ASILI BİLMEYEN DETAYDA TÜKENİR

Validem, din anlayışı hususunda tatmini bulmuş gibi görünen ve yaşayan insanlardan birisidir. İnancında, anlattıklarında ve yaşadıklarında pek çelişki görülmez. Elbette bu çelişkisizlik, O'nda barışı, yani kafasında ve çevresiyle çatışmasızlığı sağlamıştır. O kadar ki, bu dinginlik sülalede, okumuş, yazmış, bir titre sahip olmuş olanların bile saygılarını ve hatta bazı hususlarda onun danışmanlığına başvurmalarını mümkün kılmaktadır.

Unutmadan söyleyeyim, validem bir köy ilkokulunu bitirmiş ve o köyün kapalı ortamının geleneksel din anlayışı ile yetiştirilmiştir.

Ayrıca siz itiraz etmeden söyleyeyim; ne sınırlı eğitime, ne de geleneksel, cari din anlayışına güzelleme yapıyorum. Anladığınız gibi; parça-bütün, iç-dış, asıl-füru tutarlılığına ve bunun oluşturabileceği etkilere vurgu yapıyorum.

Validem, bu tutarlılığın dinginliğini, mutluluğunu, nispi gücünü yaşarken; yaşadığı hayatın cari gerçekleri ve değişen durumlar karşısında, eğer sınırlanmış bir hayat alanı, ilişkileri ve çevresi olmasa; hatta bunları konsolide edebilmeyi başaramasa, yani farklı koşullarla, insanlarla, durumlarla yüzleşmek mecburiyetinde kalsaydı; dinginliğini, tutarlılığını muhafaza edebilir miydi? Elbette O'nun bu soruya cevap vermesi mümkün değil, fakat bizim bir fikrimiz var. Ayrıca dediğimiz koşullarda yaşamış ve valide ile yakın ilişki içerisinde olanların hissiyatları ve etkilenme biçimleri bu soruların cevaplarını da içerisinde barındırmaktadır.

Bununla benzer bir yüzleşmeyi, orta yaş kuşağı diyebileceğimiz bir kesim, evlatları ve torunlarıyla yaşamaktadır. Valideye benzer, belki de entelektüel düzeyi biraz daha yüksek, retoriği biraz daha zengin ve hatta Validemin anlayışına ve mertebesine itiraz barındıran ve fakat esas itibariyle çokta farklı olmayan; bütüncül değil indirgenmiş, inşa eden değil cari içerisinde yaşamaya müsait bir din tasavvuru üzerinde yaşamlarını sürdüren bir kuşak; birden, sonraki nesille azim bir çatışma formunda yüzleşmeye maruz kaldı.

İtiraz eden nesildeki zihinsel, sosyal, kültürel veriler hızlı bir ivmeyle değişince, onların algıları, yorumları, anlamlandırmaları, talepleri ve tarzları da aynı hızla farklılaştı. Kendileri, bu farklılaşan durumlara ve ortaya çıkan sorunlara; yetiştirildikleri kültürün ve geleneğin ki - bu paçal kültürün ve geleneğin önemli bir bölümünü cari din anlayışı oluşturmaktaydı - perspektifinden çözümler bulmaya, tarifler geliştirmeye çalıştılar, fakat muvaffak olamadılar. Ebeveyn ve yakınlarının tarifleri ve çözüm önerileri benzer kaynaklardan neşet ettiği için, buradan da sadra şifa bir şey çıkmadı. Yeni durumun buhranından bir çıkış yolu bulamayan bu gençler, bunun faturasını ebeveynlere ve bunların kültürlerine, geleneklerine ve bunu besleyen "din anlayışlarına" çıkarttılar. Ortaya çıkan çatışmanın analizinden çıkışla üç belirgin hususa değinilebilir.

