Hayatın ilk çeyreğinde - ki bu bir kinayedir - insanlar, hayatta kalabilmenin, yaşayabilmenin zorunlu koşulları olan şeyleri edinmek ve konsolide edebilmek için çaba gösterirler. Bunun için sahip oldukları kaynakların, imkânların, sözlerin, ilgilerin, dikkatlerin, odakların, davranışların ve ilişkilerin de sadece çeyreğini ki bu da bir kinayedir, sarfederler. Zira insanların doğasına mütenasip bir hayata uygun olan budur. Kalanı, insanların yeryüzündeki varoluş nedenini gerçekleştirecek şeylere tahsis edilmelidir.
Bu çeyrekler çerçevesinde genellikle, esas olan olgular, kullanılan kelimeler; yemek, içmek, barınmak, korunmak, çoğalmak, eğlenmek, sahip olmak, onaylanmak, beğenilmek ve bunlarla bağlantılı niteliklere sahip olanlardır.
Bu çerçeve kapsamındaki olgu ve kavramlarla kurulmuş bir hayat, ne kadar zenginleştirilmiş, çeşitlendirilmiş, süslenmiş, bezenmiş ve farklı tarif ve tabelalara sahip kılınmış bir hayat olsa da hayatın doğasına nispetle, tam bir hayat değil, çeyrek bir hayattır.
Tam bir hayat, bunun üzerinde, insanın özneleşme süreci ile başlar ve yükselişle/kemalle devam eder. Bunun üst sınırı, insanların şakileleri (onları yegâne kılan özellikleri) ve vüsatları (kapasiteleri) ile göreceli olarak belirlenir. Bu bir tercih değildir, varoluşsal bir mecburiyet, insan doğasının bir unsurudur.
Özneliğe yükseliş süreci, o ana kadar günübirlik sorulan soruların, konuşulan mevzuların, ilgi ve odakların farklılaşması ile başlar.
Mesela, düşünce mevzuları, günübirlik sohbet konuları olan; geçim sıkıntıları, geçmişe öykünmek, yemek kültürü, magazinel konular, satın alınacak evler, evlilik mevzuları, arabalar, okul bitince ne olacak soruları, hastalıklar ya da pasif ve çaresiz kalınanlara karşı fısıltı babından yapılan eleştiriler yerine; Allah’la ilişkimiz ne durumdadır? Hayatımızın asıl hikayesi nedir ve nasıl bir hayat tasavvurumuz olmalıdır?
Hayat anlayışımızda ve kişilik tarifimizde; "adalet savaşçısı, hukuk savunucusu, hakikat taraftarı, yüksek farkındalık sahibi, paylaşan, hayata dahil ve müdahil olan, hayatın varoluşsal anlamlarından amaçlar üreten, değerler sıralamasını, hayatın varoluşsal değerleri ile belirleyen, işbirliği yapan, çatışma değil, barış içerisinde yaşayan, özgür, Allah’tan başkasına kulluk etmeyen, hayatı inşa eden, imha edenlerle mücadele eden, hukuksuzluklara karşı itiraz eden, talep ve teklif götüren, tüketmeyen-üreten, saygı ve sorumluluk duyan, emanet bilincine sahip olan, boş işler ve sözlerle meşgul olmayan, iradesini, nefsinin süfli tarafına kullandırmayan, hayatın her anında, doğru kararlar verip, doğru davranışlar sergilemek gayreti içerisinde olan, yüzünü, iyi ve güzele dönmüş olan, sahip kılındıklarını, yüksek idrak içerisinde, yerinde ve doğru kullanabilen, akledebilen, yeterli ve doğru bilgiyi kullanmak cehdinde olan, aldanmayan ve aldatmayan" gibi olguları; ilgi ve odak edinmiş, temel sorularına cevap bulmuş, inanmış, kararlarını vermiş, iradesini bilemiş, bilincini oluşturmuş, rüştünü tamamlamış, cesareti ve umudu kıvamını bulmuş, hayatın öznesi, hayatı, hakikatin bilgisi ile kuran, yaşayan ve koruyan bir insan olabilmenin, arayışı ve cehdi çerçevesinde gerçekleşmeye başlamıştır.
Bunun doğruluğunu, mecburiyetini ve hatta olmazsa olmazlığını test ve teyit etmek için, ilk çeyreğin şüpheli kriterleri kullanılmamalıdır. Mesela, bunların insana sağlayacağı; mutluluk, başarı, bilinirlik, güç, sahiplik ve benzeri test unsurları, sürekli olarak, yeniden tarif edilerek, izafi toplumsal normlar haline getirilebilirler ve insanlar bu normlara göre, mutlu ve başarılı olduklarını zannedebilirler.
Oysaki bu kıvamın kriterleri, insan doğasının/fıtratının mahiyetinden doğmuş; sabit, müdahale edilemez ve şüphe götürmez kriterler olmalıdır.
Mesela, bütüncül tatmin böyle bir kriterdir. İçerisinde sahte bir unsur barındırma ihtimali yoktur. İnsanlar bu hale ulaşınca, başka teyide ihtiyaç bırakmayan hal ve duyguları bizatihi müşahede ederler. İnsan fıtratının varoluşsal özelliklerini kapsayan temel hükümler de bu neviden kriterlerdir. Aklederek anlaşılır, inanılır, davranışı yapılandırır ve sonuçları, insanların özlerinde ve çevrelerinde; bizatihi doğruluğunu ispat edebilecekleri gözlemler, bilgiler, duygular, etkiler olarak tezahür ederler.
Ezcümle, hayatı tam yaşamak meselesi, hayat-memat meselesinden öte önem taşımaktadır. Zira bütün hayatı ilgilendirip, etkilediği gibi, ölümün ötesinde yaşayacağımız hayatın mahiyetini de belirlemektedir.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?