Yeminli misin yalnız yaşamaya? Sosyal çevren yok, insanlarla çok az görüşüyorsun, akrabalarla sıkı fıkı değilsin, üstelik evlenip bir eşin olsun da istemiyorsun.
Seni duyanda beni sosyopat zannedecek. Belki sizlerin davrandığı gibi davranmıyorum, fakat insan insan ilişkileri doğasının ve hukukunun gereklerini yerine getiriyorum. Ayrıca bilmiyor musun bir zamanlar, kum ve çakıl taşı dolu bir sahilde bende bir kum tanesiydim.
Eskinden bahsetmiyoruz, şimdinden konuşuyoruz.
Bende, bir sahil dolusu taş ve kumdan, nasıl bu hale geldiğimi anlatmaya çalışıyorum. Bir gün, bir sürü elek getirdiler ve elemeye başladılar. Üst üste, farklı büyüklükte gözeneklere sahip elekler. En üsttekinde, en iriler kalıyor, altına dökülenler, gözeneklerin büyüklüğüne göre bir alta, bir alta dökülerek devam ediyordu. En altta ipek elek vardı ve onun altına, bir, bazen iki, en fazla üç tane düşüyordu.
Eleyenlere sordum, neden böyle yapıyorsunuz? diye. Dediler ki, sahildeki bu kumların içerisinde altın var, biz bunları elde etmeye çalışıyoruz. Yapma ya, ne kadar altın çıkıyor? Bir ton kum eleyince, bir gram altın çıkıyor. Değer mi bu zahmete diye sordum? Yüzüme, cehl-i mürekkep bir ademe bakar gibi baktı. Altın bu, elbette çok az bulunur, fakat bu kumların içerisinde bırakılamaz.
O zaman anladım hayatın nasıl kıymetlendirileceğini; bende sahillerdeki çakılları ve kumları tasnif etmeye ve altın aramaya başladım, sıkıntılı bir süreç ve işte netice. Ne sosyopat, ne de korkağım. Ama, ne aradığımı, kimin bana, benim kime ve neye güç yetirebileceğimizi biliyorum. Yani bulunca, buldukça biz de kalabalıklaşırız inşallah.
Ne aradığını, kriterlerini bize de söylersen, belki bir yardımımız olabilir.
Çok karmaşık ve teferruatlı değil. Basit, tek kriter. Ben bir ölmüş eşek olmak çabasındayım. Ölmüş eşekler arıyorum. Bulunca refik olurum, görünce evlenirim.
Ölmüş eşek, diye mırıldandım sessizce, taaccüp etmiştim, duydu. Ölmüş eşek, hani şu kurtlardan korkmayan, dedi. Anladım, hali metaforlarla anlatacaktı yine. Bizim hoşlanmadığımızı bilir, yine de yapardı. Sonra da güler; o akıl ceviz kırmak için verilmedi, kullanılmayınca kireç tutuyor, arada bir çalıştırmak lazım, derdi.
Bakara Suresi 54 "Mûsâ, kavmine dedi ki: 'Ey kavmim! Sizler, buzağıyı ilâh edinmekle kendinize yazık ettiniz. Gelin yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün. Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah da onların tövbesini kabul etti. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir.'"
Meselenin bağlamı bu. Buzağılardan vazgeçmeyince, mecburi istikamet öküzleşmektir. İrileşir, heykeli gösterişlidir, yük taşır, anlamaz-işitmez-görmez-ilgilenmez, çifte koşulur ve etinden istifade edilir.
Tövbe edip, nefisleri öldürünce, ölmüş eşek oluyorsunuz. Artık gözlerinizi, kulaklarınızı, gönüllerinizi, nefislerinize odaklamak ihtiyacı kalmayınca; söylenenleri işitiyor, baktıklarınızı görüyor, hakikate de inanıyorsunuz. Anlamlar ortaya çıkmaya başlıyor. Artık nefisleriniz pişince, kaidesine oturunca, hakikatinin dışında ne mülkiyet ne onanmak, beğenilmek, ne de güç talebinde bulunmuyor. Artık ne elde edememek ne de kaybetmek korkusu yaşanmıyor. Şüphelerinizden kurtuluyorsunuz. Yüzünü hakiki yâre dönüp, ağyardan beklentilerden vazgeçiliyor. Sırtından yükleri indirip, ayaklarındaki zincirleri çözüyor, yani özgür kalıyor insan. Üzerlerinde film oynatılan perdeler yırtılıyor, yakılıyor ve hakikate çıplak gözlerle bakmaya başlanıyor. Yüklerinden kurtulunca potansiyel harekete geçmeye başlıyor. Önce insan, sonra adam mertebesine doğru yükselmeye başlanıyor. Artık ötekilerin başı üzerinde olanlar, onların ayakları altında kalmaya başlıyor.
