğimizi, umutsuzluğumuzu ve tatminsizliğimizi; dünya ve ahiretteki hayatımızın mahiyetini; Allah ve insanlar karşısındaki halimizi etkileyip, belirlemektedir. 

Bu hal olanca çıplaklığı ile ortadayken biz; "Endülüs'ün, İslam Medeniyetine katkılarını mı" konuşalım?

Hal bugün yaşanıyor ve doğrudan bizi etkiliyor. Bununla ilgisi olmayan şeylere, sanki ilgili ve önemliymiş gibi anlam yükleyip, konuşmak, ikili hayatın etkisi ile olmaktadır. Senin sorunu ancak, bir hayat inşası sürecinde olan; tarihi de, yaşanmış süreçlerden ortaya çıkan sebep-sonuç ilişkilerinden yararlanmak için okuyanlar varsa, bu bağlamda onlarla konuşmak işe yarar. Elbette bu keyfiyette ve doğru yazılmış bir tarih bulabilirsek.

Türkiye de olduğunu zannetmiyorum fakat gezdiğim ülkelerde yaşayan Müslümanların çoğunda aynı sorunlar görülmekteydi. Okuyup, yazdıkları, gündem ettikleri konularla; Kuran perspektifinden bakınca görülen halleri, birbiri ile ilgisizdi. Konuşma, yazı ve hal dilleri genellikle edilgen ve etkisizdi; bir öneriye sahip değildi. Bu hale sahip olanların neredeyse büyük çoğunluğu da bu durumlarını sorgulamadan, bir hakikat davasının üzerinde oldukları zannına sahiptiler. Bununla kendilerini yüzleştirmeye çaba gösterenlere ilk muarız olanlar da bunlar olmaktaydılar.

Onun için sen bana tevhitten sor; ikiyi nasıl teke düşürürüz? Bundan konuşalım. Endülüs tarihinden soracaksan da; nasıl oldu da böyle büyük bir musibetle imtihan oldular? diye sor da, onların ikiliğini konuşup, kendimizinkini anlamaya çalışalım.

Kayalıklardan Akdeniz'e tekrar baktım. Hayalim de bile yanan bir gemi yoktu. Lüks yatlar, yolcu gemileri, sürat tekneleri ve jet-skiler geçiyordu önümüzden.

0 Yorumlar