İnsanoğlunun korkuları zannedilenden çok ve karmaşık olduğu gibi zannedilenden daha basit nedenlere dayanır.
Bu basit nedenlerden ikisi; elde edememek ve elde ettiğini kaybetmek korkusudur.
Oysaki, mülkün sahibinin Allah, verenin Allah, alanın Allah, O müsaade etmezse hiçbir şeyin olmayacağı, O izin verince hiçbir şeyin engel olamayacağı inançlarına sahip olanların bu korkuları duymak ihtimalleri var mıdır?
Allah rahmet ettiği zaman, elde edememek, elde edilenin elden gitmesi korkusu anlamsız kalır. İnsana düşen vüs'atince çaba göstermek, Allah'a itimat etmek, tevekkül etmek ve teslim olmaktır.
Bir de Allah'ın ihsanından vermesi vardır ki, sadece ihsana liyakat kesp etmekten başka bir şey gerektirmez.
Bunlara inanmayanlara, Allah'a güvenmeyenlere bir diyeceğim yok. Onlar hakikatten ayrı düşmenin bedeli olarak bu korkuları dibine kadar yaşayacaklardır. Bunları perdeleyebilmek için hayat biçimleri, kültürler, disiplinler, aforizmalar geliştirecekler; bunun için ölesiye çalışacaklar ve insanları da bunun medeniyet olduğuna inandırmak için mücadele edeceklerdir.
Asıl garip ve üzücü olan; Allah'ın kulu ve O'na teslim olduklarını, Kitab'ı rehber, Peygamber'i şahit edindiklerini ve hakikate taraf ve izinde olduklarını iddia edenlerin durumlarıdır.
Normal şartlarda bunların, Allah'ın rızasını kazanamamak, hakikati -hukuku-fıtratı- çiğnemek, şeytanın iğvalarına-nefsinin fısıltılarına- kulak vermek, hakka göz ve kulak kapatıp batılla bulaşmasına izin vermek, gaflet-dalalet-meskenet-zillet ve samimiyetsizliğe düçar olmak, adaletsizlik ve hikmetsizlik yapmaktan korkmaları gerekir.
Oysaki cari tablo farklı şeyler gösteriyor.
Kendisine aylık maişet, menfaat, sosyal statü, çevre, şöhret veya güç kazandıran bir meslek icra eden ya da çevrede bulunan hazret; yaptığı işin temel boyutunda hangi hükümlerden yapılandırıldığı, çalıştığı müessesenin asli nedeni ve misyonun ne olduğu, oluşturduğu sonuçların hangi etkileri ve hasarları ortaya çıkarttığı analizini hiç yapmamış ve hatta üzerinde hiç düşünmemiştir.
Parasız, çevresiz ve sosyal statüsüz kalmak korkusu bu işi elde edilmiş büyük nimet gibi görmesine neden olmuş; kaybetmek korkusu ise dağ başlarında nöbet tutturmaktadır.
Bunlar için korkuya esas gerçek kriterler temel alınarak hal muhasebesinin yapılması da ayrı bir korku unsurudur. Belki de bu muhasebe sonunda o çevrede bulunmak ya da o işi yapmakla, Allah'a karşı cürüm işlemek ayırımına gelirse ne olacaktır? Bu duruma gelmemek için önceden tedbirler geliştirmek gerekmektedir.
Öncelikle bu yüzleşme, hatırlatma, muhasebe yapmaya vesile olacak her şeyi ve herkesi, doğmadan yatağında boğmak lazımdır. Tabii bunun için hazırlık olarak ortaya birtakım bakış açıları, yaklaşımlar, tarzlar koymak lazımdır ki, bunlar referans kabul edilsin ve bunun üzerinden savunma hattı kurulsun.
Artık hakikat peşinde olmak iddiası bitmiş, imal edilmiş hakikatlerin müdafaası dava ve mücadele olmuştur.
Fikir, düşünce, inanç, arayış ve üretim özgürlüğü sona ermiş, bunlara tevessül edenlere haddini bildirmek cihat olmuştur.
Genellikle bunlara taraf olanlar, temel standartlarını konsolide ettiklerini düşünüp, bunları kaybetmek korkusu ya da korumak güdüsü ile hareket edenlerdir.
“Bu da hakikat arayışında bir pencere olabilir” önerilerine, sunulan teklifin içeriğine bakılmaksızın- hakikatin kaynaklarından mülhem bir itiraz veya katkı çabası göstermeksizin; ya soyut retorik ya da soyut usul tartışmaları üzerinden hiçleştirmek saldırıları düzenlenir.
İnsanların kendi algı ve hayat ölçeklerinde, hakikatin kaynakları üzerinden kıyas yapıp, düşünmelerini engelleyebilmek için; hayatla bağlantısı olmayan, kocaman laflar ve retorik malzemeleri hakikat, erdem, doğru referansı olarak kabul ettirmenin mücadelesi verilir.
Sözü dinlerler ve doğrusuna uyarlar düsturuna uymazlar. Zira sözü dinlemezler. Korkuların beslediği yaklaşım ana motivatör olduğu için de doğru arayışı da yoktur.
Çok okuyup, sürekli anlatılan, Peygamberin tebliğ sürecinde bu davranışlar ne tarafa düşer bir düşünmek lazımdır.
Bunları, sahip olduklarını zannettikleri pozisyonların onlara sağladığı zeminler, imkanlar, ilişkiler, şöhretler ve imal edilmiş ölçülerle yaparlar. Bu nedenle, bunların muhafazası ve kaybetmek korkusu büyük önem taşır. Bunları gerçekleştirebilmek belki de oralarda bulunabilmenin asıl nedenidir.
Bu korkuların öyle basit, süfli nedene dayalı olanları vardır ki, insanlar bunların, bu kadar büyük cürümlere neden olabileceğine ihtimal vermezler.
Basit korkular çoğunlukla kişilik zaaflarından ve ezilmişliklerden doğarlar. Adam bulunduğu kapalı çevrede bir husustan dolayı önemsenmiş, bir yer edinmiştir. Artık onun için en önemli odur. Bu ona yeterli gelmiş, bütüncül hakikatler için mücadele etmek niyet ve çabalarının bu hususu risk altına sokması korkusu, ona yerinden kımıldamamayı, hakikate ilişkin tekliflere yüz çevirmeyi, pozisyonunu savunmayı dava olarak gösterir. Yüzleşme konusu olabilecek her husus ve kişi de muarız olarak görülecektir.
Bu tespitler vicdan, firaset ve basiret pencerelerinden bakılınca, içinde yaşadığımız koşullarda mebzul miktarda ve farklı çeşitlerde, herkes tarafından görülecektir.
Bu konu, kişileri işaret etmek, eleştirmek, suçlamak basitliği ve süfliliği ile ele alınabilecek bir husus değildir.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?