Bu günleri gözden çıkartmak, aslında hayatı gözden çıkartmakla eşdeğer bir anlamı ifade etmektedir.
Böyle bir konu nereden aklına geldi? diye düşünebilirsiniz. Erdem, takva, ihlas ve dava adına, "büyük bir ciddiyetle yapılan bazı" konuşmalara, çalışmalara, yazılara, tartışmalara şahit olup, mecburen bunlar üzerinde düşününce, böyle bir hususun akla gelmemesi mümkün değilmiş gibi geliyor insana.
Zamanın bir noktasında hayata dahil olduk ve zamanın bir noktasında da bu hayatla bir ilişkimiz kalmayacak. Herkesin hikayesi bu iki zaman aralığında yazılmaktadır. Yani her kişi için hayatın kıymetini belirleyen en önemli zaman dilimi budur. İşte bu iki zaman aralığının bir bölümünde, farkında olmadan; öğrenmek, anlamak, anlamlandırmak ve karar vermek için yaşanıyor. Bu süreci, bir nevi, gelişine yaşamak biçiminde nitelendirmek mümkündür. Ya da uygun atmosferde, planlanmış biçimde de yaşanabilir. Fakat bundan sonra, bu sürecin hasılaları ile rüşde erişip, artık hayatı; farkındalık, bilinç, sorumluluk ve üretim mertebesinde ve mahiyetinde yaşamak zamanı ve mecburiyeti geliyor.
Bu dönemde, bilgilerin, öğrenmelerin; tasavvura, tercihlere, inançlara, kararlara, davranışlara, hale, paylaşımlara ve işbirliklerine dönüşmek demi gelmiş demektir. Bu kâmil bir döngüdür ve bununla hayat inşa olur. Bu demde insanlar, hayatın inşası süreçlerine dahil olurlar. Bundan sonra, inşa süreçlerine dahil oldukları özgün yaşam biçimlerinde, koşullarında ve çevrelerinde yaşamayı tercih ederler. Üstelik bu hayatın inşa süreçlerini ve kendisini tehdit eden, bozmaya çalışan veya engelleme çabası içerisinde olan bütün unsur ve faktörlere karşı da bir güvenlik mücadelesi verirler. Bu döneme; "rüşd sonrası sahici hayat ya da varlık gayesinin tahakkuku mücadelesi" ismi verilebilir.
İnsanlar, bir nevi hayata hazırlık dönemi sayılabilecek zamanlarda; varlıklarına ve hayata ilişkin temel sorularını sormuş, cevaplarına ulaşmış, şüphelerinden kurtulmuş, tasavvurlarını ve tercihlerini geliştirmiş, zihni ve ruhi dinginliğe ulaşmış, temel kararlarını vermiş, yer ve pozisyonlarını tespit etmiş, gerekli formasyon ve altyapı unsurlarını elde etmiş, perspektiflerini oluşturmuş, üretim, inşa ve paylaşım olgunluğuna ulaşmışlardır. Bu durum, nefsin itminanı, halin rüşdü olarak tarif edilebilir. Yani hayatın bundan sonrası, inşa ve müdafaa mücadelesi ile devam edecektir.
Bu, olması gereken hali tarif etmektedir. Ancak çoğunlukla süreç böyle yürümemektedir. Hazırlık dönemini, hayatın doğasına uygun bir hal ve keyfiyette geçirip, tamamlayamayanlar, misyon ve sorumluluk yüklenecekleri vakitte, nakısalı zamanların hasarlarının etkisi ile gelişine yaşamaya devam etmekte, fakat bir türlü yüklenmeleri gereken sorumlulukları yerine getirememekte, üstlenmeleri gereken görevleri de yapamamaktadırlar.
Bu durumun iki muhtemel tezahürü de şöyle ifade edilebilir.
Bu süreçleri ve görevleri, hakikate ve doğasına uygun gerçekleştiremeyenlerin; inşa etmeleri ve korumaları gereken hayat biçimi, hiçbir şekilde ortaya çıkmamaktadır. Bu insanlar da; "zurnada peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtına" misali, kimler, nasıl bir hayat kurmuşlarsa, o hayatın içerisinde yaşamak zorunda kalmaktadırlar.
Diğer tezahür ise; bu halin doğru ve meşru olmadığının farkında olanlar, düalist bir hayat anlayışı geliştirip; fiili hayatı, kurulu düzen içerisinde yaşarken, bir yandan da ideal bir hayatın inanç ve tasavvur mensubu olmak iddiası ile; kendilerine başka bir yaşam bölümü daha imal edip, alabildiğince yoğun ve sistematik bir zihinsel ve sözel gayretle, bu "potansiyel idealin" davacısı olmak çabasını göstermektedirler. Sözel ve zihinsel mertebede takılan bu çabalar; tasavvur, inanç, karar, davranış, hâl ve paylaşım döngüsünü tamamlayamamaktadırlar. Sahici ve bütüncül bir hâl sıhhatine ve fonksiyonlarına sahip olmayan düalist tercihlerin çatışmalarını fiilen yaşamakta ve bu hâlin olumsuz sonuçlarını hissetmekte olan bu durumdaki insanlar; zafiyetle ayrıştırıp, indirgedikleri unsurları zorunlu olarak, soyut bir birleştirmeye yönelik psikolojik çözümler için de çaba göstermektedirler. Ancak bu durum işin doğasına aykırı olduğu için çabaları, sadece özaldanış ve bu hususları gündemdışı tutmak mesabesinde kalmaktadır. Elbette bunun doğal sonuçları, hüsran içeriklerine düçar olmak, etkisizlik ve çaresizlik ile izah edilebilir.
Müslümanlarda çoğunlukla süreçlerin ve çalışmaların temel bağlamı ve çerçevesi; hayatın inşası, inşasına dahil olunan hayatın yaşanması ve korunması biçiminde gerçekleşmemektedir. Bu sebeple, ilgi alanlarındaki bilgilerin, epistemolojik değerleri ve fonksiyonları, hayata ilişkin değildir. Bunun tabii sonuçlarından birisi olarak ilgi alanlarını; gelecek vizyonu ve güncele etkin müdahale oluşturamamaktadır. Bu da ağırlıkla geçmişi esas alan bir çerçevede düşünmek, konuşup, yazmak tercihini ortaya koymaktadır. Buna değer kazandırmak için de kavramlar, usuller, ekoller ve kutsallar geliştirmektedirler. Güncele ve geleceğe ilişkin yaklaşım, üslup ve analizler için mecburen, rotasını tam bilmediğimiz gemilerin dümen suyu takipleri veya naif ve etkisiz yaklaşımlar söz konusu olmaktadır. Aslında bu yadsınacak bir husus değildir. Zira hayatı bağlam almayan bütün yaklaşımların ulaşacağı mecburi kıvam budur.
Tarihte, geçmişte gezinip, yaşanan şimdiki zamanla ilgili; özgün müessir pozisyonlara, perspektiflere, farkındalıklara, tercihlere, altyapı-donanım ve formasyonlarına, çalışma ve gündemlere sahip olmayan insanların, bugünleri ve dolayısıyla hayatı gözden çıkartmış olmaları mukadderdir; farkında olsalar da olmasalar da... Farkındalık, genellikle zorunlu yüzleşmelerle ve mutlak olarak yakin hasıl olunca ortaya çıkmaktadır.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?