GÜNCELE DAİR BÜYÜK BİR İFŞA

Her gece televizyonlarımızın karşısında büyük üzüntülere gark olduğumuz; meydanlarda hançerelerimizi yırtarcasına slogan atarak "safımızı ilan ettiğimiz"; akademik ulemanın irşadları sayesinde, kimlerin, ne herzeler yediğini, yakın gelecekte yemek ihtimalleri olduğunu öğrenip, "öfkeden ve nefretten" hop oturup, hop kalktığımız; "vatandaşın haber alma hakkı için kahramanca mücadele veren" haber kanalları sayesinde maruz kaldığımız yoğun ajitasyon karşısında yemeden, içmeden kesildiğimiz mevzuların, perde arkasındaki asıl faillerini keşfettim, şu mübarek Ramazan'ın ilk birkaç gününde...Öyle şeyler görüp, anladım ki, bu artık bende duramaz, mutlaka ifşa edip, sizlerle paylaşmak zorundayım.

Keşiflerim bunlarla sınırlı kalmadı. Küresel ve yerel süreçlerdeki adaletsizliklerin, nasıl böyle kolayca yapıldığını; bunlar karşısında, bütün bedellerini bizim ödememize rağmen, neden böyle pasif, edilgen, tepkisiz kalabildiğimizi anladım.

İnsanların emanet ettikleri göz bebekleri çocuklarının, eğitim süreçleriyle nasıl doğalarına yabancılaştığını, buna vesile olanların farkındasızlıklarını ve bizlerin mefluç hallerimizin sebebini öğrendim.

Buna benzer pek çok durumun vahametini; bunun karşısında elde edilen "az bir bahayı" ve ödenen azim bedelleri, kök nedenleri ile idrak ettim.

Bu keşiflerimi ifşa etmeyi, sizlerle paylaşmayı büyük bir sorumluluk olarak görüyorum.

Ayrıca, bu ürkütücü keşifleri, şaşırtıcı biçimde, birkaç iftar ve sahur programı izleyip, Prof. hocalarımızın irşadları ile elde ettim. Uzun yıllardır bu irşada maruz kalırken, bir şey anlamayıp, sonra aniden bir aydınlanma yaşamayı, ancak; "her şeyin bir vakti saati var" tespitiyle izah edebiliyorum.

Bir gözü açık, bir gözü kapalı uyuyan ve daima tetkikte olan bir vahşi hayvanı düşünün. Ya da avının peşinde saatlerce, sabırla dolanan, sonra da ciğerlerini patlatırcasına koşup, yakalayan kedigillerden bir tanesini tasavvur edin. Bunlar,  böyle davranmayı, düşmanlarını veya avlarını gördükleri anda mı öğrendiler. Yoksa, doğalarında olan bu özelliklerini, bebeklikten itibaren eğitilerek, farkına varıp, kullanmayı mı öğrendiler. Mesela bunlardan bir tanesi, daha bebekken yakalansa ve görgüsüz bir aile de büyüse. Elbette doğal eğitim süreçlerini tamamlayamayacakları için ne korunmayı ne de avlanmayı bilemeyeceklerdir. Birgün doğaya bırakılsalar; tehlikeye maruz kalsalar veya acıksalar, ne öğrenmişlerse öyle davranacaklar, muhtemelen yaşamlarını sürdüremeyeceklerdir.

İnsanlar da bunlar gibidirler. Bebeklikten itibaren bütün öğrenme ve gelişme süreçlerinde elde ettikleri formasyonlara uygun anlamlar, yorumlar, tercihler geliştirir, ilişki kurar, karar verir ve davranış sergilerler.

İrşad bu çerçevede gelişti. Büyük imtihanlara maruz kalan kardeşlerimizi görüp, bu insanların maruz kaldıkları felaketler karşısında, durumun ve ilişkinin doğasına uygun, etkin tavır koyamamanın, pasif ve edilgen pozisyonda çaresizlik izhar etmenin altındaki nedeni anladım ve müsebbiplerini ifşa edeceğim.

Bunu bir örnekle anlatmaya çalışayım. İslam hükümleri arasında; iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak büyük önem taşır. Mesela Allah; "onları iktidar makamına getirince; iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar" demektedir. Ya da; "mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar" demektedir. Yani hayatın bütün mertebelerinde, bu düstur kök önem taşımaktadır. Zira hayatın mahiyetinin, insan fıtratına uygun inşa olması ve kalması açısından; iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak stratejik öneme haizdir. Yani insanlar, fıtratlarına ve kök hukuklarına uygun olanları inşa etmek, talep etmek; bunun hukukuna aykırı olanlara itiraz etmek, engellemek, ortadan kaldırmak; temel anlayışına, inancına, ufkuna, hassasiyetine, formasyonuna ve hazırlığına, hayatın ilk dönemlerinden itibaren sahip olmaya başlamak zorundadırlar ki bunlara ilişkin herhangi bir durumla karşı karşıya kalınca, bu özelliklerinin gereği olarak tutum alıp, tavır ve tepki geliştirebilsinler. Eğer buna ilişkin bir hazırlık, hassasiyet ve formasyon gelişmemişse, geriye pasif ve edilgen çaresizlikten başka bir şey kalmaz.

