HAYALE KARŞI HAYAL

Umut elçimiz, mimarlık fakültesinden bir profesör arkadaşımız oldu. Arada sırada toplanıp muhabbet ettiğimiz bir grubumuz var. En son toplantıydı. O da söze; "umut jeneratörümüz bir çaylak oldu" diye başladı. Boşuna değil, sözlere sık sık "umut" diye başlamamız. Bence bir dışa vurum, en çok ihtiyaç ve yoksunluk çektiğimiz şeylerle ilgili.

Mimarlık ikinci sınıf öğrencilerinin proje jürisindeydim, orada dinledim çaylağı. Daha ikinci sınıfta ya sanki bu nedenle çaylak diyor. Belkide şahit olduğu şeyin bu kadar genç birisi tarafından dillendirilmesine ironi mi yapıyor, bilemedim.

Dönem projesi olarak ilginç bir konu belirlenmiş. Hocaları bir karikatür gösteriyor. Karikatürde bir çok insan var; başları önünde, sırtlarından itibaren öne eğik vaziyette yürüyorlar. Hepsi birbirlerinden uzak, ayrık nizamda ve tek başına. Bu insanların gözleri ve kulakları yok, kalplerinin yerinde ise siyah bir boşluk var. Mesafe aldıkça daha çok eğilip, bükülüyorlar ve ileri bir menzilde yere yığılıyorlar. Arkadan gelenler, bunların üstüne basıp yürümeye devam edip, onlar da biraz sonra yere yığılıyorlar. Karikatür bu kadar. Hoca, bu dönemki tasarım ödeviniz, bu insanları; görür, işitir, inanır ve dik durur hale gelmesini sağlayarak, yeniden diriltecek bir proje yapmanız. Ancak bu proje; çalışır, uygulanabilir ve sürdürülebilir, çözüm, fikir ve önerilere dayanmalıdır.

Çaylak, jüri savunmasına, diriltmeyi sağlayacak olan temel tasarım kriterlerini anlatarak başlamış. Mekanın oluşturacağı ilişkiler, duygular ve etkilerin dört temel kriteri, bir şarta bağlı olarak sağlamasını öngörerek tasarıma başladım. Diriltici dört tasarım kriteri; "hatırlatmak, amaç oluşturmak, üretmek, paylaşmak" olmalıydı. Bunların tamamı için ortak şart; sahici yani insanların, oluşların, ilişkilerin doğasına uygun olmalarıydı. Yani, zanna dayalı, imal edilmiş, suni verilerin ve önerilerin, öngörülen kriterlerin gerçekleşmesini mümkün kılamayacağını düşündüm. Bunun dışında, mekanla, insan arasındaki ilişkinin; karşılıklı biçimde; "dirilerek, diriltmek" olması esas alınmalıdır. Çalışan, uygulanabilir ve sürdürülebilir bir proje olabilmesi için; halihazır veriler, çok parametreli olarak dikkate alınarak; muhayyel ilişkilere, sınamalara, analizlere dayalı zengin bir hayal etmek süreci yaşanmalıdır. Son olarak da ciddi bir ön okuma, araştırma ve olgular üzerinde, objektif ve adaletli bir çalışma yapılmalıdır.

-/-

Bu hikayeyi yazmayı aslında çok istiyordum ve yazmaya da keyif ve heyecanla başlamıştım. Zira hikayeye esas soruya ve benzer sorunlara cevap teşkil edebilecek kapsamlı bir çalışma yapmıştım zaten. Elbette sosyal medya öylesine kapsamlı bir çalışmayı paylaşmaya uygun olmamakla birlikte, hayatın bu boyutlarına ilişkin; dikkat çekmek, hatırlatmak, ufuk oluşturmak babından, uygun bir çerçevede ve üslupla yazılmasının gerekli olduğu da yadsınamaz.

Fakat yazının burasına gelince zihnimde başka bir hayali tablo belirdi.

Yer üniversitede bir sosyoloji sınıfı ve hoca bir proje konusunu anlatıyor. Sosyal medyayı bir konfor ve saklanma alanı gibi kullananları, bu müstahkem kalelerinden çıkartıp, gerçek hayatta, kapasite ve yeteneklerine uygun alanlarda üretime dahil olmaları için; teşvik, tahrik, motivasyon mahiyetli bir sosyolojik strateji projesi istiyordu.

Hedef kitlenin doğru tarifi için dikkat çektiği hususlar vardı. Odağınızda olacak olan insanlar, bu mecrayı gerçek bir değere sahip görüp, bu çerçevede dahil olup, paylaşanlar değillerdir. Bu mecrada, bu nedenle bulunanları; kendilerinin de var olduklarını gösterebilmek için; bu mecranın bir imkan olduğu psikolojisine sahip insanlardan; gerçekten burada sahici faydalar ürettikleri zannı üzerinden bir yaklaşıma sahip olanlara kadar, geniş bir yelpazede tanımak mümkündür. Projenin hedef şahısları bunlar değillerdir.

