Yüreğim sıkılıp dünya bana dar gelmeye başladığı zaman kendimi Kör Remzi'nin hemen denize sıfır, üç masalık, köhne ve herkesten saklanmayı başarmış kahvesine atarım. Belki de o halimle, bu kahve, birbirleriyle aynı oldukları içindir. Ya da kör olmadığı halde, gerekmeyen hiçbir şeyi görmediği için Kör lakabı takılan Remzi'den başkasına tahammül edemeyeceğimi düşündüğüm; bir ihtimalde, bu kahveye yarenlik etmek liyakatına sahip olmayanlardan başkasının gelmediğini bildiğimden dolayı giderim.
Bu gidişimde yapımcı Orhan ağabey oradaydı ve masalardan birisinde o oturuyordu. Beni görünce eliyle masaya davet etti.
Orhan ağabey, Ancak, yapılması gerektiğine inandığı filmlerin üzerinde çalışırdı. Çok beğenilsin, çok kişi seyretsin, iyi eleştiriler, övgüler, ödüller alsın kaygıları, onun film yapmak motivasyonu arasında olmazdı. Ya da beğenilmemiş, yerden yere vurulmuş olmak endişeleri de onun için caydırıcı olmazdı. Tek kriteri, bu film yapılmazsa olmaz inancıydı. Kendi türüne; "seyircisi olmayan sinema" adını vermişti. Kısaca bütün hakikat işçilerinin, savaşçılarının haline benzer hali, akıbetine benzer akıbeti, imanına benzer imanı, sabrına benzer sabrı, yalnızlığına benzer yalnızlığı, tesirine benzer tesiri vardı.
Bir üçleme üzerinde çalışıyorum. Yunus'un üç zamanı. Balıktan önce, Balıkta, Balıktan sonra. Balıktan öncenin senaryosunu bitirmek üzereyim, dedi. Yunus'un hayatı ile ilgili elimizde o kadar detay yok, bu kadar büyük ve ciddi çalışmayı nasıl yapacaksın diye sordum. Yüzüme baktı; acıma, istihza ve gülümseme arası bir ifade ile; Yunus'un hali, kıyamete kadar, hakikat savaşçılarına yabancı olmayacak bir sembolizmi ifade ediyor. Orijinal hikayeyi ve işin doğrusunu Allah bilir. Üçlemeyi yapabilmek için tarihi malumata değil, hal bilgisine ihtiyaç var. Zaten hali olmayanın da bu filmleri yapmaya takati olmaz, dedi.
Az önceki bakışı ile üzdüğünü düşündü ve telafi babından lafı biraz uzattı. Senaryonun temel kurgusu üzerine üç beş laf etti.
Yunus'a Rasullük verildiği zamanda Ninova halkının en bariz vasfı; reşit olabilmek hususunda sıkıntılar yaşamasıydı. Çok fazla hak mahrumiyetine, baskıya, aşağılanmaya maruz bırakılmış; belki de ezilmenin, üç boyutlu olarak bin bir tonunu tatmış; bir de üstelik, bunları fark edip üstesinden gelebilmelerini mümkün kılacak hassaları etkisiz ve kullanılamaz hale getirilmişti. Aleni kölelik formunda olmasa da köleliğin farklı biçim ve özelliklerine sahiptiler. Ancak onlar, kendilerini özgür zannediyorlardı. Kaba putçuluk biçiminde görülmese de çok ilahlı, gizli bir putçuluğun pençesindeydiler.
Bu şartların tesiri ile olgunlaşıp, rüşde eremiyorlardı. Yukarıdan aşağıya bir oyun ve oyalanma toplumuydular denilebilir. Toplumsal hiyerarşinin alt katmanlarında, orta düzeyde olanlarla, yukarıdaki mele takımının oyun ve oyalanma biçimleri ve mahiyetleri birbirlerinden farklı görünüm sergilese de temelde tarif edici nitelik, "oyun ve oyalanmaydı". Bunu sağlayan kök neden, bir miktar anlattığım, çok boyutlu ve çeşitli ezilmeye maruz bırakılmış olan Ninova halkının, benliklerini inşa edebilmekte problem yaşamalarıydı. İnşa edilemeyen; inşa süreci tamamlanıp, dingin ve kararlı duruma gelemeyen ham benliklerin insanları; ham benliğin arzu ve taleplerinin güçlü pençelerinde, zilletin ağababasını yaşıyorlar, fakat bunun farkında olamadıkları gibi, bu durumlardan tarifler üretebilmek için büyük çabalar gösteriyorlardı. Elbette bunun tezahürleri; altta, ortada ve tepede farklı biçimlerde görülüyordu.
