Bilgi güçtür aforizmasının oluşturduğu tahribattan bahsetmeye cüret etmek, bu aforizmanın sahiplerinin çaylaklarının yönettiği dünyada neredeyse idamlık suçtur. Zira bu aforizma ile bilgiyi kendi doğasından koparıp, fonksiyonsuzlaştırmayı başaran bir usul manipülasyonu da gerçekleştirilmiştir. Bu söylediklerim elbette geniş kitlelere çekilmiş sosyolojik bir operasyondur. Amacı, geniş kitlelerin bilgiyi doğasına uygun edinip, kullanmak sureti ile hayatlarının inşa süreçlerine dahil ve müdahil olabilmelerini engellemektir.
Bilgi güçtür aforizması, geniş kitlelerce, zihni dolduran ve doldurdukça sanki onları daha güçlü ve etkili kılan bir unsurmuş gibi pazarlanmaktadır. Böylece insanlar ne kadar çok okurlarsa, yazarlarsa, dinlerlerse, konuşurlarsa, o kadar tatmin içerisinde olabileceklerine inandırılmışlardır. Yani bilgi asli anlam ve fonksiyonlarından sıyrılıp, kafa karıştıran, etkiyi yok eden, insanları kararsız, edilgen ve hareketsiz hale getiren bir unsur haline getirilmiştir.
Elbette bahsettiğimiz, kitlelere pazarlanan bu bilgi, hikmeti yazandan menkul, malumat, enformasyon kıvamındaki bilgidir ki, aforizmaya bahis konusu olan da budur.
Oysaki, bilginin doğasına uygun fonksiyonu çerçevesinde; hayata, üretime, usule, stratejiye, teknolojiye, sisteme, inşaya, disipline, projeye, perspektife, vb. olgulara dönüştürülebilen bilgi güçtür. Etkin güç ve üretim sahipleri bilgiye böyle bir epistemolojik çerçevede yaklaşırlar.
Varlık nedenlerini gerçekleştirmek, sorumluluklarını üstlenmek, özne olarak hayata müdahale edebilmek mecburiyetine sahip olan geniş kitleler de kendi ölçeklerinde, bilgiyi, doğasına uygun biçimde elde etmeyi ve kullanmayı bilmek zorundadırlar.
Bununla ilgili olarak mevcut durumun; etkisiz, trajik ve şizofrenik hali üzerinde konuşmak laf israfıdır. Bunun yerine, birey ölçeğinde buna engel olan hususları ve bu engellerin nasıl berhava edileceğini konuşmak daha fonksiyonel olacaktır.
Geniş kitlelerde, sahih, faydalı, etkili ve fonksiyonel bilgi maalesef yüksek duvarlara toslamakta; zihin-ruh-davranış-hal mekanizmasına sirayet edememektedir. Eğer bu yüksek duvarlar yıkılırsa, bilginin tabii mecrasında, doğal fonksiyonlarını icra etmek imkanları doğacaktır. Zira bütün insanlarda, kendi sorumluluk ve kapasite dengesi ile mütenasip, özne pozisyonunda dahil olarak, hayatı inşa etmelerini sağlayacak mekanizmalar vardır. Yeter ki doğru bilginin, doğru yöntemle beslemesine ve sağlıklı çalışmaya imkân bulsun.
Allah'ı tek İlah bilen, sadece O'na kulluk etmeyi temel varlık nedeni olarak kabul edenler için zorunlu tercih, insanın fıtratına ilişkin anlam ve inşa hükümleri ile bir hayatın inşası süreçlerine dahil olmalarıdır. Bunu yapabilmelerinin lazım şartı ise, bilginin doğasına uygun bir yöntemle geçişgenliğinin ve fonksiyonunu icra etmesinin sağlanmasıdır. Bu nedenle bilgiyi bloke edip, fonksiyonsuzlaştıran duvarların yıkılması da anın vaciplerindendir.
İlk duvarlardan birisinin yıkılması; neyin değerli, neyin daha değerli, nelerin öncelikli olduğunu belirleyen değer yargılarının gözden geçirilip, yeniden inşa edilmesi ile gerçekleştirilmelidir. Bunun için sahih değer yargılarının tespit edilebileceği tematik bir çalışmayı; Kurandan ve bir halihazır analizinden elde edilecek verilerle yapmak gerekmektedir. Elbette bu mecburiyet önümüze başka bir vacibi de çıkartmaktadır. Bu çalışmayı yapabilecek olan ancak sizden olan emir sahibi kıvamında ulül elbab şahıslardır. "Bunlar kimlerse yapsınlar" demenin ve mevcut halde oyalanmanın bir fayda sağlamayacağını bilenlerin; bunun gerçekleşmesi için "ben, kendi hal ve ölçeğimde hangi katkıları sağlamalıyım?" diyerek düşünmeye başlamaları gerekmektedir. Zira sana ait, olması gereken her şeyin olabilmesi için bizatihi senin de bu sürece katılman zorunludur.