Şimdi sen söyle; korkunun, köleliğin, zayıflığın, sahteliğin, şaşkınlığın kök sebepleri nefsinde ortadan kalkan birisi, hangi kurttan korkar? Hangi bezirgana mal olur? Hangi yalancıya aldanır? Bir de hangi insanlar bunlarla beraber olmaya güç yetirebilir? Bunlar hangi insanlarla birlikte olup paylaşmaya güç yetirebilirler?
Bu sizin söylediğiniz hayat tatsız, tuzsuz, lezzetsiz, keyifsiz olmaz mı?
Sana sırık hamallarının hikayesini anlatayım. Eskiden İstanbul'da sırık hamalları varmış. Uzun bir sırığın bir ucunda bir hamal, diğer ucunda da bir hamal olur ve bu sırıkla yüzlerce kilo yük taşırlarmış. Bir Fransız gazeteci bunlarla röportaj yapmaya gelmiş. İlk sorusu; bu kadar yük taşıyabilmek için nasıl besleniyorsunuz? olmuş. Ağzımızın tadını biliriz, keyfimize düşkünüzdür beyim, bir oturuşta bir somun, bir soğan götürürüz, demişler.
Tabii ki sırık hamallarının, bütüncül tatminin (itminanın) rafine lezzetleri hakkında birşeyler bilmelerini ve söylemelerini beklememek lazımdır.
Yani illa bir ölmüş eşek mi olacak? refik olabilmen, evlenebilmen için. Çok akıllı, kültürlü, kaliteli insanlar var.
Elbette dünyada milyarlarca, burada milyonlarca insan var. Fakat bu bir izafiyet meselesi, yani ölmüş eşek olmayanların, ölmüş eşeklerle yürümeye güç yetirmeleri mümkün olmayabilir, bilmedikleri ve anlayamadıkları şeylerden dolayı... Zira onlar kendi izafi konumlarına ve bakış açılarına göre; görür, bilir, anlar, anlamlandırır ve önemserler. Kesişim kümeleri olmayınca, iletişimde gerçekleşmez. Yani paylaşmak pekte mümkün olmaz.
Yani hiç mi olmaz?
Aynı eksen etrafında inşa olmuş zeminlerde bulunanlar; farklı koordinatlarda ve hatta farklı bakış açılarına sahip olsalar dahi, asgari düzeyde bile olsa iletişim ve paylaşım mümkün olabilir.
Halihazırda, aynı eksenin, hangi yatay ve dikey koordinatında olduğunu bilen ve olması gerektiği yere ulaşmak için çaba gösterenler karar vermişlerse; hallerinden hoşnut ve tatmine ulaşmışlarsa, yerinden razı ve burada üretiyorlarsa, hasetten arınmışlarsa, birbirlerine karşı rekabet ve muarızlık duyguları kaybolur; yani bunların paylaşmak ve iş birliği yapmak ihtimalleri çok yüksektir.
Farklı eksenlerin bilumum alanlarında arz-ı endam edenlerin hayır üzerinde paylaşım ve iş birlikleri; kocaman evrende, birbirleriyle bir teğet noktaları, hiçbir irtibat parametreleri olmadan dolaşan cisimlerin iş birliği ihtimali kadar bir şansa sahiptir.
Elbette insan olmanın lazım şartı olan bir kıvamdaki paylaşım ve iş birliğinden bahsediyorum. Yoksa, hayatın akışında sıradan ilişkiler değil muradım. Elbette bunların da bir anlamı ve hukuku vardır. Ya da bir maymunun, bir maymunla paylaşabileceği mertebe ve içeriklere benzer paylaşımlarda bile herkes için görece temel mana ve değerler olacaktır. Bunların anlamları, mahiyetleri ve bedelleri söz konusu olunca, bu mevzuları ciddiye almak icap edecektir.
Bütün insanlar senin gibi düşünüp, davranırlarsa herkes tek başına yaşamak zorunda kalır. Yani sen böyle davranmak zorunlu mu diyorsun?
Tabi ki hayır, kim nasıl isterse öyle yaşar. Dedim ya, bu bir izafiyet meselesi. Yüzümüzü nereye döndüğümüzle, temel tercihlerimizle ve şakilemizle ilgili. Yani hayata yüklediğimiz anlamın ve bundan oluşan amaçların mahiyetinin oluşturduğu bir husustur bu. Zorlamayla değil doğal olarak gelişir. Bütüncül bir hayatın bütün bölümleri aynı genetiğin ürünü olursa birbirleriyle uyumlu çalışır. Zira çeliştiği yerde çatışma çıkar. Bu bütüncüllüğün içerisinde de yalnızlığın ve birlikteliklerin özgün manaları ve hukukları vardır, elbette.
Peki neden böyle düşünelim ve davranalım? soruna cevabını kendin bulmak zorundasın. Benim kendim için bulduğum cevap ise, bu halin, hayatın kök anlamıyla ilgili olduğudur.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?