Alt katmanlarda yaşayanlar, hayatta kalabilmek ve hayatı idame ettirebilmenin en temel çerçevesindeki şeyleri elde edebilmek için mücadele ediyorlardı. Buna bağlı olarak, oyun ve oyalanmalarının, anlam üretebilmek çabalarının düzeyi, biçimi, niteliği bu çerçevede oluşuyordu. Benliğin en alt düzeylerinde bir hissedişle; "ben de varım, görün, adam yerine koyun" çabaları, en kaba, ilkel ve estetikten yoksun biçimde ortaya konuluyordu. Hatta bunları elde edebilmek için feda edemeyecekleri hiçbir şey yok gibi davranıyorlardı.
Ortadakiler, ekonomik olarak, alttakilere nazaran daha iyi standartlara sahip olmuşlardı. Bunun az bir bölümü bağımsız çabaları ile, diğer çoğunluksa, yukarıdaki ekabir takımıyla kurdukları yakınlık ve ilişkilerle, verdikleri hizmetlerle bu standartları oluşturmuşlardı. Bunların hamlıkları, reşit olmamaları, oyun ve oyalanmaları; büyük bir görgüsüzlük ve şımarık biçiminde tezahür ediyordu.
Tepedekiler ise; zekaları, beceriklilikleri, hırslarının ve komplekslerinin büyüklüğü ve bunlar için yapabileceklerinin endazesizliğinden oluşan elverişlilik kriterlerinin uygunluğu nedeniyle burada pozisyon almışlardı. Bunlar da temelde oyun oynuyorlardı, fakat oyunları diğer kast ve katmanlardan farklıydı. Bu mertebedeki oyunların nitelikleri; güç ve iktidar elde etmek ve elde tutmak, tüketimin ve tefessühün dibini ve milyon çeşidini bulmak, manipüle ve istismar etmek ve bunları gizlemek biçiminde görünüm arz ediyordu. Bu nedenle, bu mertebede olup bitenlerin gerçek yüzünü ve mahiyetini, daha aşağıdakiler asla bilemezler, ancak bunların tarif ettikleri kadar bir algıya sahip olurlardı. Bu algı da onlarda; korku, erişilmezlik, itaat, saygı, hayranlık ve ulaşabilmek duyguları uyandırırdı.
Ancak bütün kast ve katmanlarda mahiyeti oluşturan ortak unsurlar; nefse tapıcılık, inşa olmamış benlik, reşid olamamışlık, oyun ve oyalanmak nitelikli hayat biçimi ve bunları fark edip, aşabilmeyi mümkün kılacak özelliklerden yoksun olmak şeklinde ortaya çıkıyordu.
Halin ve insanların böyle olduğu bir dem ve dönemde, Rasul olarak gönderilmiş olan Yunus, öncelikle, OKUYARAK, tedrisini tamamladı. Hakikati, tevhidi, eşyanın tabiatını, kulluğu, manayı, fıtratı ve yaratılışı okudu. Benliği inşa oldu, itminana erdi. Razı oldu, razı edildi. Allah'ın kulları arasına girdi. Alemlere üstün kılındı ve sıra uyarmaya ve tebliğ etmeye geldi.
Bu safhada hem doğrudan yardımlara mazhar oldu, hem de sebepler dairesinde, bilmek-bulmak-olmak süreçlerini yaşadı. Hedef belliydi, nefislerine tapan, oyun oynayıp, oyalanan Ninova'lıları; hakikate, sadece Allah'a kulluk etmeye ve varlık nedenlerine uygun yaşamaya davet etmekti. O'da, bildiklerini, olduğu halin perspektif ve duyguları üzerinden tebliğ edip, "hakka gelin" dedi. Zira mevcut toplum ve yöneticileri; hali, hakikate yükseltmek gerekirken, hakikati hale indirgemeyi öğrenmişlerdi
Söyledikleri o kadar saf, hakiki, aşikar ve reddedilemezdi ki; söylediği anda gözler açılacak, gönüllerde inkılap olacak, daha önce hakikatle bu kadar doğrudan ve açık şekilde yüzleşmeyen kavim; sarsılarak aradığını bulmuş olarak, akın akın gelecekler, zannetti. Elbette böyle olmadı ve sebepler dairesinin işleyiş süreci tahakkuk etmeye başladı. İnsanlar duymuyorlarmış, anlamıyorlarmış, anladıklarını da kabul etmiyorlarmış gibi yapıyorlardı. Üslubunu, kelimelerini, konuşma düzeyini farklılaştırarak, ısrarla devam etti. Değişen bir şey olmadı, hatta tepkilerin biçimi ve dozu, çirkinleşerek arttı.
