De ki: ... düğümlere üfleyenlerin şerrinden ...sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.
Düğümleri Çözmek üzerine uzun yıllardır düşünürüm. Neredeyse insanlık tarihine yakın bir süredir; insanların zihinlerine, ruhlarına, basiretlerine, gözlerine, kulaklarına atılmakta olan ve neredeyse çözülmesi imkânsız hale gelmiş olan düğümleri...
Daha sonra bu mesele etrafında düşünmeye, yazmaya devam ettim, meseleye dair muhataplar bulmak için ziyaretler, konuşmalar yaptım. Atılan düğümlerin mahiyeti, tesirleri, tezahürleri, usulleri, atanlar, atanlarla münasebetler, nasıl çözüleceği, çözülmezse neler olacağı, yeniden düğüm yememek ve benzeri konularda.
Düğüm yemenin ne demek olduğunu ve düğüm yemişlerin hallerinin vahametini derinden hissedip gözlemleyen birisi olarak; insanların var olan halleri, tutumları, bakış açıları, niyet ve çabaları, farkındalıkları, tavır ve tepkileri çerçevesinde meseleye yaklaşıp düşününce, insan büyük bir umutsuzluğa kapılıp, çıkmazlara giriyor. Üstelik bir de buna, bu hususta gösterilen çabaların, bizatihi düğüm yemişler tarafından nasıl boşa çıkarıldığı ve hatta direniş ve tepkilerle karşılandığı müşahedesi eklenince, tümden bir çıkmaz sokakta sıkışıp kalıyor insan.
Bu mevzuda resullerin, özellikle Hz. Muhammed'in çabaları, yaşadığı iç halleri, Allah'ın, onun nasıl düşünüp davranmasına ilişkin açıklama, tavsiye ve telkinatlarının açık şahitliği çerçevesinde, tebliğin fıtratı ve hakikati üzerinde elde edilen yakin büyük önem taşımaktadır. Buna şahit olunmadan ve işin hakikati anlaşılmadan; dayanılması, sabredilmesi, vazgeçilmemesi mümkün olmayabilir.
Sebepler üzerinden düşünüp, etkilenmeye alışık olan insanoğlu; oluşlarla, Allah'ın müdahaleleri arasındaki ilişkinin hakikati üzerindeki bilgisizliği ve hamlığı ile defaten yüzleşmek durumunda kalıyor. Bu kere de sloganlaştırıp, sürekli ifade ettiğimiz; "Allah var deyip yok gibi davranmak" çiğliği ile; okuma, anlama, algılama, yorumlama üzerinde, fiilen yüzleşiyoruz.
Zannediyor ki; yüzyıllara sari süreçlerde atılmış, kördüğüm olmuş, katmanlaşmış, katılaşmış düğümleri; sahip olduğumuz güçlerle, imkânlarla, yeteneklerle, bilgi ile, usullerle, çabalar ve ilişkilerle ve üstelik muhatapların tutumlarına rağmen çözmek mümkün değil. İşte bütün umutsuzluk, bezginlik ve korkular buradan doğuyor.
Fakat gördük ki bu imkânsızlık bizim imkân ve sınırlarımızla alakalıymış. Allah'ın tek tek insanlara, Rablığının tecellilerini göstermesinin yanı sıra; olaylara, toplumlara, olgulara, ilişkilere; makro düzeyde müdahalesinin tezahürleri ile, düğüm dediğimiz şeyler; bırakın çözülmeyi, eriyip dağılmaya başladılar. Birer kimyasal reaksiyon sonucunda dağılma gibi; organik olanların, çevre koşullarında çözünmeye uğraması gibi.
Düşünmeyi, akletmeyi, muhasebeyi, yüzleşmeyi; sosyal ilişkilerin, birlikteliklerin, aidiyetlerin, psikolojinin arkasına saklanarak, erteleyip, ihmal eden; neredeyse insanlık ölçeğindeki kitleler; mecburi iskana tabi tutulup, yalnız kalmak, içlerine dönmek mecburiyetinde kalınca; artık düşünmekten ve yüzleşmekten daha fazla kaçamadılar. İşte bu keyfiyet düğümlerin bir bölümünün doğal biçimde çözülmeye başlamasına neden oldu ve o zamana kadar farkında olmadıkları bazı şeylerin farkına varmaya başladılar.
Bunun sonuçları başka reaksiyonları tetikledi ve yeni sonuçlar doğurdu. Bu sonuçlar; farkındasız, bilinçsiz, sorumsuz süregiden birtakım düzenleri bozdu ve yeni yalnızlıklar oluşturdu. Yeni durumlar da tefekküre, yüzleşmeye, anlamaya, farkındalıklara sebep oldular.
