HUDUT NAMUSTUR

Mekânlardan bir mekân, zamanlardan bir zaman; tarih önemli değil, fakat durum çok mühim. Müthiş bir kaos hali. Bazen aleni, bazen çok gizli, sanki değilmiş gibi. Sokaktaki adam kaosu sevmez, derhal düzen olsun ister, gerisiyle çok ilgilenmez. Ama herkes öyle değildir. Bazıları kaosu, nedenini, çıkarıp-yönetenleri, olabilecekleri de izleyip, bilirler. İşte bunlar genellikle ateşten gömlekle gezenlerdir.

Ateşten gömlek giymiş biri kapıdan içeri girdi, selam bile vermeden; “durum çok vahim, kimseyle bir şey konuşup, paylaşamıyoruz; üstelik ne yapabileceğimizi de bilmiyoruz” dedi. Destur, dedi; kısa kır sakallı adam. “Burası selamsız tekkesi mi de böyle dalıyorsun lafa. Adam kırmızı ve mahcup bir yüzle başını öne eğdi. “Affedin hamlığımızı, lâkin durum malum.”

“Sana biraz görmek, biraz duymak imkânı verildi diye; halleri sahipsiz, Rabbi hallerden habersiz mi zannedersin?” “Haddi bilmek, hadde tecavüz etmemek ve hudutları korumak lazımdır. Zira hudut namustur. Namusuna sahip çıkmayana tecavüz mukadderdir.”

İlk etapta söylenenleri pek anlamadı, giydiği gömlekten cayır cayır yanıyordu. “Her şey bu kadar aleniyken, neden insanlar; görmüyormuş, duymuyormuş, sanki bir şey yokmuş gibi davranıyorlar?” “Biz, işittiremediğimiz, inandıramadığımız, hiçbir şeyi paylaşamadığımız insanlar için ve bu insanlarla birlikte ne yapabiliriz ki?”

“Sen, Kitapta; Allah dilemedikçe kimsenin görmeyeceğini, işitmeyeceğini, anlamayacağını okumadın mı? Sen Kitapta; senin, onların anlayıp, inanmalarına ilişkin bir güç ve yetkinin olmadığını okumadın mı? Senin Kitaptan anladıkların, sana bu işin bir “ekserünnas” meselesi olmadığını anlatmadı mı?” “Senin mesuliyetin de gördüklerin, bildiklerin, anladıkların, inandıkların ve sana şu anda kullanım yetkisi verilmiş güç ve imkânlarınla sınırlıdır.”

“Hudut namustur. Şimdilik ve daima namusuna sahip çık. Şu anda güç, imkân ve hikmet dahilinde yapabileceklerini yap. Sabret ve zuhurata tabi ol, fakat kulağın kirişte olsun.”

“Hudutlara sahip çıkmak nedir? Benim bu işle alakam nedir?”

“Bunun için öncelikle sınır bilincine sahip olmak ve sınırların ne olduğunu bilmek lazımdır.” “İnsanlar büyük bir; bilebilmek, yapabilmek, olabilmek potansiyeli ile yaratılmışlardır. Ancak bu potansiyeli, hayatın anlamı ve varoluş nedeni ile özdeş sınırlar içerisinde kullanmak mükellefiyetine sahiptirler. Bu sınırlar, insanların fıtratlarını belirleyen sınırlardır. Kısaca, insanların potansiyelleri ve fıtratları vardır. Fıtratları; insanların yeryüzü hayatının anlamını gerçekleştirebilmek imkânını sağlayabilecekleri özellikleridir. Bunların sınırları, yeryüzü mesuliyetinin sınırlarıdır. İşte korunacak hudutlar bunlardır. Bizim için namus, tecavüzüne hiçbir biçimde izin verilmeyecek kutsaldır. Yani tartışılmaz bir olgudur ve her durumda haksız ve hukuksuz müdahalelere karşı muhafaza edilmek zorundadır. Zira ancak bu durumda, insanların bireysel hayatları ve yeryüzü yaşamı, bu hudutların korunması ile anlamını gerçekleştirebilir.

Hayatın anlamını gerçekleştirebilmenin ödülleri, gerçekleştirememenin bedelleri vardır. Yani namusun muhafazasının ödülleri ve bedelleri vardır.

Rabla ilişkileri, Kitapta bildirildiği biçimde inşa edip, sürdürebilmek, hudutların korunmasının çerçevesindedir.

Hayat tasavvurunun; insan hayatının, bu boyutun öncesi ve sonrası ile birlikte, geçişkenli bir bütün olduğunu; bu hayatın nihai olmadığını bilmek, unutmamak ve hesapları, planları buna göre yapmak bir hudut konusudur.