Aynı örneği; adalet, üretim, farkındalık, paylaşım, mücahede, doğruluk, iyilik, özgürlük, hikmet ve benzeri kavram ve umdeler için de verebiliriz.

Çocukluktan itibaren adalet kavramının içeriklerini, fonksiyonlarını, hallerini, gereklerini öğrenmemiş; bunlara inanıp, baş değer yapmamış; adaletin nasıl gerçekleştirileceği hususunda; bilgi, tecrübe, cesaret ve güç kazanmamış olanlar, adaletsizliklere maruz kalınca, far görmüş tavşana dönmektedirler.

İşte bu anlardaki, sadece hüzünlenmek ve slogan atabilmek çaresizliğinin altında yatan nedenler bunlardır. Eğer bizler, hayatımızın başından itibaren, iyiliği emredip, kötülükten sakındırmayı öğrenip inanmaya, bunların baş değer olmasına, gerçekleşebilmesi için gerekli zihni, ruhi, ahlaki, sosyal, teknik, ekonomik, politik formasyona sahip kılınabilseydik; hangi mertebe ve makamda olsak, izlediğimiz hazin tablolar karşısındaki tavır ve tepkimiz, "etkin aktif özne" tavrı olacaktı. Üstelik bu tavır, doğal ve başka türlüsü olamaz türünden olacaktı.

İnsanların karar ve davranışlarının özelliklerini, mahiyetlerini belirleyen olgu dindir. Hangi dinin kök hüküm cümleleri, insanların karar ve davranışlarını belirlemişse, o insanların ortaya koyacakları tutum ve tepkinin niteliği ve etkisi de buna göre olacaktır. İslam'ın kök bilgileri ile algılara, tasavvurlara, inançlara sahip olanların karar ve davranışları da bunlara özdeş olacaktır. Yani doğal olarak, kötülüklere ve kötülere karşı etkin ve aktif duruş, iyi ve doğru olanları inşa ve talep çabaları biçiminde tahakkuk edecektir. Elbette bu, bu maya ile inşa olmuş olanların; doğal, mecbur, sahici ve etkin hallerini ifade etmektedir.

Gelelim bu bağlamda iftar ve sahur programlarında neler gördüm ya da neler görmedim de irşad oldum meselesine...

Din adına anlatılanların kavram çerçevesinin ve fonksiyonlarının, hayatın mahiyetini belirleyen ve insanların karar ve davranışlarının özelliklerini oluşturan kök hükümlere istinat ettiğini ifade eden bir yaklaşım ve perspektif görmedim.

Din olgusunun, hayat bağlamında, hayatın bütün anlarında ve insanların karar ve davranışlarının özelliklerini/mahiyetini belirleyen bir unsur olduğunu izah edenleri duymak pek mümkün olmadı.

Genellikle dinin bileşenleri olan ritüeller (menasik), semboller, soyut aidiyetler, sevgi ve övgülere indirgenmiş, bütüncüllüğü kaybolmuş; din dışı sayılan alanların başka dinlerle ikame edildiği bir din yaklaşımı gördüm.

Bu durumda, hayata ilişkin algı ve tasavvurların oluşturulması yerine; din kültürü adına, ansiklopedik bilgi, menkıbeler ve benzeri malumatların; akademik, entelektüel, felsefi ya da vaaz usul ve formatı ile verildiğini gördüm.

Genellikle din adına ifade edilenlerin, tarihte cereyan etmiş hikayeler olarak anlatıldığını gördüm.

Anda, bugünde, bana ait olana ilişkin, özdeşlik kurabileceğim, tasavvur geliştirebileceğim bir form ve fonksiyonalitede paylaşım görmedim.

Akletmeyi mümkün kılacak yöntemler yerine, duyguları harekete geçirici musiki veya edebiyat eserlerini esas alan yaklaşımların öne çıkarılmasına şahit oldum.

Kitabı anlatanlardan; Kitabın hükümleri ile, afak ve enfüste, içerisinde bulunduğumuz hale ilişkin bir özdeşlik, ufuk, aydınlanma bulabileceğimiz bir sunum, paylaşım görmedim. Kitabın bir akademik, entelektüel kültür nesnesi haline getirilip, fiilen kadükleştirilmesini fark ettim.

Kitaba, "müttakiler için hidayet (rehberi) dir, misyonuna uygun kıvamdaki yaklaşımlar fark etmedim.