Gerçek hedefler, sosyal medyanın ne olduğundan, sahici kıymetinden ve burada arz-ı endam etmenin anlamından haberdar olmakla birlikte; tembellikten, sorumsuzluktan, meselesizlikten, farkındasızlıktan, korkularından, kaçışlarından vb. nedenlerden dolayı; hayatın içerisinde, hayata ilişkin gerçek üretime dahil olabilecekke, olmayıp, buralarda saklanan, konfor alanları oluşturup, onları sıkı sıkıya koruyan tipolojilerdir.

Bu durumu perdelemek için; kendilerinin zeki, kapasiteli, yüksek profilli olduklarını düşündükleri halde, bunun gereğini hayatın içerisinde göstermeyen, fakat bu mecralarda, sütre gerisinde durup, sessiz biçimde, olanları izleyip, yargılayanlar; ya da bu mecralarda kendileri ile özdeş hal ve duygulara sahip olanlarla gruplar oluşturup, farklı dil, seviye, üslup geliştirerek, farklı olduklarını göstermeye gayret gösterenler; veya zeka ve kapasitelerini sergilemek için atraksiyonlar geliştirmeye çalışanlardır. Yani bu mecrada, imkân, kapasite ve yeteneklerini israf edenlerdir. Ortak vasıfları ise; zekaları, kapasite ve üretme imkânları olduğu halde, muhtelif nedenlerle gerçek hayatta sorumluluklarını kuşanıp üretmeyen; hakiki süreçlere dahil olmayan, fakat bu mecralarda saklanıp, kendi vicdanlarına karşı numara çeken insanlar olmalarıdır. Bunların öz karar ve motivasyonları ile toplumsal mesuliyetlerini üstlenmeleri gerekmektedir. Bu nedenle konfor ve saklanma alanlarından çıkmaya zorlanıp, bir yüzleşmeye maruz bırakılmaları lazımdır.

İşte hayalimdeki, bu yeni düşünce çerçevesinden sonra, başladığım yazıyı, devam ettirip bitirmek motivasyonum bitti. Zira yazının yazılma amaçları arasında, bu sosyolojik strateji projesinde tarif edilen hususta vardı. Bu nedenle çok sayıda yazı da yazmıştım. Fakat maalesef, neredeyse görünür hiçbir sonuç elde edilemedi. Elbette benim yazılarımın, doğrudan ve müessir neticeler oluşturması peşinde değilim. Zira durumu oluşturan etki sebeplerinin çokluğu, çeşitliliği, frekansı ve sürekliliği yanında, mütevazi yazıların etki gücünün ne olabileceğinin farkındayım. Ancak yazı ile okuyanlar arasındaki tepki ve geri bildirimler üzerinden yapılacak olan; psikolojik, sosyo-psikolojik etki analizlerinin de fikir vermediğini söylemek doğru olmaz.

İletişimin herhangi bir türü üzerinden, (mesela; eleştiri, tepki, destek, soru, iletişim ve ilişki talebi, fikir beyanı gibi geri bildirimler ve bunların sahici bir ilgi ve arayış mahiyetli olması) geri bildirimlere, sadra şifa miktar ve nitelikte rastlanmaması bir fikir oluşturmaktadır. Bununla birlikte mezkur kitlenin tepki verdiği iletişimlerin mahiyetleri analiz edilince, garip biçimde; ilgi, tepki ve iletişimin, bu mecranın oluşturduğu ilişki psikolojisi ve kurallarına -gitgide daha yoğun biçimde- uygun şekilde ilerlediği gözlemlenmektedir. Mesela, bu insanlarda bile basit beğenilmenin ya da paylaşımlarına yorum yazılmasının, iletişim kurulmada önemli faktör haline geldiği gözlemlenmektedir. Oysaki bu profildeki insanların iletişim niteliği; sosyal temasın belirleyiciliğinden ziyade; mesajın hakikat değeri olmalıdır. Yani hakikate, kıymetli ve önemli olana ilişkin, mesaja ve kaynağına bakmaksızın tepki vermek cesaret, ilgi ve özgüvenine sahip olmalarıdır.

Bu mecralarda dönüşmeye başlayan iletişim ve geri bildirim kriterleri aslında tehlike çanları anlamına gelmektedir. Zira bu mecralarda saklanmaya çalışan "değerlerin", mecranın şartlarına adaptasyonu, bir yönden konfor ve saklanma alanlarını korumak reflekslerinden; diğer yönden ise mecranın atmosferine adapte olup, paketlenmeye başlandıklarından dolayı gibi gözükmektedir.

Kısaca; her ne kadar değer kalmışsa, bunların, hayatın sahici üretim süreçlerine dahil olmalarının farkındalığına kavuşmaları ve sorumluluklarını kuşanmaları için motive edilmelerini sağlayacak müessir yollar bulmak, hayatın mesuliyetinin farkında olanlar ve özellikle bu hususta görev ve yetki verilenler için vecibedir. Zira değerlerimiz kadar var ve değerli olacağız.

0 Yorumlar