Bu durum Yunus'u farklı düşüncelere, gözlemlere itti. Bunların farklı nedenleri üzerinde düşündü. O aşamada; dinlemenin, anlamanın, kabulün ve değişmenin önünde, insanların mevcut hallerini oluşturan nedenlerin de olduğunu fark etti. Benliğini henüz inşa edememiş olanlar, nefsin ham ve çiğ taraflarından doğan yoksunluklarının penceresinden; bakışlar, anlayış mertebeleri, beklentiler ve talepler oluşturuyorlardı. Buna, mevcut kapasitelerini de ekleyince; bunlara uygun olanları dinliyor, ilgileniyor ve anlıyorlar, dışında kalanları işitmeyip, yok sayıyorlardı. Bu tespitleri çerçevesinde pek çok şey denedi ve elde ettiği veriler çerçevesinde yeni şeyler üretip, tekrar denedi.
Yunus, burada başka bir şey daha fark etti. İnsanların tamamı birbirlerinden farklı özelliklere, kapasitelere, nedenlere, etkilenme biçimlerine, arayışlara, taleplere, anlayış ve değerlere sahiptiler ve buna göre tepki verip, tutum sergiliyorlardı. Oysaki o, tebliğine başlarken bütün insanlar, hakikatle yüzleşince hemen anlar ve yüzünü bu tarafa döner zannediyordu. Zira o, insanın fıtratını ve hakikatini görmüş ve bu nedenle doğal tepkinin buna uygun olacağını düşünüyordu. Böylece, fıtratına yabancılaşmış insanların, doğalın dışında, akla ziyan tavır ve tutum içerisinde olabileceğini de öğrendi.
Öğrendi ve fakat bununla birlikte işin ne kadar zor olduğunu da fark etti. Buradan çıkışla, bütün insanların, bütün hallerini yönetip, hakikate yöneltmenin imkânsız, asgariden tek başına imkânsız olduğunu düşündü. Yeni yollar aramaya başladı. Toplumun geneli gibi olmayan ve onlar gibi düşünmeyen insanların varlığını keşfetti ve bunlarla işbirliği yapabileceğini düşündü. Bu insanlarla ilişkiler kurup, birlikte birşeyler yapabilmenin önünü açmak için çabalar gösterdi. Onlara hakikat ufkunu anlatıp, bunun üzerinden birşeyler yapmanın zaruretini ifade etmeye çalıştı. Bir düş kırıklığı da burada yaşadı. Bu insanlar sureta farklılarmış gibi görünseler de -diğerleri kadar bariz olmasa, dereceleri farklı olsa bile- dinlemede, anlamada, işbirliğinde, diğerlerine benzer tutum ve davranışlar sergiliyorlardı. Aynı hayat biçiminin, bunları da nasıl derinden etkilediğini; kendileri reddetseler bile, temel motivasyonlarının benzer olduğunu; aslında temel kabul ve tesir unsurlarından dolayı bunların da farklı talep ve tepkilerinin olmadığını farketti.
İnsanlar arasında geziyor, çabalıyor, anlatmaya, işbirliği yapmaya çalışıyor ve hiç sonuç alamıyordu. Bu süreçte insanlara olan güveni, saygısı gitgide tükeniyor; onun, tebliğ ve mücadele etmesini sağlayan umut ve nedenleri bitiyordu. Meselenin temel nedenlerini anlayıp, zorluğunu gördükçe; kendisinin güç ve imkânlarının, bunlar karşısında ne kadar yetersiz olduğunu fark ettikçe, süreç imkânsız gibi hissediyor, insanlara olan duyguları da olumsuzun farklı tonlarına bürünüyordu. Yunus, "bütün dikkatini insanlara vermiş ve sebepler dairesinin süreçlerinde mücadele ederken", bir anda tükendiğini hissetti; sizden bir şey olmaz ve başınıza gelecek her şeye müstahaksınız dedi ve Ninova'yı terk etti.
Orhan ağabey burada sustu. Anladım ki, Balıktan öncenin senaryosunun ana çerçevesi buydu. Ya sonrası üstadım, dedim. Allah kerimdir, zuhuratı takip etmek icap eder dedi. Üstad, Yunus'un gidişi ile tarafların kayıpları ne oldu diye sordum. Yunus'u üçlemede irdeleyeceğim. Ancak Ninova'lıların çok az bölümü Yunus'un gidişinin bedelini, yaşarken anlamışlardır. Büyük kısmı ise, hakikatle bila mecbur yüzleşildiği zaman, kaybın ve ödeyecekleri bedelin farkına, acı bir şekilde varacaklardır diye cevap verdi.
Kör Remzi'nin kahvesinde gözlerimiz biraz daha açıldı, derdimiz biraz daha arttı. Zuhurata göz diktik, üçlemeyi bekliyoruz.
0 Yorumlar
SON DAKİKA
1
NASIL BİR MEYDAN OKUMA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ? CEVABIMIZ NE OLMALIDIR?