BELKİDE UFUKTAKİLER RAHMET BULUTLARI DEĞİLDİR


Sürekli ne oluyor? diye soranların yanı sıra, sanki biliyormuş ve bulmuş edasıyla anlatmaya çalışıp, bunu da amel-i salih zannıyla yapıp, sözün sıhhatini ve altındaki niyeti fark etmekten sürekli kaçanlarımız da söz konusudur.

Bunların ortak paydaları, bilmenin sorumluluğuna sahip olmak bilinci ihtiyacıdır. Zira bilmek, hakikati bulmak, hayrı işlemek ve hâle ulaşmak niyetiyle; kendini, halini ve sürecini esas ve muhatap kılıp talep edilirse fıtri hükmünü icra eder; hali, hakikati ve hayatı inşa eder.

Hakkı hatırlatanlara, uyaranlara kızıp, düşman olanların görünür gerekçesi merhametsizlik ve kibir zannıdır. Oysaki Allah tarafından uğratılan bazı başka imtihanların, musibetlerin acıtma katsayısı bunların yanında asimetriktir. Kaldı ki asıl mesele söyleyene değil, söyletene bakmaktır. Bırakın dostların uyarılarını, düşmanların ağır zararların da bile bir uyandırma servisi hikmeti aramak, uyanık olmak niyetinin bir cüzüdür.

Gıdıları kaşıyıp, sırf sevap diyerek hallerin konsolidasyonunu, "konforunun" bozulmamasını sağlayanlara rağbetin hakikati; önce yakın musibette, sonra da yakîn hasıl olunca açıkça görülecektir.

Fatır suresi 37
"Ve onlar orada, “Rabbimiz! Bizi çıkar da yapmış olduklarımızdan tamamen başka, iyi işler yapalım” diye feryat ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Üstelik size uyarıcı da gelmişti. Şimdi tadın bakalım! Zalimlerin hiçbir yardımcısı da yoktur!"

Mutlak cehennemdeki bu tablonun benzerleri, cehennem misül durumlarda bu hayatta da başımıza gelmektedir. Eldeki rahat ve elverişli fırsatlar kaybolup, ağır imtihanlarla karşı karşıya kalınca bu hal yakîn olarak anlaşılır.

Bu dünyanın anlam ve hakikati bütün insanlar için aynı yaratılmıştır. Fark, farkındalık niteliğindedir. Allah'a ve ahirete kavuşmayı ummayanlar belki sahte tasavvurların geçici halleri ile oyalanırlar. Ancak Allah'a ve ahirete kavuşmak iddiasında olanlar fakat henüz fark edememişler için durum sıkıntılıdır. Sanki arafta cehennemi seyrediyor gibi.

Memnu ırmağın kenarında yürürken, dayanamayıp suyu içmiş ve nehrin öbür tarafına geçmeye güç bulamayanlar gibi.

Öbür tarafa geçebilmişler ile takat yetiremeyenlerin karşılıklı duygularını ve iletişimlerini tasavvur etmenizi tavsiye ediyorum.

Ya da korku duvarını aşamayıp bir tarafta kalanlarla, aşıp geçmişlerin diyalogu üzerinde bir tahayyül öneriyorum.

Dikkat edilirse her ikisinde de beraber yola çıkmış ve iletişimleri bir şekilde devam edenlerden bahsediyorum.

Duvarın bir tarafındakilerin korkuları perdeleyecek, halin tebdiline engel olacak argümanları, tavırları, tiratları ne işe yarar acaba?

Köprünün öbür tarafında, birazdan kavgaya girmeye hak kazanmış olanlara, bu taraftan eleştiri yapmak, öfkelenmek, kızmak ne kadar haklı ve hikmetlidir?

Hikmetli olan, sahip olunan halin ne işe yarayacağını tefekkür etmektir.
Neden bu tarafta kalıp, karşıya geçilemediğini düşünmektir.
Bu tarafta olmayı olumlayıp hali müdafaanın, bu tarafta kalmaya azmü cezmü kast etmekten başka işe yaramadığını fark etmektir.
Hâli muhasebe etmektir.

Mesela insanlar bana, benimle ne yapacak ne kadar paylaşacak ne kadar risk alacak, hangi yola çıkacak kadar güven duymaktalar?
Mesela, ben neyi ne kadar biliyorum? Ne kadar halimin ve halin farkındayım?

Resulullah yürüyen Kurandı. Yani O, Kitabın hükümlerini kendisi için okuyor, anlıyor, uyguluyor ve hâle dönüştürüyordu. İnsanlarda O'nun kararını, davranışını, tavrını, tepkisini, ilişkisini, mücessem bir hal olarak okuyorlardı. Yani hayata dönmüş hükümleri okuyorlardı. Yani can bulmuş Kitabı okuyorlardı.
Mesela bizim can bulmuş kitabımızdan; kendimiz ne okuyoruz? İnsanlar ne okuyor?

Nehrin öbür tarafına geçmiş, korku duvarını aşmış olanlar, daha sürecin başında, Resulün üç beş tane refikinin ne kadar kalabalık olduğunu bütün ruhları ve yakînleriyle anlamaktalar. Duvarın ve nehrin diğer tarafındaki kalabalıklar içinse bunlar, yalnızlık çeken gariban güruh olarak görülmekteler. Muhtemelen kalabalıkların haklılığı; tenhaların, kendilerine muhtaçlığı zannı üzerinden talep ve taltif beklentilerine de sahiptirler. Oysaki öbür yakadakilerin özgül ağırlığı, kavgaları kazandıran, hayatı değiştiren bir nimet olarak bahşedilmiştir.

Demem o ki; nehrin ve duvarın bu tarafında çürütücü ve yakıcı bir zemin ve atmosferden başka bir şey yoktur. Nispi olarak geçilmesi zor gibi görülen bu atmosferi aşabilmek için; hakikat talipliği, akleden bir kalp, hidayet rehberi ve yalnız O'ndan yardım istediğimiz Rab yeter.

Dostu, düşmanı iyi ayırt etmek lazım. Hayrı ve şerri; faydayı ve boş işleri iyi bilmek lazım. Benimiz ve bencilliğimiz ne dost ne hayırdır. Ben mertebesinden bakıp, korku duvarını aşınca olabilecekleri görmekte, köprünün karşısındaki halleri bilmekte mümkün değildir.

Musibet günlerini ve hallerini talep etmemek; eğer maruz kalınırsa da ne duvarın ne de nehrin sahte tarafında bulunmamak lazımdır. Belki bir de yağmur duası gibi sürekli rahmete düçar, musibetlerden muhafaza duası da yapmak gerekmektedir. Hayra dua eder gibi şerre dua etmemek icap etmektedir. Zira karşıdan görülen bulutlar belki de rahmet yüklü değildir.

0 Yorumlar