Birincisi, gençler, ebeveyn ve aileleri ile bağlarını gevşettiler ve hatta bir kısmı tümden koparttı; oysaki insanların kayıp gitmelerine engel ve hatta onların inşasına zemin olan bu kök imkan, hasar aldı, bir dal kırıldı. Diğeri ise, bu durum karşısında çaresiz kalan ebeveyn ve ailenin eline, savunma aracı mahiyetinde tarifler verildi. Bu haldeki gençler; deist, ateist gibi tanımlamalarla etiketlenerek, kategorize edilip, kendilerine bir istikamet tayin edildi. Üçüncüsü, gençler; "hayır" dedikleri olgular yerine henüz daha iyi, doğru ve etkili olanları koyabilmiş değiller ve gelebilecek bütün etkilere açık, bir ara durumda beklemektedirler.

Buraya kadar anlattıklarımdan birkaç hususa odaklanmak mümkün olabilir.

Bütün-parça, asıl-füru arasındaki ilişkilerde tutarlılık; yani bütüncül/tevhidi yaklaşım ve sistemik uyumluluk.

Asılı oluşturan tüm hüküm köklerinin sahihliği ki bu, sadece varoluş hakikatlerinin tek kaynak olmasıyla mümkün olabilir.

Din olgusunun fonksiyonunun, hayatın mahiyetini belirlemek olduğu; bunu da, insanların karar ve davranışlarının mahiyetini belirlemek suretiyle gerçekleştirdiği hakikatini idrak edip, içselleştirmek. Nasıl olduğuna dair bir bilinç ve farkındalık içerisinde bulunmak.

Hayatın anlarında, en doğru kararları alıp, en doğru davranışları sergilemek sınamasının, hayatın varlık nedeni olduğunu bilmek. Bunu mümkün kılacak; hakikat, öz ve güncel farkındalığına sahip olmak.

Bu sağlanamazsa, değişen koşullar karşısında, insan fıtratının esas olduğu standartları ve hukuku korumanın mümkün olamayacağını bilmek. Üstelik, insan fıtratının eksen değer olduğu standartlar ve hukuktan haberdar olmamak riskinin; hakikat yerine ikame edilmiş, sahte kök hükümlerle yapılandırılmış bir hayat biçiminde yaşarken; aynı zamanda, kısmi farkındalıkların söylettiği; " bundan daha sahih bir şeylerin olması gerekiyor" sözlerine karşılık fiilen bir şey yapamayınca; zorunlu bir rasyonelleştirmeye gidip, cari hayatın yanında; soyut, etkisiz, fonksiyonsuz retorik ve faaliyetlerin bulunduğu bir paralel hayat kurup, bu düalizm içerisinde yaşamak mecburiyetini getirmesi.

Sahip olduğumuz beslenme kaynaklarının zenginliği, ufkun genişliği, algı ve idrak imkânlarının büyüklüğü, çevre koşullarının değişim ivmesinin hızı; artık bizlerin, Validemin sahip olduğu algı, inanç, usul ve yaklaşım mertebesiyle itminana ulaşamayacağımız, manaları gerçekleştiremeyeceğimiz, sorunları çözemeyeceğimiz gerçeğini önümüze koymaktadır.

Varlık ve varoluşun hakikatine istinat etmeyen tasavvur çerçevelerinden, bütüncül olarak doğmayan inanç ve tutumlar; asıldan kopuk, detaylar üzerinde, ihtisas derecelerine ulaşmış olsa dahi, anlam üretmeye çalışan teşebbüsler; bağlamı hayat olmayan yaklaşımlar; eksen muhatabın kendimiz, muhatabiyetin esasının Allah'a karşı mesuliyet olmadığı yaklaşımların beyhudeliği, bizatihi yüzleşmeler ve ödenecek bedellerle ortaya çıkacaktır. Bunları ziyadesiyle mümkün kılacak bir sürecin içerisinde olduğumuzun farkına varmak icap etmektedir.

0 Yorumlar