Bu yazıda "olmayana ergi" metodunu kullanalım; farz-ı muhal ya da mesela diyerek başlayalım.
Diyelim ki insanlar büyük bir hızla anlamlarını kaybediyorlar; gitgide her şey onlara anlamsız gelmeye başlıyor ve her şey onların gözünde değerini yitiriyor. Böyle bir durumun muhtemel sonuçları neler olabilir?
İnsanın, kendisi açısından ilk muhtemel sonuç; eğer her şeyin anlamı ve değeri gerçek manada kayboluyorsa, hayatın varlık nedeni de ortadan kalkmaya başlayacağı için; insanların öncelikle yürüyen ölüler haline gelmesi, sonra bunun da tahammülfersa olması durumunda, hayatın nihayetlendirilmesi sonucudur.
Diğer muhtemel netice ise; anlamların ve değerlerin, insanın orijinal doğasına yabancılaşmasıdır. Bu halde insanlar, varlık nedenlerinden başlayarak sahte anlam ve değerler imal edip, hayatı yeniden yapılandırarak yaşamaya devam etmek çabası içerisinde olmak mecburiyetindedirler. Orijinal doğasına yabancılaştığı oranda, özünde ve çevresinde çatışma yaşayacak olan insanlar, nihayetinde anlam ve değerlerini gerçek olarak kaybedip, birinci ihtimale ulaşmak durumunda kalacaklardır.
İnsanların bu ihtimallerle yüz yüze kalması kendiliğinden, doğal olarak gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hali ifade eder. Mutlaka insanların bilgilenmesine, algısına, tasavvurlarına, inançlarına, karar ve davranışlarına, ahlak ve şahsiyet oluşumlarına müdahale edilerek ortaya çıkartılabilecek bir sonuçtur bu. Bu sonucu oluşturabilmek için insanların, sosyal ve kültürel beslenmelerini, özgürlüklerini, örneklik ve şahitliklerini, düşünce-algı-idrak mekanizmalarını, iletişim ve ilişkilerini, eğitim ve terbiyelerini ve benzeri unsurları etkileyen kaynak ve faktörlere müdahale etmek gerekmektedir.
Kendisinde bu hak ve yetkiyi gören aktörlerin temel amaçlarının başında gelenlerden birisi, insanları köleleştirerek, kendilerine kulluk etmelerini sağlamaktır. Böylece, kullaştırabildikleri insanların tüm yaşamlarını, kendi arzuladıkları istikamette yönetip, onların kaynaklarını, kendi amaçlarını gerçekleştirmek için kullanabilmektir. Bu nedenle imal ettikleri sahte kök anlam, değer, ölçü, ilke, sınır, hukuk ve benzeri hükümlere inandırmaları yeterli olacaktır.
Bunu yapabilecekleri muhtemel stratejilerin en müessir olanlardan birisi; insanı insan yapan yani doğasına uygun olarak, birlikte çalışmak zorunda olan; birey ve sosyal taraflarından bir tanesini öne çıkartıp, diğerini kadükleştirmektir. Bu yolla bütünlüğü bozulmuş olan insanı, geliştirdikleri yöntemlerle kontrol edebilmektedirler.
Diyelim ki; insanın sosyal tarafını kadükleştirip, birey tarafını öne çıkartarak yani bireyselleşmesini anomali haline getirip; sosyal bağlarından, ilişkilerinden kopartıp, nefse tapar duruma sokmak, tercih edilmiş olsun. Böylece nefsiyle baş başa kalıp, ondan başkasına değer vermeyen insan teklerine; birer birer ulaşıp, ilişki kurarak kontrol altına almak yöntemi kullanılacaktır. Bunu sağlamak için; eğitim, kültür, yönetim, felsefe, iletişim, propaganda, manipülasyon, bilgi ve aldatma faktörlerinin yanı sıra; politika, sistem, hukuk, teknoloji, araç-gereç ve benzeri unsurları üretmeleri ve yönetmeleri zorunludur.
Bunların sonuç vermesi için insanların fıtri anlamlarını kaybetmesi, değerlerini yitirmesi, değerli bulduklarının değersizleşip, onları terk etmesi gerekmektedir. Neticede, sosyal anlam ve değerlerini kaybedip, bunlarla anlam bulduğu, ilgi, ilişki ve irtibatlarından kopan insanlar, yalnızlaşmaya başlarlar. Bu süreçte, bencil ve nefsi isteklerinin tesiri üzerinden kontrol edilip, istismar edilen insanlar; tüketimleri son raddeye varıp, bütün anlam ve değerlerini de bitirince; artık arz ve talep hususunda, hatta arzu ve isteklerinde minimum noktaya ulaşmaya başlarlar. İşte bu noktaya ulaşan insanların, onları bu sonuca ulaştıranlar nezdinde de bir kıymetleri kalmaz. Yani onlar, ifsat edenler nezdinde de elverişliliklerini kaybetmişlerdir. Üstelik durum burada da nihayetlenmez. Bireyleştirilip, yalnızlaştırılan; anlam ve değerlerini tüketip, arz ve talep hususunda kıymetli olmaktan çıkan; sömürü, istismar, kullanılmak, yönetilmek açısından da elverişliliklerini kaybeden insan, artık bir sorundur. Zira bu kadar tüketilip, hiçliğe sürüklenen insanların her birisinin, her bir duygu, inanç, karar ve davranışlarını yönetmek güç ve imkânına sahip olmayan taraflar nezdinde, geriye bu insanların yok edilmesinden başka bir strateji ihtimali kalmamaktadır.
