- Manşet

BAŞLANGIÇ SİSTEMATİĞİ

Hamd duruşu bir bilinci, hayranlığı, korkuyu, haddini ve yerini bilmeyi, teslimiyeti, taraftarlığı kapsamaktadır. 

Hamd duruşuna geçenlere hidayet lütfu  bahşedilirse, hakikatin farkındalığı, bilinmesi, bulunması ve içinde amel edilip, olunması gerçekleşebilir. 

Hidayet bahsedilmiş olanlar, karar ve amellerinin anlam ve nedenlerini, çerçeve ve niteliklerini; varlığın, insanın, hayatın, oluşların ve ilişkilerin hakikati dairesinde  gerçekleştirmek imkanına kavuşurlar. Yani hakikatin hükümlerine tabi olurlar ve sadece, bu hükümleri vaz edebilecek yegâne ilah olan Allah'a kulluk etmekle şereflendirilirler. 

Bu şerefe nail olanlar, bu payenin ağırlığı, bilinci ve fıtratıyla; kulluk ettikleri tek ilaha karşı büyük bir bağlılık ve sorumluluk duyarlar. Bunun ismi takvadır. 

Takva, müminlerin hayatlarının her anında aldıkları kararların ve ortaya koydukları davranışların; insanın fıtratına, her şeyin hakikatine ve Allah'ın belirlediği hükümlere uygun gerçekleştirilebilmesinin gerçek motivasyonudur. 

Zira bu nitelikte bir davranışın gerçekleşmesini mümkün kılacak tercihin Allah'a kulluktan yana yapılması, asla zorlama ile değil, insanın özgürce verdiği kararla olması da fıtrat hükümlerinden birisidir. Bu durumda insanı hakikat üzere kılan bilinç ve saik, insanın Allah'a olan sevgisi, saygısı, bağlılığı ve sorumluluğudur. 

Bu sorumluluk, Kitabın başlangıcından itibaren bize bildirilen sistematikle inşa olur. Hamd duruşu, Allah'a verilen ahd yani sadece O'na kulluk edip, sadece O'ndan yardım istemek sözü, doğru yola hidayet duası; Kitap ve takva. 

Bu mümin, kul ve Müslüman olmanın; hayatı, varlık nedenine uygun inşa edip, yaşamanın; itminana ulaşıp, cenneti hak etmek sürecinin başlangıç sistematiğini oluşturduğu gibi, çok önemli bir fıtrat verisini de ortaya koymaktadır. 

İslâm'ın öngördüğü insan karar ve davranışlarını; hakikatini anlayıp-kavradığı, inandığı, sevgi ve saygı duyduğu ve taraftarı olduğundan dolayı oluşan Allah'a  sorumluluk duygusu ile gerçekleştirir. Bu hususta tam bir özgürlük sahibidir.

Artık bundan sonra, hayatın tümündeki bütün  sorumlulukların başlangıcı, membaı, menşei, orijini, başlangıcı takvadır. 

İnsanın sadece Allah'a kulluk ederek ulaşacağı gerçek özgürlük; yeryüzünde verdiği kararların, kurduğu sistem ve ilişkilerin temel prensiplerinden ve değerlerinden birisi olmak zorundadır. 

Eğer bir yönetim sistemi geliştiriliyorsa; sadece Allah'a kulluk etmek hakkına ve mecburiyetine sahip olan insanların, bu sınırlar içerisindeki hak ve özgürlüklerinin neler olduğunun detaylıca analiz edilip, bunların temel veri olarak kullanılması mecburidir. 

Zira insanların karar, davranış, ilişki, katılım ve üretim süreçlerini; takvadan gelen bir sorumluluk bilincinin belirlemesi, sınırlaması ve motive etmesiyle, özgürce gerçekleştirebilmelerinin lazım şartı budur. 

Ancak bu biçimde varlık nedenlerini gerçekleştirebilir, şükredici olabilir, haklarını muhafaza edebilir, adaleti tesis edebilir, yeryüzünden fitneyi kaldırıp, fıtratlarına uygun bir hayat inşa edebilirler. 

