ADADAN KAÇIŞ ALEGORİSİ

Mevzu, geçiş güzergahlarına, uğrak yerlerine, köşe başlarına, "referanslı aynaların" konulmaya başlamasıyla uç verdi. Aynalar; adadaki hayatın ilginç detaylarına, insanların hal ve tutumlarına, sebep ve sonuçlara, ilişkilere, gösterilenlere ve gizlenenlere, örtülü ve aşikar olanlara, bilinenlere ve zanlara şahitlik ediyorlardı. Referanslarıysa; hakikat, adalet, hak, sahicilik, bütüncüllük, fıtrat, mesuliyet vb. temel ilke ve değerlerdi. Adı üzerinde, aynaydılar ve kimseye doğrudan bir şey söylemiyorlardı. Sadece hale şahitlik edip, okumayı bakana bırakıyorlardı.

Aynalarla yüzleşmeler, önceleri nefislerin müşahitliğinde oldu. Zira o demde hayatın ufku, nefislerinkiyle özdeşti ve hale rıza vardı. Oysaki aynaların misyonu; akılların, gönüllerin ve vicdanın müşahitliğinde kemalini bulacak ve sadra şifa olacaktı. "Olsun, olanda hayır vardı ve bunun da bir hikmeti vardı" demişti, nice sonraları, mevzu anlaşılmaya başlayınca.

Elbette nefisler müşahit olunca, aynaların şahitliğine tepkilerin erdem ve hikmet katsayısı çok yüksek olmadı. Çünkü nefsin referansları, aynalarınkinden çok farklıydı. Daha çok; tepkisel, suçlayıcı, yok sayıcı, hiçleyici ve bencil nitelikler baskındı. "Ütopik, saçma, kibirli, anlaşılmaz, saygısız, merhametsiz" yaveleri eşliğinde. Çünkü nefsin doğası böyle davranmayı gerektiriyordu; ta ki fıtratının sınırlarına çekilene kadar.

Ancak bir taraftan da aynalarla yüzleşmeler devam etti. Bunun da neden ve hikmetini daha sonra anladı. Bu yüzleşmelerde, nefsin müşahitlik baskısı; aklın ve gönlün muhatabiyetine engel olmakla birlikte; vicdanın dikkat kesilmesine bu denli mani olamadı. Bunun neticesinde, yavaş yavaş, "böyle olmaz, olmamalı" şüpheleri ve itirazları doğmaya başladı. Bu itirazlar henüz; "ne olmalı, nasıl olmalı?" cevapları ile bütünlenerek gelmiyordu. Çünkü hala aklın ve gönlün perdelenmesi devam ediyordu. Vicdanın, ada hayatının kirletip, örtemediği taraflarının; aynanın şahitliklerine esas referanslarla özdeş olanlarının buluşma anlarında bu itirazlar ortaya çıkıyordu.

Vicdanın, henüz kısık sesli itirazları, tek başına bütüncül bir etki oluşturamasa da doğasından gelen etki gücünü yabana atmamak lazımdır.

İşte bu esnada devreye bir de ses girdi. İstikrarlı ve hep aynı şeyi fısıldayan ses. "Başka Rab arama. Rabbine dön, Rabbanilerden ol." Elbette bu sese de ilk muhataplık nefisten geldi. Aklın ve gönlün bilip, anlayabileceği sese, nefis taraf olunca, ateşler çıktı, şimşekler çaktı.

Ama, sesle vicdanın ortak tesiri, rahatı bozdu. Rahatsızlık arttı ve ne olacağını bilemese de adanın hayat biçiminin ve ondaki yansımalarının artık sürdürülemeyeceğini bildi. Adayı terk etmesi gerektiğine karar verdi. Zamanını ve şartlarını tam hatırlayamasa da kırık dökük bir sandalla adayı terk etti.

Aklın ve gönlün vaziyet etmediği bir kararın terk edişinde, elbette; menzil, rota, hazırlık ve levazımat tekmil değildi. Bu nedenle, giden gemi ya da sandallardan, gözünün tuttuğunun dümen suyuna takılıyor ve o istikamette gidebildiği kadar gidiyordu. Gittiği yerin, gitmesi gereken yer olmadığını anlayınca vazgeçiyor, başka bir dümen suyu bulup, onu izliyordu. Fakat öfkesi gitgide artıyordu ve sandalın ortasında ayağa kalkıyor, onu menziline götürmeyen dümen suyunun teknelerine öfke kusuyor, ateş püskürüyordu. Bunu çok zekice ve belagat ile yapıyor; bu onun hoşuna gidiyor, biraz teskin olup, oturuyordu.

Üstünden esen rüzgarda, adadaki ile aynı sesi duyduğunu zannetti; "halini bil, başka Rab arama. Rabbine dön, Rabbanilerden ol." Aynı sesi, hemen tepesinde uçan martıdan da duyduğunu hissetti. Kayığın yanından zıplayan balığın da bunu söylediğini düşündüğü an, delireyazdı. Emin olmak için sandalın kenarından sarkıp, denize baktı. Gördüğü şey, denizin bir referanslı ayna olup, hale şahitlik ettiği oldu.

Aynanın şahitlik ettiği şeyde onun gördüğü; kendisini kurtuluşa götürmeyen dümen sularının teknelerine olan öfke ve suçlamalarında kendinin ne kadar haklı olduğunu düşünmesi ile; bunlara gösterdiği öfke ve tepkideki zeka ve estetikten duyduğu memnuniyet ve gurur oldu.

İşte burada iki şey fark etti. Birisi, aynanın müşahidi halen nefsi idi. Diğeri ise bunu fark edenin de aklı olduğuydu.

0 Yorumlar