AŞAĞI ÇEKEN ANLAMLAR

İlk, elinde pazar arabası olan kadın fark etti ve çığlığı bastı. Bunun üzerine kalabalığın dikkati adamın üzerine toplandı ve etrafında bir yarım çember oluştu.

Ellili yaşlarda, temiz giyimli, bakımlı bir erkek, platformun kenarında oturmuş, ayaklarını raylara uzatmış, adeta son yemeğini yiyormuş edasıyla yediği bir paket çikolatanın kağıdını elleriyle buruştururken, bir yandan ayağa kalkıp atlama pozisyonu alıyordu. İşte tam bu esnada kadın fark edip çığlık atmıştı, metro istasyonunda.

Güvenlik görevlilerinden birisi hızla duvardaki acil durum butonuna bastı ve aynı anda, uzaktan hızla yaklaşmakta olan trenin sert fren sesi duyuldu. Ancak raylardaki yüksek voltajlı elektrik hala tehlikenin devam ettiğini gösteriyordu.

Yarım dairedeki kalabalıktan ikna çabaları başladı. "Değer mi kardeş" dedi gençten bir hanımefendi. Hayat, ona kıyılamayacak kadar güzel. Kim bilir ne kadar güzel günleriniz olacak önünüzde.

"Bana bir umut verin" dedi adam. Yağmurun dinginliğine, selvinin huzuruna, sincabın mutluluğuna, akan suyun kararlılığına, güneş ışıklarının azmine benzer bir duyguyu, bir hazzı tadabileceğime dair küçücük bir umut verin,  vazgeçeyim.

"Siz insansınız" dedi, sonradan psikolog olduğu öğrenilen adam. Bunların hepsini, hatta fazlasını elde edebilmek imkânına sahipsiniz. Hayat müthiş anlamlarla, büyük fırsatlarla dolu, yeter ki vazgeçme ve onları aramaya devam et.

"O, senin bahsettiğin anlamlar çekti beni aşağıya. O, senin fırsatlar dediğin şeyler yordu, bıktırdı. Artık hiçbirisinin bir anlamı ve değeri kalmadı. Hiçbirisine karşı en ufak bir isteğim, talebim yok. Deniz bitti, kaşık dibe değdi.

"Sakın çözüm yok zannetme" dedi, psikolog. Bu bariz bir majör depresyon hali. Tedavi edilebilir, ben size seve seve yardımcı olabilirim.

Trenler durdurulunca ve kalabalık toplanıp ilgilenmeye başlayınca, adamdaki intihar kararlılığı kaybolmaya başladı ve o da konuşmalara cevap vermeye başladı.

Yirmili yaşlarda, sizlerin de oluşturduğu toplum öğretmeye başladı, hayatın anlamlarını ve nasıl anlam üreteceğimi dedi adam ve devam etti. Ayrıca bu anlamları gerçekleştirebileceğim fırsatları da gözüme sokarcasına gösterdiler. O zaman, hayatın her şeyini belirleyen şeyin anlamlar olduğunu fark ettim. Şimdi hayatın her şeyini belirleyen şeyin anlamlar olduğunu biliyorum. Fakat beni aşağı çeken, her şeyden ve hatta yaşamaktan vazgeçmeme neden olan bu anlamların sahici olmadığını da anladım.

Sizin öğrettiğiniz anlamların ölçülerine göre; istediğim her şeye sahip olmuş, çok popüler ve saygın, çok önemli bir şirketin CEO'su, hatırı sayılır güç sahibi ve güçlü arkadaşları olan bir insanım dedi adam.

Önce, değer görmeyi, adam yerine konulmayı, popüler olup, önemsenmeyi, hayatın temel anlamlarından birisi diye öğretti bu toplum bana. Bunun için akla ziyan ve aklıma gelen her şeyi yaptım ve bu anlamlara ulaştım. Ulaştığımı sandığım her anlamın büyüsü bozuldu ve anlam kayboldu.

Sonra sahip olmanın anlamı üzerine çaba göstermeye başladım ve hatırı sayılır mesafeler aldım. Evlerim, yazlığım, birkaç arabam, bir küçük teknem, kocaman bir çevrem var ve istediğim şeylerin, neredeyse hepsine sahip oldum. Neticede sahip olmanın anlamlarının da illüzyon olduğunu fark ettim.

Sonra güç ve başarının anlamı benim cazibe odağım oldu. Güç tarifi içerisinde bulunan ve ihtiyacım olduğunu düşündüklerimi kazandım, elde ettim, başardım. İstediğimi yaptırabiliyor, insanları etkileyip, hatta benden çekinmelerini sağlıyor, kafama koyduklarımı gerçekleştirebiliyordum. Güce sahip, gücü temsil edenlerle dostluklarım, ilişkilerim, iltisaklarım oluştu. Ancak bu da beni aradığıma ulaştırmadı.

Bu söylediklerimi anlamsız bulan bir romantizm içerisinde değilim, ancak bunların anlamını sahici kılan, bütünleyen, kaidesine oturtan üst anlamlar hususunda bir sorun yaşıyorum. Bu nedenle; bir anlam üretiyorum, buna ulaşıyorum ve bir serap gibi, ulaşınca anlam kayboluyor. Bağlamda, çerçevede bir problem var.

Sonunda yorgunluktan, bıkkınlıktan dolayı hepsinden vazgeçmeye karar verdim. Bunlar anlamsız, hayatın anlamını doğada bulacaksın diye bir demet anlam daha verdiler, çevremdekiler. İşi bıraktım, her şeyi sattım, çevremi terk ettim ve Egede bir arazi aldım, bir çiftlik kurdum. Üzerinden altı ay geçmeden, imal edilmiş, zanni bir anlamın ütopyası, bir tokat gibi çarptı yüzüme. Bu da değildi. İşte bu altı ay zarfında fark ettim ki; martının hürriyeti, selvinin huzuru, suyun akışının dinginliği, sincabın mutluluğu sahici. İşte bu sahiciliği oluşturan anlamların neler olduğunu anlamaya çalıştım ve bulamadım. Yoruldum, bıktım ve bende deniz bitti.

Benim deneyip, tükettiğim ve sahici olmadığını anladığım şeyleri henüz elde edip, tecrübe etmemiş olanlar bunları anlamlı buldukları için,  beni bunlarla umutlandırmaya çalışıyorlar. İnsanlar, seradaki eşek arılarına benzer biçimde birbirlerinin arayışlarının döllenmesine vesile olmaya devam ediyorlar. Düşüneni, fark edeni, cesuru o kadar az ki. Çoğunluğu, imal edilip kendisine sunulan, sahici olmayan anlamları gerçekleştirip, sonuçlarını deneyimleme fırsatı bulamadığı için, illüzyonların yanılgıları içerisinde, sahici olmayan umutların peşinde ömürlerini tüketiyorlar. Benim yaşadıklarımı yaşamayıp, gördüklerimi görmeyen, bildiklerimi bilmeyenlerse, halime bakıp; "yazık adamcağız majör depresyonda, ama olsun tedavisi var" diyorlar.

"Senin sorularının cevabı bende var" dedi, karşı koltukta oturan adam. İntihara teşebbüs eden adamın ve kalabalığın dikkati o adama yöneldi. Bu kadar gürültü ve karmaşa arasında; bir selvinin huzuru, akan suyun dinginliği, kartalın dikkati, rüzgarın eminliğine sahip bir sükunetle oturuyor, olup biteni izliyor ve intihara teşebbüs eden adama sesleniyordu. 

0 Yorumlar