Hayatın anlamını; yeryüzünde, temel hükümleri, insan fıtratının verileri olan bir hayatın inşası için, hayatın anlarında, en doğru, isabetli ve güzel davranışları sergilemek; bunun hükümlerinin, Allah’ın yaratışında belirlediği özellikler olduğuna; bu nedenle sadece Allah’ın ilah olduğuna inanmak; bu hayat içerisinde yaşamak ve bu hayatı korumak için şeytanla ve dostlarıyla savaşmak olarak bilmek, hudut unsurlarındandır.

İnsanların, yeryüzündeki varlık nedenlerini gerçekleştirebilmesi için kendilerine verilen akıl, güç, irade ve imkânların farkında olmaları ve bunları yerli yerinde kullanmaları da hudut meselesi dahilindedir.

İnsan potansiyeli ile yaratılan beşerin; bu potansiyeli harekete geçirip, insan düzeyine ulaşabilmesi için öncelikle; benliğini inşa edip, fıtrat sınırlarına çekebilmesi yani nefsin itminanı; sonra Allah’ın yaratılış, ilişki ve tasarruflarındaki her şeyi olduğu gibi bilip, kabul etmesi yani Allah’tan razı olması; Allah’ın da onun karar, amel ve hallerinden razı olması; sonrasında da Allah’ın kulları yani yeryüzündeki manasına uygun pozisyonuna kabul edilmesi gerekmektedir. Bu da hudutla ilgilidir.

İnsanların Allah’a verdiği ahdin gereğini yerine getirmesi; adandığı, dava edindiği amaçlarının olması ve burada sabit kadem kalması da koruması gereken hududun bir bölümüdür.

Asgariden adalet, mümkünse çoğunlukla merhametle davranması, fakat asla zulmetmemesi; adaleti lehine ve aleyhine bozmaması gerektiği aynı cümledendir.

Küçük hesap sahibi olmaması, boş işlerle uğraşmaması; hasbi olup, hesabileşmemesi, hudut muhafızı ahlakındandır.

Hudutları muhafaza edeceklerin:

Yalanla, iftirayla, laf taşımakla, dedikoduyla, aldatmakla, manipülasyonla, iki yüzlülükle ve benzer düşük ahlak unsurlarıyla asla işleri olmaz.

Özgürlükten başka hali kabul etmez, asla köleleşmez ve bunu da Allah’tan başkasına kulluk etmemekle gerçekleştirirler.

Ehliyet, emniyet, şahsiyet, ciddiyet ve samimiyet sahibidirler.

Özlerine, sözlerine ve sözlerine sadık olanlara sadakat gösterirler.

Ruhların inşirahta, nefislerin itminanda olması talebi içerisindedirler. Aksi durumda hüsran halinde olacaklarını bilirler ve bunu istemezler. Bu hale düşmemek veya düşüldüyse kurtulmak için; salih inançlara sahip olup, salih ameller işlemek gerektiğini bilirler. Bu kadarın da kafi olmadığının; bizatihi tecrübe edip, kendilerince yakine dönmüş bilgileri, insanlarla paylaşıp, onlara da hakkı tavsiye etmeleri gerektiğinin farkındadırlar.

Hayatı farkındalık ve uyanıklık düzeyinde yaşarlar; aldanmazlar, aldatmazlar.

Mütemadiyen çalışır, üretirler ve bunu da anın vaciplerinin tahakkuku için yaparlar.

Kimseye karşı Rablaşmazlar. Rabbanilerdir ve insanları Rabbaniler olmaya davet ederler.

Hakikat üzerinde yaşamaya çalışırlar ve insanların hakikati görebilmek, bilebilmek özgürlükleri için, canları ve mallarıyla mücahede ederler.

Sahip kılındıklarını paylaşırlar. Amaçlarını gerçekleştirebilecekleri doğru yol üzerinde olmaya gayret ederler. Orada olanlarla refik olurlar ve hakikatin tahakkuku için işbirliği yaparlar.

Hudutlarını, hudutlarını oluşturan ilke, değer ve ölçülerini; hidayetin Kitabından öğrenirler.

“Algılayabildiklerin ve imkânların nispetinde,  yapabileceklerini yap, fakat illaki hudutlarını namus bil ve namusuna sahip çık. Umutlarını diri tut, sabırlı ol. Hallerin sahibine itimat et ve zuhurata tabi ol.”

İnsanların arasına döndü, sırtında ateşten gömlek, avuçlarında yanan korla… Bir taraftan hudutları muhafaza etmeye çalışacaksın, diğer taraftan bunları gereğince dikkate almayanlarla; adaletle, merhametle, hikmetle münasebetine devam edeceksin… Ödülünü ve bedelini bilmeyen ve dahi inanmayan için zor durum, diye düşündü…

0 Yorumlar