Mikroskobik bir varlığın düşürdüğü topyekûn çaresizlikler; lafla, sözle anlamakta zorluk çekilen hadsizliklere ilişkin düğümleri çözmekte müessir oldu.
Anlamaktan, dinlemekten imtina edilip; akletmekten ve tövbeden kaçınılan süreçlerin fiili sonuçları ortaya çıkmaya başlayınca; insanların bir bölümünün; "Karun'a imrenip, onun gibi olmak isteyenlerin, Karun'un helâkından, sonra oluşan halet-i ruhiyesine benzer" bir duruma düştükleri müşahede edilmeye başlandı. Hatta Karun misül, gıpta edilenlerin, izzeti ikballe kurtulma fidyesi olarak bütün elde ettiklerini vermeye razı olacakları demler, bu yüzleşmelerin katalizörü olacak gibi görülmektedir.
Şaşkın, amaçsız, mutsuz, tatminsiz evlatlarının ıstırapları karşısında çaresiz kalan ebeveynler; ulaşamadığı, iletişim kuramadığı çocuklara, üzülüp öfkelenmekten başka yol bulamadığı anlarda, aslında; anlamadan, düğümlerin illüzyonun tesiri ile geçen yıllarda, şehvetle yaptığı hatalara, bunun neticelerine, düştüğü acziyete ve belki de düşünmeye başlasa bile, onu boğmaya devam eden düğümlere öfkelenmektedir.
Bir ömürde ardından gittiklerinin; sorunları çözmede, adaleti tahakkukta, tatmini inşada hiçbir etki ve fonksiyonlarının olmadıklarını fiilen müşahede etmek, bu baptan bir yüzleşmeyi ifade etmektedir ve edecektir. Okuduklarını anlamamanın, söylenenleri işitmemenin; yenilmiş düğümlerin eseri olduğu bu süreçlerden sonra fark edilecektir, muhtemelen.
Daha ağır yüzleşmeler, daha derin düşünce ve farkındalıklara neden olmaktadır, fakat bedelleri de çok ağır olmaktadır. Ağır bombardımanlar ve saldırılar altında; evini, işini, servetini, ülkesini ve sevdiklerinin bir kısmını bırakarak kaçıp; başka bir ülkede, mülteci kampındaki çamurlar içerisinde kurulmuş, incecik bir çadırda; bir taraftan soğukla, bir taraftan açlıkla, diğer taraftan eşinin ve çocuklarının hayatını ve namusunu korumakla boğuşurken; ne zihinlerde ne de gönülde, düğüm kalmamaktadır. Düğüm yemiş zihin ve ruhla yaşamanın neticeleri şeksiz şüphesiz, anlaşılmıştır.
Derin yüzleşmelerin ve acı bedellerin; düğümleri, adeta bir asit reaksiyonu ile eritmek imkânına sahip olduğunu acı bir şekilde müşahede etmekteyiz.
Lafların, sözlerin, mücadelelerin ve hatta Allah'ın ayetlerinin hatırlatılmasının bile tesir etmediği düğümler, böyle de çözülebiliyormuş.
Fussilet Suresi 53 “Biz ayetlerimizi hem afakta (insanları kuşatan bütün çevrelerde), hem kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Her şeyin üzerinde Rabbinin şahid olması yetmez mi?” Ayeti bu biçimde de tahakkuk ediyormuş. Allah sonsuz kudret sahibidir. Ol der ve olur. Ama Celali ile, ama Cemali ile.
Bundan böyle ne olur? Allah bilir. Kalbi talebimiz, rahmetle hidayet. Hali talebimiz hikmetle adalet ki, bu durumda derin ve can yakıcı yüzleşmelere maruz kalmak mukadder gibi...
Kendisinde tebliğ etmek sorumluluğu hissedenlerin ayakları, bu müşahedelerle yere basmak zorundadır. Tebliğ, hidayet etmek için değildir. Hatırlatmadır, vesiledir, sorumlulukların yerine getirilmesidir, emre itaattir. Hikmetle, güzel öğütle yapılmaya ve muhataplara, en güzel hatırlatma çalışmalarına, sabırla devam edilmelidir. İnsanları; Rabbanilerden olmaya davet etmekten başka bir yol ve yetki yoktur. Bunun da Kitap hükmünce olması zorunludur. Yani Tebliğcinin haddi budur.
Umulur ki, lütfu İlahi ile, aşağıdaki ayet tahakkuk eder.
Secde Suresi 24 “Ve onların içinden, sabrettikleri zaman emrimizle, doğru yola iletip yönelten önderler tayin ettik; onlar bizim ayetlerimize kesin bilgiyle inanıyorlardı.”
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?