Allah'ın, hükümlerini, kendisine kul olmaya aday olanların bizatihi kendi kararlarında, davranışlarında, ilişkilerinde cari ve esas olması için gönderdiğini ya bilmiyor ya da inanmıyor.
Kitap'tan ayetleri okuyup, bunun tekabül ettiği halleri konuşunca teyit ediyor ve başkalarına da bu ayetleri okuyup, doğruyu bunun üzerinden anlatıyor. Ancak bu ayetin anlamına, ruhuna, hükmüne mugayir bir hal ve ilişki üzerinde olup olmadığının muhasebesini asla yapmıyor.
Allah'ın hükümlerine mugayir inanç ve davranışın ortaya çıkarttığı sonuçların bedellerini kendisi ödüyor ve ilgili herkesin ödemesine de sebep oluyor. Fakat asla kendi inancını, düşüncesini, kararını ve davranışlarını gözden geçirmiyor.
Onun için, bu ayetleri ve hükümleri bilmek ve anlatmak kâfi geliyor. Oysaki esas olanın hükmü bilmek değil, Allah'ın hükmüyle hükmetmek olduğunu önemsemiyor. Yani kendi karar, davranış ve ilişkilerini belirleyip, gerçekleştirirken, bu hükmün anlamı ve çerçevesinin esas alınması gerektiğini dikkate almıyor. Peki ne yapıyor? Her durumda kendisinin ne kadar doğru ve haklı olduğunu savunuyor. Sonuçta hayra, hakka, itminana ilişkin bir şey elde edemese bile hak üzere olmak yerine, haklılığının ispatını yapmanın mücadelesini veriyor.
Bakara Suresi 44 "Siz Kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?"
Tolere ve idare edilmedikçe asla bir ilişki yürütülemeyecek insanların bile bencilliklerinin, hoyratlıklarının farkında olmayıp; doğru yolda ve haklı olduğunu ispat etmek mücadelesinin altında yatan, halinin farkında olmamak, bir başka neden olabilir mi? Acaba bu durum gerçek anlamda, hevası ile ilgilenip, Allah'ı unutmak sebebiyle gerçekleşebilir mi?
Haşır Suresi 19 "Ve onlar gibi olmayın ki Allah'ı unutmuşlardır da Allah da onlara kendilerini unutturmuştur, onlardır ki hep fasıklardır."
Birbirleriyle sükun bulan, paylaşan, dostluğa ulaşmış, sevgi-saygı ve güvenin esas olduğu bir evlilik yaşamak yerine, birbirlerine rakip olup, kendisinin haklı olduğunu ispat etmek mücadelesi vermek ne kazandırabilir?
Birbirlerine canlarını, mallarını, sırlarını, mahremlerini tereddütsüz emanet edip, sırtı ürpermeden, şüphe etmeden yola çıkılacak refiklik ilişkisine sahip olmak varken; hasetle, rekabetle, kaprisle, ruhsuz, çıkarcı, paylaşmaksızın yürütülmeye çalışılan niteliksiz ilişkide, sorumlunun kendisi olmadığının ve ne kadar haklı olduğunun ispatını yapmaya çalışarak yapılan israfla, kazanılan ne olacaktır?
Huzurla, güvenle, tatminle yaşanabilecek bir sosyal çevrenin inşasında fiili sorumluluk almayıp; hep doğruları söylediğini ve haklı olduğunu fakat diğerlerinin dinlemediklerini ve yapmadıklarını tekrar ederek, kendisinin hak üzere olduğunu ispat etmeye çalışmak ne işe yarayacaktır?
Bunlar asla yargı ve suçlama cümleleri olarak okunmamalıdır. Durumun tespiti olarak anlaşılmalıdır. Aynı koşulların etkilerine maruz kalmış bir hayatın insanlarıyız. Bu haller, yenilgi psikolojisinin oluşturduğu travmatik hallerin tezahürlerinden başka bir şey değildir. Bunları örtmek, perdelemek, yok saymak ve kendimizin bu halde olmadığını ispat etmek çabalarıyla, bu durumun istenmeyen sonuçlarından kurtulmak mümkün değildir.
Bu halden kurtulmak için;
Kişi kendin bilmek gibi irfan olmaz deyip; arif olup, halin farkında olmak ve kabul etmek önceliklidir.
Allah'ın dininin ve hükümlerinin, kültür formunda değil; bilgi, tasavvur, amel, hal, ahlak ve şahsiyet formunda ve öncelikle bizatihi kendimiz için olduğunun, yakîn olarak farkında olmak gerekmektedir.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?