İnsanların eğitimi için hedef belirleyen, sistem kuran, çalışma yapanların sınırlarını belirleyen ana ilke budur. 

İnsanın varlık hakikati, sadece Allah'a kulluk etmekse ve bunun gereklerini de Allah'a olan sevgisi, saygısı, bağlılığı ve sorumluluğu ile yerine getirebiliyorsa; ayrıca bu durumda, insanı gerçek özgürlüğüne kavuşturabiliyorsa; insanların eğitimi denilen olgu, öncelikle  bunların farkındalığını ve gerçekleştirilebilmesini hedeflemelidir. Bu öncül veri çerçevesinde diğer eğitim hedefleri üretilmelidir. 

Böylece, takvasının bilinç ve motivasyonu ile özgürce hareket eden insan; genel ve bireysel hayat hedeflerinin ve bunları gerçekleştirmek için gerekli formasyonun, özgürce belirlenmesine ve inşası süreçlerine destek verecek ve katılacaktır. Kendi hakikatine uygun yaşayıp, bir hayat inşa edebilecektir. 

Ali İmran suresi 79 

"Allah’ın kendisine kitap, hüküm ve nübüvvet vermesinden sonra hiçbir insanın kalkıp insanlara; “Allah’ı bırakıp bana kul olun” demesi düşünülemez. Aksine “öğretmekte ve derinlemesine incelemekte olduğunuz kitap gereğince, Rabbaniler olun!” der."
 

Allah, Nebilerine bile, insanları Kitap hükmünce, Rabbaniler olmaktan başka herhangi bir hükme davet etmenin dışında bir yetki vermemişken; emir sahiplerine, yani bir alanda veya hususta uzmanlaşmış, liyakat kesbetmiş ve yetki kullanma hakkı elde etmişlerin, "sizden olanlarına" bile; kendi ideoloji, düşünce, tercih, iltisak, irtibat, mizaç, hedef ve sistemlerine uymaya değil; öncelikle Rabbaniler olmaya, yetkilerini bu çerçevede kullanmaya ve bu vasıfları ile insanları, sistem ve süreçlere, özgürce katılmaya davetten başka yetki vermemiştir. 

Bu durum, kendisini Rabbanilerden olarak tavsif edenlerin en önemli tasarım ve uygulama verisidir. 

Bu, en tepe yönetim sistemi, eğitim kurumları, hizmet müesseseleri, evlilik ve ebeveyn ilişkileri ve benzeri her sistem, iş ve ilişkinin, istisnasız en temel verisidir. Veri kaynağı olarak hiçbir unsur Allah'ın yerine konulamaz. 

İnsanlar, bütün sistem ve süreçlere, özgürce ve temel bilinç ve motivasyonunu takvadan alarak katılmak hak ve mecburiyetlerine sahiptir. 

Bu nedenle, baskı, zorlama, manipülasyon, aldatma, haksız ikna yöntemleri ve benzeri usullerle gerçekleştirilen her türlü yönetim, süreç veya ilişki; insanların fıtratına aykırı ve hukukuna tecavüz eder niteliktedir. Allah'ın yaratılış özelliklerine yani yarattığı fıtrata aykırı olduğu için de isyan ve tuğyan hükmündedir. Velev ki çok sofistike gerçekleştirilmiş olsunlar ve sanki insanlar bundan razıymış gibi görülseler de. 

Kısaca, sadece Allah'a kulluk tabanlı özgürlük ve takvadan doğan bilinç ve motivasyon; bütün ölçeklerde, alanlarda ve ilişkilerde geçerli bir fıtrat prensibidir. 

Allah'a ve ahirete kavuşmayı umanlar ve köleliği reddedip, tercihini Allah'a kulluktan yana yapanlar için bu hususta, fıtri hükümlerin korunması ve onlara uyulması baş değerdir.

0 Yorumlar