GERİSİ ÇORAP SÖKÜĞÜ GİBİ GELİYOR

İnsan; varoluşun, yaşamın, olup-bitenin, kendisinin, ilişkilerin hakikatini görebilmek amacıyla; özünü, hayatı, hadisatı esas ve bağlam alarak Kuran'ı okumaya başlasa, bir müddet sonra bambaşka bir perspektif doğmaya başlıyor. Ondan sonra insanları, olanları, münasebetleri, sebep ve sonuçları, sorun ve sıkıntıları artık bu perspektiften okuyup, anlamak mümkün oluyor. Bambaşka sonuçlar ortaya çıkıyor. Daha güçlü, huzurlu, dingin, umutlu, dinamik, kararlı, hikmetli, öfkeli, merhametli bir insan olmaya başlıyor. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. 

Elbette bu halin neticeleri var. İnsan, zihin ve ruh prangalarından, hapishanelerinden, yüklerinden kurtulmaya başlıyor. Bu kere, yüklenmesi gereken sorumluluklarını, yeni sınırlarını görüyor. Değişim başlayınca bunun fiili sonuçları doğmaya başlıyor. Vazgeçilmesi gerekenler ve yeniden inşa edilmek mecburiyetinde olanlar ortaya çıkıyor. 

Elbette bu, bir anda ve sancısız olmuyor. Eski halin inançları, etkileri ve alışkanlıkları; bunları değiştirmenin korkuları, endişeleri, sıkıntıları insan ruhunda tesirlerini olabildiğince yoğun gösteriyor. Bir taraftan değişimin doğal sancıları buna neden olurken; diğer taraftan, içerisinde yaşanılan hayatın, kesintisiz etkisini gösteren değerler sistemi, korunma mekanizmaları, ilişki baskıları bunların sebebi oluyor. 

Belki de en zorlayıcı unsur; içinde yaşanılan cari koşulların kıymet verdiklerinden, anlamlarından, kalıplarından, normallerinden daha farklı bir yerden bakıp, daha farklı davranmaya başlanmasından dolayı; insanların paylaşmayı, ilgiyi ve ilişkiyi kesmeleri; artan oranlarda karşıt pozisyona geçmeleri, muarız olmaları ve tepkiler oluşturmalarıdır. Kısaca yalnızlaşma süreci içerisine girmek, elbette bu tek taraflı olmuyor. Yeni perspektif, her şeyin hakikatine uygun anlam ve değerler üzerinden bir hayatı önüne koydukça, bu seyirdeki insanların davranış ve paylaşım istekleri bu çerçevede oluşmaya başlıyor. Henüz bu perspektiften bakmayanların anlamlı bulup değer verdikleri buna uymayınca, yalnızlaşma doğal olarak gerçekleşmeye başlıyor. 

İlk bakışta korkunç bir halmiş gibi gözüken yalnızlığın, bu süreçle yüzleşince aslında öyle olmadığı görülüyor. Yalnızlığın çok değerli bir hal olduğu fark ediliyor. Zira yalnızlık diye tarif edilen şeyin o ana kadar, eski hayatın tarif ve ilkeleri ile meydana gelmiş sosyal veya menfaat çevrelerindeki beraberliklerin ortadan kalkması olduğu görülüyor. Oysaki ilişkiye esas olan anlamlar, ilkeler, değerler, ölçüler değişince, zaten o ilişkinin de bir manası ve kıymeti kalmıyor. 

Peki insan yeni halde, bir başına, hiçbir şey paylaşmadan mı yaşıyor? Elbette böyle değil. Hakikat perspektifinde, her şeyin yeniden inşa edilmeye başlaması gibi, ilişkilerde baştan inşa olmaya başlıyor. Hem de en gerçeği, doyurucu olanı, anlamlısı ve kıymetlisi cinsinden. Yani mutlak bir yalnızlık değil, izafi, muvakkat fakat değerli bir yalnızlıktan bahsedilebilir. 

Bir de insanların fıtraten aradıklarının zaten bu hal olduğunu; buldukça elde edilen tatmini de ifade etmek gerekmektedir. Zira bunun farkına varınca; hakikatin anlam ve değerini, etkilerini, artık laf ve retorik düzeyinde değil, fiilen ve somut olarak görmeye başlıyor insan. 

Yanı sıra, belki de o zamana kadar bir hikaye gibi okuduğu Resulün hayatı, duyguları, içinde bulunduğu hallerle özdeş şeyler hissedip, yaşayınca, heyecanı ve kıvancı katlanarak artıyor bu insanların. Artık asla yalnızlıktan yakınmıyorlar. Çünkü yakinen anlıyorlar ki; insan olmak potansiyelini harekete geçirip, bu yola girmenin; buna engel olan hayat biçimleri, koşulları, sistemlerinden sıyrılıp, özgürleşmenin doğal cilvelerinden birisiymiş bu. 

Hemen itiraz geliyor; bu kadar Kuran okuyan varken neden bu söylenenler hepsi tarafından tecrübe edilip, yaşanmıyor? diye. Elbette konuşulması gereken çok şey var da ceffel kalem şunlar söylenebilir. 

Eğer Kitap'ı okumak sürecinde; bütün yaratılmışların, olguların, oluşların, ilişkilerin bir fıtratı olduğunu; Yani bunların temel anlamları, varlık nedenleri ve bunları gerçekleştirmek için bir sistemleri, sınırları, ilkeleri, değerleri, ölçüleri, kaynakları, hukukları ve benzeri olduğunu; bunların da yaratılmışların, olguların, oluşların, ilişkilerin hakikati olduğunu...

Her şeyle, kendi hakikati üzerinden ilişki kurmanın zorunlu olduğunu; insanın kendi hakikatinin yani fıtratının, tek hakiki din olduğunu; dinin hakikatinin yani fıtratının; insanın karar ve davranışlarının mahiyetini belirlemek olduğunu…

Hayatın anlamının yani varlık nedeninin; her insanın, hayatın her anında sergilemek mecburiyetinde oldukları davranışlarının mahiyetinin ahsen, yani o anda yapılması gereken en doğru ve güzel davranışın, en doğru biçimde yapılması mecburiyeti olduğunu; insanın bunu gerçekleştirebilmek için kendi hakikatine yani fıtratına uygun bir hal içerisinde bulunması gerektiğini; bunun mümkün olabilmesi için; Allah'la, insan arasındaki ilişkinin fıtratına, yani hakikatine uygun inşa edilip, gerçekleştirilmesinin zorunlu olduğunu; bunun da bilinip inşa edilebilmesinin rehberliğini sadece Kitabın yapabildiğini; Kitabın bu nedenle ve usulle okunması gerektiğini anlayabilmek ve buna inanmak gerekmektedir. 

Bundan sonrası çorap söküğü gibi geliyor. Bir de böyle denemek lazım, zira hayatın bundan başka bir anlamı ve değeri yok.

0 Yorumlar