DEĞERSİZLEŞME ALGISI ZEHİRLİDİR

Şüphesiz herkesin bir hayat tasavvuru, inançları ve bu çerçevede yaptıkları vardır. Bu durum insanların hayat tarzını ifade eder. 

İnsanların tercihlerinin, içerisinde bulundukları hallerin ve hayat tarzlarının izafiliği; kök inançlarının farklılığından doğan tasavvurları, psikolojik durumları ve amellerinden dolayıdır. 

Herkesin tercihlerine ve hayat biçimlerine sahip çıkması; ancak inanıp, meşru gördükleri şeyleri yapabilmeleri mecburiyetleri ve benliklerini müdafaa etmeleri nedeniyledir. 

Eğer benlikleri, henüz kemalini bulmamış yani fıtrat sınırlarına ulaşamamışsa; nefsin tercih ve talepleri, insan için en belirleyici unsur olup, bunun izzeti ve mevcut halin müdafaası da en önemli husus olacaktır. 

Bu durumda halin ve hali oluşturan kök hususların sahihliği en önemli mesele olmayacak; halin bizatihi kendisi, insanın beniyle özdeş kabul edilip baş değer olarak kabul edilecek ve savunulacaktır. Bu kere, hale ilişkin yapılacak her ikaz, hatırlatma ya da teklif kişiselleştirilip, insanın kendisinin değersizleştirilmesi, önemsenmemesi, yok sayılması veya kendisine saldırı olarak algılanacaktır. Bu algı, mevcut olan hale sahip çıkmak, daha sahih olanın varlığını yok saymak ve talep etmemek tutumuna neden olacaktır.

Bunun karşısında, insanın fıtratını/fabrika ayarlarını referans alan bir arayış; mevcut halin olduğu gibi değil de; ancak ahsenu amel mahiyetinde olanların ve bunları oluşturan temel hükümlerin referans kabul edilmesini esas alır. Her daim, hali oluşturan inanç, amel, ahlak ve ilişkileri bu referansa göre muhasebe eder. Bu hükümlerin sahibi karşısındaki hissiyat ve duruşa uygun olarak; nefsi istemeyip karşı çıksa bile tavırları; yüzünü hak yönünde tutmak, tövbe ve yeniden inşa hali üzerine olur. 

İnsanların hakikat arayışında karşılarına çıkan en önemli sorunlardan birisi; bilgi, usul, yaklaşım ve bağlam açısından; hakikat kökünden ve bütünden koparılmış, indirgenmiş kaynaklardan beslenmektir. Bu durum, doğası dışında bir çerçevede olmayı ifade eder ki; herhangi bir varlık, olgu, oluş ve ilişki doğası dışında kalır ve işlemeye çalışırsa, hem bozulur, hem bozar. 

Anlamı, amacı, bağlamı hayat ve hakikat olması gereken bilgi, bu bağlamlardan ve bütünden koparılıp, disiplinlere, ekollere teşmil edilince; asli fonksiyonlarını yerine getiremeyip hayatları, hakikat çerçevesinde inşa edememekte, aksine insanlarda sorunlara neden olmaktadır. Maalesef halihazırda, parçalanmış ve indirgenmiş disiplinler kendilerini inşa edici ve sorun çözücü olarak tarif ederek bozmaktadırlar. 

Bir başka problem konusu da şükretmeyi bilmemektir. İnsanların hayatlarının anlamını gerçekleştirmek, tatminlerini sağlamak, hayatlarını inşa etmek, sorunlarını çözmek için gönderilmiş, sağlanmış imkânların farkına varamayan, değerini bilmeyen ve doğasına uygun ilişki kuramayan insanlar şükredici olamamaktadırlar. Bu nedenle önlerine çıkan fırsatları, sorumluluk, samimiyet ve ciddiyetle değerlendirememekte, sıradanlaştırıp israf ederek kaybetmektedirler. 

Bizatihi Rabla ilişkiler, Allah'ın gönderdiği Kitaplar ve Resuller, önlerine çıkan elverişli ilişki fırsatları bunlara verilebilecek örneklerdir. 

Bu hususlara, içerisinde bulunduğumuz halin doğru okunmasına katkıda bulunabilir umuduyla değinmek ihtiyacı duyduk. Zira halin, hakikate inkılap etmeden, mevcut şekliyle bir müddet daha sürmesi durumunda ortaya çıkacak bedeller;  bizatihi yüzleşmelerle anlaşılacaktır ki, en ağır maliyetlere katlanmak anlamına gelebilir.

 

0 Yorumlar