HASAR TESPİTİ

İnsanların, kurumların ve toplumların hayat süreçlerinde iki kavram büyük önem taşımaktadır. Bunlardan birisi ahsen-u amel, diğeri ise tövbedir. 

Diyeceksiniz ki ne alaka; bu kavramlar, kendilerini Müslüman olarak tanımlayanların, üstelik hayatlarında fiilen ve fazlaca cari kılmadıkları kavramlardır. Kurumları ve toplumu,  bir de laik ve seküler sistemlerde, inanıp yaşayan insanları neden ilgilendirsin ve onlar için de kullanılsın. 

Aslında kazın ayağı öyle değil. İnsanları ve hayatı yaratanın, bunlara ilişkin varlık tasavvuru ve hayat sistematiği için kullandığı kavramlardandır ve kendilerini nasıl hissedip, tarif ederlerse etsinler, hepsini ve herkesi ilgilendirip, ilzam eden olgulardır. 

Bütün insanlar, kurumlar ve toplumlar; kendi ölçeklerinde ve doğaları çerçevesinde, hayatın bütün anlarında kararlar alıp, davranışlar gerçekleştirmekte, işler, eylemler, çalışmalar yapmaktalar. İşte bunların; yapıldığı anda, bağlamda, koşullarda; yapılması en doğru, gerekli, isabetli, adaletli davranış, iş, eylem, amel olması; bütün insanlar, kurumlar, toplumlar için en stratejik öneme haiz şeydir. Bu şeyin ismi ahsen-u ameldir. 

Tövbe ise, anlarda yapılan işlerin ahsen, yani en doğru, güzel, isabetli, hikmetli, adaletli olup olmadığının tespiti ile alakalıdır. Öncelikle, süreç ve sonuçlar gözden geçirilir, referanslar çerçevesinde analiz ve muhasebeye tabi tutulur; sonra da gerekli düzeltmeler, telafiler yapılır. Eğer amel ahsen değilse, nedenleri çok parametreli olarak incelenir ve hataların tekrarlanmamasının kararları ve tedbirleri alınır. Bunun, karar vericilere isabet eden; duygu, zaaf, liyakat, eksiklik, niyet gibi boyutları da bu süreçte yer alır ve bu hususta; üzüntü, pişmanlık, sorumluluk, irade, kararlılık gibi olgular devreye sokulur ve hatanın tekrarlanmaması için müessiriyet ve mesuliyet bilinci sağlanır. Ayrıca bir de Allah'a, öze ve etkilenen her unsura karşı da sorumluluk hissedilir, af dilenir, telafi için, "muhataba uygun biçimde"; yardım, destek, iş birliği talebinde bulunulur. 

Ahsen-u amel ve tövbe; bütün insanların, hayatın ve varlıkların doğalarına, doğal hukuklarına, bütüncül tatminlerine, çatışmasız ve üretken ilişkiye dayalı sistem ve süreçlerin varlığı ve sürekliliği açısından, olmazsa olmaz türünden bir mecburiyete sahip iki kavramdır, olgudur. 

Bunların gerçekleşebilmesi için, kararların öncesinde ve işlerin, süreçlerin sonrasında yapılması gereken zorunlu analizler vardır. Bunların en önemlilerinden bazıları; hal analizi, sebep-sonuç analizi, fayda-maliyet analizi, etki analizi ve hasar analizidir. 

Bu yazıda hepsinin üzerinde durmak imkân ve niyetim yok. Ancak etki ve hasar analizleri hususunda birkaç kelam etmek istiyorum. Özellikle, bireysel süreçlerin neticesinde ortaya çıkan sonuçların; kurumsal tasarrufların, süreçlerin neticesinde veya dönemlerin sonucunda ortaya çıkan etki ve/veya hasarların; doğal nedenler veya bireysel ve kurumsal eylemlerin toplumsal ölçekteki etki ve/veya hasarlarının; analiz ve tespitlerinin yapılmasının ihmale gelmez bir zorunluluk olduğundan bahsediyorum. 

Elbette bunların hiç yapılmadığını da iddia ederek söylemiyorum. Özellikle güvenlik, ekonomik ve teknik tabanlı olarak, belli ölçeklerde yapılmaktadır. Ancak muradım, bunların farklı parametrelerle, ölçeklerde, usullerle yapılması mecburiyetine vurgu yapmaktır. 

Mesela, ülkenin yakın tarihinde; yüz yıllık, yetmiş yıllık, kırk yıllık, yirmi yıllık zaman dilimlerini kapsayan; psikolojik, sosyo-psikolojik, sosyolojik perspektiften; şahsiyet, ilişki, katılım, üretim, hakikat, adalet, denge, teşebbüs, nitelik, dirayet, özgürlük, liyakat, özgüven, ahlak, amaç ve değer, paylaşım ve benzeri kavramlar, anahtar kelimeler yapılarak etki ve hasar analizleri ve tespitleri yapılmalıdır. 

Benzer olarak; perspektif, usul ve anahtar kavramlar belirlenerek; iki yüz yıllık yakın tarih, Osmanlı tarihi, önceki imparatorlukların süreçleri; İslam tarihi, yayılma sürecindeki yüzleşme ve meydan okumaların neticeleri, kurumsallaşma süreçleri, kırılma dönemleri; modern ve post-modern süreçler; sosyal-siyasal-ekonomik-bilimsel-uluslararası ilişkilerin sonuçları gibi perspektiflerden de bu analizler yapılmalıdır. Bunlar yapılırken de bugünün insanına, hayatına, ilişki ve üretim biçimlerine, amaç ve hedeflerine, kişilik mahiyetlerine ve gittikleri yöne ilişkin bir kaygı ve bakış açısı baskın olmalıdır. 

Darbeler ve benzeri süreçler; Gezi olayları, On beş Temmuz, pandemi süreci, son olarak deprem hadiseleri; sadece teknik, ekonomik, güvenlik perspektifinden değil; objektif veriler elde edebilmek için, çok parametreli olarak, etki ve/veya hasar analizine, tespitine tabi tutulmalıdır. 

Bunları, gerekli, zaruri ve ihtiyaç olarak görebilmek; amaç, hedef, politika ve planlar arasında ve hatta öncelikler olarak belirleyebilmek için; kurucu akla, kurucu insana ve kurucu kurmaylığa ihtiyaç vardır. Zira böyle bir ihtiyaç ancak: kurucu ve inşai bir perspektifin varlığı ve sürekliliği ile mümkün olabilir. Muhtemelen insanlığın serüveninin bundan sonraki kısmında, bu keyfiyetin ne büyük anlam ve değere sahip olduğu, bizatihi gözlem ve tecrübelerle tebarüz edecektir. Umalım ağır bedellere karşılık olmadan olsun.

0 Yorumlar