Diğer ihtimal üzerinden fikir yürütmeye devam edersek; insanların birey tarafını kadükleştirip, sosyal boyutun anomali haline gelmesi üzerine strateji geliştirecek olanlar için; bireysel inisiyatiflerini, tercihlerini, özgürlüklerini, dâhiliyelerini ve müdahilliklerini, bilinç ve sorumluluklarını esas değerler olarak görmeyip, bunların anlamlarını kaybederek; sosyal aidiyetlerin yani; aile, devlet, kabile, aşiret, ideoloji, ekol, cemaat, tarikat, ırk, parti, rejim, toplum ve benzeri yapılara, bağlılık ve sadakatin baş değer kabul edildiği; anlayış, inanç, kültür, ilişki ve yönetim sistemini esas alacak bir stratejinin geliştirilmesi söz konusu olacaktır.
Sosyalin, birey üzerinde başat güç olduğu bir stratejinin ürünü olan birliktelikler ve ilişki biçimlerinde; esnek olmayan, görecelik ve inisiyatifin fazlaca rol oynamadığı; sosyalin belirlediği rollerin, kalıpların, sınırların, tarzların etkin olduğu; uygulamada ise baskıcı ve kontrolcü yöntemlerin cari olduğu bir biçim ortaya çıkacaktır.
İnsan doğasına uygun olmayıp parçacı ya da indirgenmiş unsurlar çerçevesinde oluşturulan bütün tarz, biçim ve sistemlerin akıbeti; içeriden oluşan sıkıntıların, dışarıdan, yüzleşmeye tabi tutulması durumunda mutlaka sorgulanıp, terk edilmesidir.
Başlangıçta ifade edilen husus üzerinden devam edelim. Anlam ve değerleri yok ettirilip, hiçliğe mahkûm edilen insanın, geldiği bu noktada, stratejisi, sosyale ram etmek olanların yapabilecekleri ne vardır?
Anlam ve değerlerini; arz ve taleplerini; arzu ve isteklerini kaybetmiş olanlara; herhangi bir sosyal yapıya bağlılık ve aidiyetle, içinde bulundukları durumundan çıkmalarını sağlayacak bir çare olabilmek gücüne sahip olan, hangi anlam ve değer seti sunulacak ve kabul ettirilecek ve bu sorun çözülecektir?
Aslında böyle bir imkân yoktur. Çünkü bu durumu oluşturan süreci inşa eden faktörlerden birisi, insanın sosyal tarafını yok edenlerse, diğeri de birey tarafını yok edenler olmuştur. Yani bu kolektif bir sonuçtur ve bozan her iki tarafında yapabilecek bir şeyleri kalmamıştır. Olsa olsa bundan sonra, sosyal aidiyet stratejisine sahip olanlar; diğerlerinin yıkıcılıklarını teşhir eden bir propaganda ile; baskıcılık dozunun daha artırıldığı fakat eskiye nazaran daha sofistike bir süreçle, zaman kazanmaya çalışacaklardır.
Geriye, sureta bütüncül düşündükleri iddiasında bulunan ve "huzur İslam'dadır" sloganına sahip olanlar bir öneri sunabilirlermiş gibi görülmektedir. Fakat yine görülmektedir ki bu iddia sahipleri de bu cari ve canlı sorun karşısında müessir bir varlık gösterememekte ve hızla zemin kaybetmektedirler. Zira onlar da, hâlihazırda sahip oldukları şeyleri muhafaza edemeyip, söz konusu probleme kurban vermektedirler. Bu durum onlar için de en temel anlayışlarından ve yaşam biçimlerinden başlayarak; bir yüzleşme ve tashih sürecine vesile olacak gibi görülmektedir. Çünkü bir taraftan iddiaları problemleri çözememektedir, diğer taraftan bu mevcut halleriyle, müessirler nezdinde bir fonksiyon icra edebilmek potansiyelleri nedeniyle oluşmuş elverişlilik halleri; cari veriler karşısında oluşan etkisizlikleri nedeniyle, elverişsizliğe dönüşmektedir. Yani ne İsa'ya, ne Musa'ya durumları...
Bu durumla yüzleşmek mecburiyetindedirler, zira farz-ı muhal denilerek ortaya koymaya çalıştığımız husus, halen insanlığın önündeki en büyük sorun ve risktir. Devletlerin, grupların, ideolojilerin, akımların, ekollerin, “dinlerin”; kısaca muhatap her unsurun en temel stratejik problemi budur. Anlamasalar da bilmeseler de farkında olmasalar da önemsemezler de stratejik sorun budur ve çok büyük bedellere gebedir.
Bu meselenin anlaşılması ve çözülebilmesi için dikkate alınması gereken faktörler; yegâne müessir güç olan, bütün âlemlerin Rabbinin müdahalesi; O'nun indirdiği fıtrat hükümleri ve âlemlerin Rabbine koşulsuz bağlı, tereddütsüz teslim olmuş ve şartsız itaat edecek olan Rabbanilerin istihdamıdır. İnsanların, bunun dışında, bu bataklıktan çıkış ihtimali görülmemektedir.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?