Hali anlamak babından şöyle bir soru sorulabilir. Mesela, birileri ihtiyacımız olan bilgileri çok sıhhatli biçimde üretse ve bizimle paylaşsa, bunların bizde işe yaramak ihtimali nedir?
Bu çok ütopik ya da yargılayıcı bir soru değildir. Bu soruya ilişkin yaklaşımımız ve tavrımız bile önemli bir cevap teşkil etmektedir. Afaki bir soru değildir zira Kitapla, hayatı inşa ilişkimiz bu soruyu haklı çıkarıp, anlamlı kılmaktadır.
Hz. Peygamberin bir hayatın bütününü inşa etmesini mümkün kılan Kitap, bizim için aynı fonksiyonu icra etmemektedir. Kitabın bilgisinin, zihin ve kalpte vazifesini görmesine engel olup, geçit vermeyen duvar, yıkılması gereken duvardır.
Elbette bu mecrada ve hacimde bir yazıda, böyle bir mevzunun efradına cami ele alınması mümkün değildir. Ancak sadece bir perspektife ya da ele alış biçimine dikkat çekmek bile, bu yazının maksadına hizmet edecektir.
Soruyu tekrarlayalım. Sadra şifa bilgilerin, halihazırda işe yaraması ihtimali nedir? Soruyu, "halihazırda" diyerek, şarta bağlı olarak sordum. Yani teorisi, ideali üzerinden değil, mevcut halin gerçeği üzerinden cevaplamak gerekiyor.
Çevre faktörlerinin, bizim bu halde olmamızda ki etkilerini yadsıyıp, inkâr edecek kimse olduğunu zannetmiyorum. Fakat bu soruya, çevre etkilerinden değil, öz faktöründen cevap vermek lazımdır. Zira Allah, bize; oradan görüp, müdahale etmek, korunmak, değiştirmek imkânı vermiştir. Müessir yaklaşım, öz/merkez perspektif- inden olandır. Ancak bunu başarabilenlerin, çevre analizi yapıp, tedbir almaları anlamlı olacaktır. Aksi durumda, halin müsebbibinin çevre olduğunu söylemek, bir etkisizlik, çaresizlik ve kaçış argümanı olacaktır.
Yazının bundan sonrası sadece; "neleri öncelemeli, hedeflemeli ve üzerinde çalışmalı" sadedinde yazılmıştır.
Bilginin önündeki duvarın içeriklerini;
Hakikatle, sahih ve güçlü olmayan ilişkiler, yenilgi psikolojisinin oluşturduğu ruh ve şahsiyet sorunları, ham benlik, anlamamak, sığlık, niteliksizlik, korkaklık, tembellik, meselesizlik, örgütsüzlük, usulsüzlük, ufuksuzluk, kompleksler, umutsuzluk, inançsızlık, haset, ahlak, kimlik, güven ve ilişki problemleri, amaç ve hedef belirsizliği gibi unsurlar ve bunların türevleri olarak ifadelendirebiliriz.
Bunları ortadan kaldıracak faktörlerin de;
Rabbanilerden olmak, sadece Allah'a kulluk etmek, Kitabın hidayet rehberliğinden istifade etmek, infak etmek/paylaşmak, inanıp-amel-i salih işlemek, hakkı ve sabrı tavsiye etmek, yaratan Rabbin adıyla okumak, mücadele etmek, iyiliği emredip-kötülükten sakındırmak, hamd ile tesbih etmek, şükredici olmak, itminana ulaşmak, şeytanla savaşmak, salat-ı ikame etmek, adaleti tesis etmek, adam gibi adamlar olmak, cemaat ve ümmet olmak ve benzeri biçimde, Kitapta bize tavsiye edilenler olduğundan da kesin emin olmak gerekmektedir.
Ancak ana espri; duvara toslatan nedenlerle, bunları ortadan kaldıracak faktörler arasındaki ilişkiyi derinine anlayıp, sorunu çözecek olan faktörlerin; duvara toslayıp ta ötesine tesir etmeyecek biçimde değil, o duvarları berhava edip, hak eksenli inşayı gerçekleştirecek şekilde ele alınmasıdır.
Yâni fonksiyonsuz okuyup, birbirimize tekrarladığımız bilgiler olarak değil de;
Hedeflerimizin, işlerimizin, çalışmalarımızın, önceliklerimizin başlığı olan bilgiler olarak;
Sadece bilmenin değil, yapabilmenin bir fonksiyonu biçiminde;
Hem bizatihi hedef, hem de hedeflere ulaştıracak araçlar olarak görmek gerekmektedir.
Öncelediğimiz çalışma ve proje alanları, olarak belirleyerek, bunları masanın üzerine koyup; diğerlerini yani halihazırda yaşadığımız hayatla fiili bağı ve ilgisi olmayanları, masadan ve zihinden kaldırmak ta mecbur gibi görülmektedir.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?