Hz. Resul'ü ve Risalet misyonunu "anlatanlardan"; soyut taraftarlık, sevgi, bağlılık; buna ilişkin rivayetler, inandırma çabaları; kendileri gibi inanmadıklarını düşündüklerine karşı, yargı ve suçlama yaklaşımları gördüm.

Anlatımlarda, Risalet misyonunun, hayatın bütüncüllüğü çerçevesinde, Kitapta belirtilmiş fonksiyonlarına ilişkin müessir şeyler duymadım.

Risalet misyonunun görev ve yetki çerçevesinde, bugün bize şahitlik yapacağı hususlardan olan;

Fitne yeryüzünden kalkıp, ta ki din Allah'ın oluncaya kadar yapılacak mücahedeye ilişkin sahici ve müessir şeyler duyamadım.

Bugünün şart ve verileri çerçevesinde; iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak tasavvuru, idraki, ufku, motivasyonu, usulü hususlarında kayda değer şeyler duyamadım.

Yaşadığımız hayat bağlamında ve koşullarında; Kitabın ve hikmetin öğretilmesine ilişkin kıvamlı bir şeyler duyamadım.

Allah'ın haram ve helal kıldıklarının, bu günün somutları üzerinden tarifi, deşifresi, teklifi ve anlaşılmasına ilişkin bir şeyler duyamadım.

İnsanların akıllarındaki, nefislerindeki, ruhlarındaki, dillerindeki, ilişkilerindeki, yaşadıkları ortam-atmosfer ve sosyal çevredeki kirlerden arınmaları, tezkiyeleri hususunda bahislere pek rastlamadım.

İnsanların sırtlarındaki ağır yüklerden, ayaklarındaki zincirlerden, her türlü kölelikten kurtulabilmelerini konu alan konuşmalara denk gelemedim.

Yani anlatılanlar arasında, Risalet misyonunun görev ve yetki alanındaki; sahici, fonksiyonel ve etkin mevzulara pek rastlamadım.

Fakat soyut Resulullah sevgisi ve bağlılığı argümanı arkasında, Risalet misyonunun fiilen kadük hale gelmesini müşahede ettim.

Bütüncül bir hayat tasavvuru üzerinden tespit, tarif ve yaklaşımlara rastlamadım. Zımni biçimde, düalist bir hayatın kabulüne uygun anlatımların, yer yer muarızmış gibi tavırlar eşliğinde söz konusu edildiğini gördüm.

İkili bir hayatın fiilen söz konusu olduğunu fark ettim. Ancak bu, öylesine rasyonalizasyon süreçleri ile gelişmiş ki, insanların, tek, sahih ve normal bir hayat yaşıyoruz duygularına sahip olduğuna şahit oldum.

Ezcümle, iyiliği emredip, kötülükten sakındırmak halini, ahlakını, formasyonunu inşa etmeyi ve hatırlatmayı mümkün kılabilecek bir yaklaşıma, usule, müessiriyete muhatap olmak imkânı olmadı.

Elbette yüzyılların, büyük etki ve süreçlerinin ortaya çıkarttığı neticelerin müsebbibi olarak üç beş insanı eleştirip, yargılamak değil maksadım. Bunların temsiliyetleri üzerinden, asla taalluk eden; büyük bedeller ve hasarlara sebep olan hususlara dikkat çekmek, ifşaya esas sebeplere ve müsebbiplere işaret etmek istedim.

Sanki bütün kök kavram, olgu, tasavvur ve inançların; Kitabın referansı üzerinden yeniden gözden geçirilmek zarureti var gibi gözükmektedir. Bu duruma, tam anlamıyla bir "hayat memat meselesi" önemi ve hassasiyeti ile yaklaşmak mecburiyeti vardır.

İnsanların; akıl, ruh, davranış, ilişki, ahlak, sahicilik ve takat entropileri maksimuma yaklaşıyor gibi gözüküyor. Bu durumda, Dünyanın faklı yerlerinde, fiili musibet yaşayanlar için, edilgen ve pasif tutum alabilmek hali bile ortadan kalkabilir. Hatta bir sonraki Ramazanda, bahse konu hususlarda "irşad çabaları" gösteren zevatın, elverişlilik kriterleri değişebilir ve zeminleri kalmayabilir.

Ancak dinlerinin, fıtratlarına uygun kavram, tasavvur, davranış ve halleri ile inşa edemedikleri insanların; belki de gelecek zamanlarda, aynı hüsran durumları karşısında, aynı mefluç ve çaresiz tutumları takınmaktan başka imkânları olmayacaktır. Belki de gelecek zamanlarda, farklı yerlerde, farklı toplumlar fiili sıkıntılara maruz kalmaya devam edeceklerdir. Zira, dinlerinin, fıtratlarına göre inşa edip, formasyon sahibi kılamadıkları insanların nasıl tavır ve tepki koyabileceklerini bilen muarızların cüretleri devam edecektir.

0 Yorumlar